MISIR UYGARLIĞININ GİZEMİ |
30° 2'39.00"N 31°14'8.00"E
Mısırlar, Uygarlık tarihinin en gizemli ve en ezoterik Uygarlıklarından bir tanesidir. Günümüze değin Mısır Uygarlığı konusunda pek çok arkeolojik çalışmalar ve araştırmalar yapılmıştır. Ancak buna rağmen hala Mısırlıların kökeni hakkında çok kesin ve eksiksiz bilgilere sahip değiliz.
Mısır'ın geçmişi deyince birçoklarımızın aklına hemen Firavunlar devri gelir... Firavunlar arasında en fazla duyulanı ise kuşkusuz ki, Ramses'tir... Özellikle de Klâsik Tarihçiler'in en fazla üzerinde durdukları Mısır'ın geçmiş tarihi, işte bu dönemlerdir... Ancak bu tarihler, Mısır'ın çok yakın dönemleridir. Mısır'ın geçmi.şini sorgulamak istiyorsak, bu tarihlerin çok daha ötelerine uzanmamız gerekir.. Örneğin M.Ö. 1750'lerde yaşayan Kral Nefer-hetop'un dönemi bizim için oldukça eski bir tarihi ifade eder. Ve Klâsik Tarihçiler ancak bu tarihlere kadar geriye giderek, "Mısır Kültürü" ile ilgili bir takım çıkarımlarda bulunmaya çalışmışlardır. Ancak bu tarih Mısır'ın geçmişini kapsamaz. Mısır'ın geçmişi, bu tarihlerden çok daha eskilere dayanır. Bunu şöyle bir örnekle daha açık anlatmaya çalışalım:
.
M.Ö. 1750'lerde yaşayan (Yukarıdaki Resim) Kral Nefer hetep Osiris'e tıpa tıp benzeyen bir heykel yaptırmaya karar verdiğinde, katiplerini araştırma yapmaları için Heliopolis Kütüphanesi'nin eski arşivlerine yollamıştı. Çünkü orijinalliğinden emin olacakları bir Osiris resmi arıyorlardı!... Yani günümüzden yaklaşık 3750 yıl önce...
Yine günümüzden yaklaşık 3150 yıl önce yaşamış IV. Ramses'in de Mısır'ın kökenleriyle ilgili benzer antik araştırmalar yaptırdığı bilinmektedir.Evet... O dönemlerde de Mısır'ın geçmişi ve kökeni araştırılıyordu!...
Bizim için hayli eski bir dönemi ifade eden bu tarihler bile, Mısır'ın geçmişi ile karşılaştırıldığında hiç bir şey ifade etmemektedir. Antik Mısır Uygarlığı dendiğinde karşımıza çıkan tarih; bizleri istesek de, istemesek de çok daha gerilere götürür. Hem de binlerce değil en az 10-12 bin yıl öncelerine...Bu nedenle Kral Nefer-hetop kendi döneminde Mısır'ın geçmişi ile ilgili bir bilgiyi araştırırken, yaklaşık 7000 9000 yıl öncesiyle ilgili tarihi bilgilere ulaşmaya çalışmaktaydı. Gizemi binlerce yıl öncesine ait Osiris'e ait bir resim bulmaya çalışan Kral Nefer-hetop'dan bugüne gelinceye kadar geçen süre, Mısır'ın geçmişini daha da unutturmuş ve bizi 10.000 yılı aşkın bir zaman süreciyle karşı karşıya bırakmıştır İşte bizim araştırdığımız "Antik Mısır Sırları"nın dayandığı geçmiş böylesine devasa bir süreçle ilgilidir.
Yunanlı tarihçi Herodot bize; Mısırlıların kökenlerine ait sorulara, atalarının “en eski insanlar” olduklarını söyleyerek yanıt verdiklerini ve geldikleri yerin yönünü belirtmek için batan güneşi işaret ettiklerini anlatır”; ve en eski çağlardan itibaren rahiplerin (naakaller dediğimiz bilge kişilerin) uluslarının tarihini ilgilendiren belli başlı olayları, dünyada olup biten ve hakkında bilgi sahibi oldukları vakaları titizlikle kayda geçirdiklerini ve bunların mabetlerin kutsal arşivlerinde korunma altına alındıklarını belirtmektedir. Ayrıca Herodot, Mısırlıları en iyi öğrenim görmüş ve en bilgili insanlar olarak tanımlamaktadır.
Bilgilerinin belirli bir kısmını Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır. Bu yaklaşık olarak Atlantis'in batışına denk gelen bir tarihtir. Yani Herodot'un vermiş olduğu bu tarih. Tufan sonrası bizim uygarlığımızın başlangıç tarihidir... Bu tarih, Mısır için de çok önemli bir dönüm noktasıdır. Günümüzden 10.000'lerce yıl önce...
Herodot’tan başka Yunanlı yazarlar da Mısırlıların çok eski bir halk olduğuna dair görüş bildirmişlerdir. Bunlardan birisi de Aristo’dur. Aristo Mısırlıların iddialarına dayanarak bazı anıt yapıların on bin yaşında olduğunu belirtir.Eflatun (Platon) ise Mısır’ı M.Ö. 400’lerde ziyaret ettiğinde öğretmeni Sais’li rahip Suçis’ten Mısırlıların ilk yerleşimcilerinin, Nil kenarındaki Nubia’ya gelmesiyle kendi ziyaret tarihi arasında 23.000 yıllık bir zaman dilimi olduğunu öğrenmişti.
Bir başka antik dönem tarihçisi olan Manetho’ya göre : “Mısır’da 13.400 yıl süren tanrıların saltanatı Horus’la sona ermişti, yerini kral Menes’le başlayan insan krallara bırakmıştı. Yine M.Ö. 460 yılında Mısır’ı ziyaret eden Herodot, Mısırlıların Osiris’in zamanıyla kendilerinin yaşadıkları dönem arasında 15.000 yıl geçtiğini ve bu rakamın kesinlikle doğru olduğunu söylediklerini, kral Menes’in Mısır tahtına geçtiği zamanla tanrıların ilk olarak insan suretinde hükmetmeye başladığı zaman arasında 11.340 yıl geçtiğini, kral Menes’e kadar bu ülkede bu tanrı kralların hüküm sürdüğünü, bunların sonuncusunun Osiris’in oğlu olan Horus olduğunu anlattıklarını nakleder
.
Araştırmacı Ernest Renan; ”binlerce senelik Mısır uygarlığı hakkında düşünürken, sayısız anıtlarla kendini gösteren o muhteşem sanatı gördüğünüzde ve bir de bu sanatın hiçbir arkaik döneme sahip olmayıp yine de kendinden sonraki hanedanlarınkinden çok daha üstün olduğunu fark ettiğinizde çok şaşırırsınız” demektedir.Bir başka araştırmacı Henry Rawlinson ise; Mısır’da vahşi bir hayat tarzına veya barbarlığa işaret eden bir erken döneme ait hiçbir belirti olmadığını söyler.
Birçok Mısır bilimcisi Mısırlıların kökeni konusunda muammalarla karşılaşmıştır. Gözlenen bu muammalar, Mısır’a ilk yerleşenlerin kim olduğu ve bu kişilerin Mısır’a hangi yolla yerleştikleri konusundadır. Zamanımızın Mısır kültürü uzmanları genellikle Nubia’da Nil nehri kenarında kurulan imparatorluğun temelini atan, son derece gelişmiş bu uygarlığın Asya’daki bir bölgeden geldiğini kabul ederler. Fakat hiç kimse söz konusu bölgenin o geniş kıtanın neresinde yer aldığını tam olarak açıklayamamıştır. Aynı zamanda Asya ve Afrika dilleriyle akrabalığı olmayan Mısır dilinin kökeni henüz ortaya konamamıştır.
Günümüz Mısır bilimcileri dışında Mısır konusunda çalışmalar yapan araştırmacılardan Augustus Le Plongeon ve J. Churchward’a göre ise; günümüz Mısır bilimcileri birçok konuda oluşturdukları kuram ve sonuçlarıyla Mısır tarihiyle ilgili gerçeklerden hayli sapmışlardır. Bunun nedeni ise ne eskilerin sembolojisini ve sembolik yazılarını, ne de bu yazıların ezoterik anlamlarını anlayamamış olmalarıdır. Örneğin, Mısır tarihine açıklık getiren Troano El Yazması, Cortesianus Kodeksi gibi eski Maya kitaplarını okuyamamışlardır. Ancak bunun için onları suçlamak doğru olmaz; çünkü bu konuda bir ipucu bulunmadığı gibi bu sembolik bu kitaplardaki kadim yazıların öğrenilebileceği bir okul da yoktur. Bu sırlar en azından yüzlerce yıldır sadece bir avuç yaşlı Doğulu bilge tarafından bilinmektedir. Bu yaşlı bilgeler yaşamlarını kendi tapınak ve manastırlarında geçirmişler ve dış dünya ile nadiren temasları olmuştur. Zaman zaman onların aktardıkları bu bilgiler, Mısır bilimcilerinin kuramlarına göre o kadar sıra dışı görünmüştür ki, anlamsız şeyler olarak değerlendirilmişlerdir.
J. Churchward yapmış olduğu araştırmalar sonucu kesinlikle kayıtlara dayanarak Mısır’da ilk yerleşenlerin Mu’nun çocukları olduğunu ve Mısır’a doğrudan Anakara Mu’dan geldiklerini göstermektedir. J.C’a göre, bu bilgiler, etnologların Mısırlıların kökeni konusunda karşılaştıkları gizemi aralayacak ve neden Mısır tarihinin başlangıcından itibaren, Mısırlıların yüksek ölçüde uygarlaşmış, kültürlü bir halk olduklarının gerçeklerini ortaya koyacaktır.
Mısırlıların arkalarında bıraktıkları anıt eserlerde görüldüğü gibi, kendilerinden sonraki nesillerin Mısır’ın en zengin günlerinde ve en görkemli dönemlerinde bile aşamadığı derecede uygarlığın sanatlarına vakıf bu eğitimli insanlar, saf Naga – Maya dili olmasa bile (Anakara Mu’da konuşulan dil) bu dile çok yakın bir dili kullanıyorlardı. Çünkü ibadet ettikleri tanrılarına, kurdukları şehirlere, yaşadıkları yerlere hep bu dilde isimler vermişlerdir. Dahası Mısır’ın ana dilinin modern zamanlara ulaşabilmiş ve hala unutulmamış üçte birlik bölümü, gerek Mısır’da gerekse Mu topraklarında ve Mu’nun kolonilerinden olan Mayaların topraklarında tamamen aynı işaretlerle yazılmıştı.
O halde Nil kenarındaki ilk yerleşim bölgelerine Maia veya Maiu adını vermelerinin ardında atalarının yurtlarının anısına bağlılıklarının yattığı muhakkaktır. Bu dilde görülen benzerlik aynı zamanda ölüler için kullandıkları mimari tarzda da kendini göstermektedir. Mısırlıların kökenini oluşturan bu kişiler Nil vadisine ilk göçlerini büyük bir afet sonucu Mu ülkesi topraklarının batmasından ve tamamen yok olmasından önce gerçekleştirmişlerdir.
Mısır; iki ayrı ve uzak kısımdan başlayarak, iki ayrı grup halk tarafından kolonileştirilmeye başlandı. İlk grup, batıdan Aşağı Mısır’a geldi. Batıdan gelen ilk koloniciler ilk yerleşimlerini Nil Deltasındaki Sais’te kurdular. Ve eskilerce Nil kolonisi olarak biliniyorlardı. Ayrıca Anakara’dan ayrılan koloniler içinde tarihlendirilebilen ilk koloni bu Mısır kolonisi olmuştur. Bunlar 16.000 yıl önceye tarihlendirilmiş ve “Maya Kolonisi “olarak adlandırılmışlar.
İkinci grup ise doğudan Yukarı Mısır’a ulaşmıştı. Doğudan gelen koloniciler ise Guardefui Burnu’ndan Kızıldenizin başucuna dek, Afrika’nın Doğu kıyısında yerleşimler oluşturdular. Bu koloni grubu kıyıdan Nil’e ulaşana dek geriye doğru ilerlediler. Ve bu noktadan başlayarak hem yukarı hem de aşağı doğru yayılmaya başladılar. Sonunda, Nil bölgesinde, Aşağı Mısırlılarla Yukarı Mısırlılar karşılaştılar, ve böylece dünya çevresinde yeni bir insan zinciri tamamlanmış oldu. Sais’te ilk yerleşimin meydana çıkmasından on bin yıl kadar sonra, Yukarı Mısır halkıyla Aşağı Mısır halkı arasında savaş çıktı ve Aşağı Mısırlıların yenilmesiyle sonuçlandı. Böylece iki halk birbirine karıştı ve sonra da bir imparatorluk oluşturdular.
YUKARI MISIR |
Mu'nun önde gelen ırklarından biri olan Nagalar önee Burma'ya oradan da Hindistan'a, sonrasında ise iki kola ayrılarak bir kol Babile diğer bir kol ise Kızıldeniz üzerinden "Yukarı Mısır" tabir edilen Afrikan'ın Kuzey Doğu'sundaki Kızıldeniz kıyılarına yerleştiler. Eski tarihi kayıtlarda bu bölge ''Maiu" olarak isimlendirilmişti. Yukarı Mısır'daki Nübye'de yer alan Maiu, bu günkü Suakin kentinin yakınlarında, Kızıldeniz kıyısındadır. Bu bölgelerde yerleşim birimlerinin kurulduğunu, hem Mısır kaynaklan hem de Hint kaynaklan teyid etmektedir.
Bazı Yunan tarihçilerinin ve filozoflarının "Mısırlılar Hindistan'dan gelmiş kolonicilerdir"demelerinin altında yalan gerçek işte budur Tabii ki Hindistan’a da Anakara Mu‘dan gelmişlerdi Kitaplarını Hindistan'daki çeşitli gizli mabetlerdeki kayıtlardan yararlanarak kaleme aldığı bilinen dünyaca ünlü Hint tarihçisi Valmiki de, bu konuda son derece açık anlatımlarla bulunmuştur. Örneğin Rişi Mabedi'nin gizli kayıtlanndan aldığı bir alıntıda şöyle der: "Hindistan'dan gelen Mayalar Mısır'da bir koloni kurdular ve buraya Maiu adını verdiler." Ramayana isimli ünlü eserinde ise daha ayrıntılı bir bilgi verir: "Naakaller yani Mu’nun bilge kişileri önce Hindistan'ın Dekkan bölgesinde yerleştiler. Sonra da dinlerini ve bilgilerini Babil ve Mısır kolonilerine aktardılar."demektedir Bu kolonileşme 15.000 yıl önce bu çevrede bir yerlerde oluşturulmuştu. O dönemde ülke düzlüklerden ibaretti, çünkü o güne değin Afrika dağları henüz oluşmuş değildi.
Valmiki’nin aktarmış olduğu bu bilgiye Hindistan’daki pekçok tapınak kayıtlarında da rastlamak mümkündür. Hindu tapınak kayıtları, Mısır kolonisinin Fırat Vadisinden değil Hindistan’dan gelenler tarafından kurulduğunu açıkça söylemektedir.Bazı günümüz Mısır araştırmacıları ilk Mısırlıların Fırat Vadisinden yola çıkıp Asur çölünü geçtikleri ve Aşağı Mısır’a girdikleri, buradan da Beyaz ve Mavi Nil’e ulaştıkları, sonra da iki kola ayrılarak iki ayrı imparatorluk oluşturdukları şeklinde bir bilgiyle meseleyi kapatmaya çalışmışlar, ancak bu bilgileri destekleyecek herhangi bir kayıt ya da efsane gösterememişlerdir.
Kısaca özetlemek gerekirse: Mısır topraklarına ilk ayak basanlar Mu kolonilerinin Naga (Naqada )koluydu. Nagalar Mu'da Naakaller olarak isimlendirilmekteydi. Bu nedenle eski tarihi kayıtlarda bazen Nagalar bazen ise Naakeller olarak bu toplum isimlendirilmiştir. Mu Kıtası batmadan önce gerçekleştirilen bu göç Mısırlılar'm atalarını oluşturdu. Ancak Mısır, hem bu dönemde hem de Atlantis'in batışına yakın dönemlerde yoğun olarak Atlantis'ten de göç almıştır. Bu nedenle Mısır halkının ataları dediğimiz zaman hem Mulular'ı hem de Atlantisliler'i bir arada ele almak gerekir Mısır toplumu o topraklarda sıfırdan başlayarak gelişim gösteren bir uygarlık değil, yapılan göçlerle gelişmiş bir kültürün buraya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir ülkedir Hatta bir değil birbirine son derece benzeyen iki kültürün: Mu ve Atlantis Kültürü'nün
AŞAĞI MISIR |
Gelelim Atlantis'ten Mısır'a yapılan göçlere... Atlantis'ten yapılan göçler, bölgenin "Aşağı Mısır" olarak tabir edilen kesimine gerçekleştirildi. İlk büyük yerleşim birimi ve ilk büyük mabet Nil Deltası'ndaki Sais'te kuruldu.Aşağı Mısır’a yerleşenler, anavatandan Mısır’a yaklaşık 16.000 yıl önce Thoth’un önderliğinde Atlantis’ten gelmişlerdi. Araştırmacı Schliemann’ın Girit’te bulduğu bir tablette şöyle denilmekteydi: "Mısırlılar Misar’ın soyundan gelmektedir. Misar tarih Tanrısı Toth’un çocuğuydu Thoth ise bir Atlantis rahibinin göçmen oğluydu. İlk tapınağını Sais’te kurdu ve orada Anavatanının bilgeliğini ve ilimlerini öğretmeye başladı." Mısırlıların atalarını Mu’dan ve Atlantis’ten gelen koloni gruplarının oluşturdukları gösteren pek çok yazılı belge de bulunmaktadır.
Günümüze kadar gelebilen taş tabletlerdeki ve diğer yazılı kaynaklardaki anlatılanlar, bu aktardıklarımızı birebir doğrulamaktadır. Dahası bu anlatılanlar, günümüzden birkaç bin yıl önce Mısır'a giden gezgincilerin ve tarihçilerin Mısırlı rahiplerden aldıkları bilgilerle de örtüşmektedir.
Günümüz bilim adamlarından çoğunun varlığını yadsıdığı Atlantis kıtasına dikkatleri çeken Yunanlı düşünür Eflatun; şöyle söyler: "O günlerde okyanusta gemi yolculukları yapılıyordu; sizin Cebelitarık Boğazı dediğiniz geçitin önünde bir ada; bu ada Anadolu ve Libya’nın toplamından daha büyüktü ve diğer adalara gitme yoluydu ve bu adadan geçerek esas okyanusu çevreleyen karşıdaki kıtayı katedebilirdiniz, çünkü Cebeli Tarık Boğazının etrafındaki deniz, yalnızca bir limandır, dar bir geçittir, fakat diğeri gerçek denizdir ve onu çevreleyen topraklar da kıta olarak anılmayı fazlasıyla hak eder."
İkinci Hanedan, Firavun Sent dönemi Mısır Papirüsünde şöyle belirtilmekteydi: "Firavun Sent, Atlantisin izlerini araştırmak üzere batıya bir araştırma ekibi gönderdi" Mısırlılar 3350 yıl önce beraberlerinde ana vatanlarının tüm bilgeliği ile birlikte oradan gelmişlerdi.”
Gerçekten de birçok eski kayıtta rahatlıkla görülebileceği gibi. Mısırlılar kendi kökenleri ile ilgili yaptıkları açıklamalarda, ısrarla atalarının çok eski zamanlarda Nil kıyılarına yerleşmiş yabancılar olduklarını ileri sürmekteydiler. Bir toplumun kendi ataları için kullandığı "yabancı" tanımlaması son derece düşündürücüdiir. Bu tanımlama tüm açıklığıyla, atalarının bu topraklara sonradan gelmiş kişiler oldukları anlamına gelir. Buna benzer bir başka yazılı kayıt da Herodot'a aittir: "Mısırlılar, Batı ülkelerindeki atalarının, yeryüzündeki en eski insanlar olduklarını söyleyerek övündüler."
Troano El Yazmasındaki kayıtlarda ise “ Erkek kardeşi Aak’ın öfkesinden kaçan Maya kraliçesi Moo ve yanındaki halkı yönünü batıya çevirdi ve dilleri tarzları, adetleri, dinsel kavramları, sanatları ve bilimleriyle birlikte gelerek ve önceden beri oraya yerleşmiş olan melez halkla karışarak bu topraklarda kök saldılar, büyük Mısır Uygarlığına ve asırlarca tüm dünyada ün salan güçlü Mısır İmparatorluğuna vücut verdiler.
Diodorus, Tarih adlı eserinde “Mısırlılar, atalarının çok eski zamanlarda Nil kıyılarına yerleşmiş yabancılar olduğunu öne sürmekteydiler. Anavatanlarının uygarlığını, yazı sanatını ve incelmiş bir dili beraberinde getirmiş olan bilge kişilerdi. Batan güneş yönünden yani batıdan gelmişlerdi ve en eski insanlardı.” diye yazmıştır.
Mısır'la yakın irtibat içinde olan ve bir kısmı Mısırlı rahiplerce eğitilen bazı Yunan Filozofları da, bu konuda benzer açıklamalarda bulunmuşlardır. Ayrıntıya girmeden sadece iki örnekle yetinmek istiyorum. Plutark "Solon'un Hayatı" isimli eserinde şunları söyler: "Solon Mısır'a gittiğinde Sais, Psenofis ve Heliopolis rahiplerinden olan Suçis kendisine 9000 yıldır Mısırlılarla Batı ülkelerinin arasındaki ilişkilerin kesik olduğunu anlattı. Çünkü Atlantis'in depremler, ötedeki bir ülkenin de tufanlar sonucu yıkılması sonrasında çamular, denizi geçit vermez bir hâle sokmuştu." Orfe ise tek bir cümleyle Mısır'ın kökenini özetleyivermiştir: "Mısır, Poseidon'un kızıdır."
MISIR’DA KÜLTÜREL YAPI, DİN VE KOZMOGONİ |
Her iki koloni gruplarının (Mayalar ve Atlantisliler) bilimsel birikim ve becerileri yavaş yavaş yerli halk tarafından benimsendi ve zaman içinde hepsi Mısır’a özgü sayıldılar. Maya ve Mısır dilindeki aynı anlama gelen çok sayıda kelime ve kelime kökünün mevcudiyeti, bunları konuşan kişilerin iç içe yaşadıklarını ve Maya ve Mısırlıların uzak batıdaki Atlantik Okyanusunun ardındaki topraklarda kök salmış aynı soy ağacına ait olduklarını kanıtlamaktadır. Kendileri de bu gerçeği iyi biliyorlardı ve bunu, konuyla ilgili olarak sorgulandıkları zaman, atalarının geldiği yön olan batan güneşe doğru işaret etmekle ifade ediyorlardı.
Mısır dilinin doğal olarak bu ilk yerleşik halkın sözcükleri ve sonradan gelen kolonicilerin konuştuğu dilin karışımının sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kolonicilerin dilinin Maya dili veya onun bir diyalekti olduğu yönündeki veriler ve kaşiflerin daha uygar kolonicilerin daha az kültürlü komşuları üzerinde daha etkin oldukları şeklindeki bulguları, yazıt ve papirüslerdeki haliyle Mısır dilinin bir bölümünün doğal bir icap olarak çok sayıda Maya sözcüğünden oluştuğu varsayımıyla son derece tutarlıdır. Mısır tarihi araştırmacılarından Le Plengeon yapmış olduğu araştırmalar sonucu; eski Mısır diline ait 700 kelimenin iki yüz tanesinin her iki dilde de aynı anlama gelen Maya sözcükleri olduğunu kanıtlamıştır. Bunların dışında her iki dilde de aynı kökten gelen fakat farklı son eklere ve ayrı anlamlara sahip sayısız sözcük vardır.
Maya mimarisi ve dilinden izler bulduğumuz herhangi bir yerde, geleneklerinin, kozmik kavramlarının ve dinsel vizyonları da karşımıza çıkmaktadır. Kozmogoninin tüm halklarda dinin temeli olduğu bilinir. Kadim Maya ve kadim Mısır kozmogonilerinin hemen hemen aynı oluşunu, gayet doğal olarak dinsel fikir ve tasarımları da benzemektedir, çünkü eserlerinde hep bunları somutlaştırmışlardır.
Bu noktada ilk Mısırlıların dini ve her ulusta olduğu gibi onlarda da dinin temelini oluşturan kozmogonik kavramları hakkında, papirüs ve yazıtların ifşa ettiği kadarıyla çok az bilgi bulunmaktadır.
Mısır Uygarlığının yüksek bir düzeye ulaştığı zamandaki durumu bilinmektedir ancak çocukluk ve büyüme dönemine ait çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Eğer eğitimli okutmanların elinde tahsil görmek için Mısır’a gidip Sırların İnisiyasyonuna kabul edilen Grek filozofları da olmasaydı, bugün Mısır rahiplerinin öğrettiği kozmogoni hakkında hiçbir şey bilmiyor olacaktık. Kadim Hermetik kitaplara göre Mısır kozmogoni öğretilerinden söz eden Iamblichus şöyle anlatır: “ Temel varlıkların öncesinde ve bütünsel ilkelerden önce tek Tanrı gelir, ilk Tanrı ve Kralın evvelidir, birliğinin yeganeliğinde sabit kalandır; O’nunla ne kavranılabilen karışmıştır, ne de başka bir şey … O ilktir, tüm şeylerin pınarı ve tüm birincil kavranılabilen varlık formlarının köküdür ve her şey kendi kendine hüküm süren bu tek Tanrı’nın ışımasıyla ortaya çıkmıştır; o durumda o kendisinin babasıdır ve kendi kendine hüküm sürendir çünkü O, ilk ilke’dir, tanrıların Tanrısıdır.” Ve yine, “Tüm varlıkların övüncü ve zirvesi Tanrı’dır ve Yaradan’dır ve ilahi Tabiat’tır. Var olan herşeyin ilkesi Tanrı’dır ve akıldır ve tabiattır ve maddedir ve enerjidir ve kaderdir ve nihayettir ve yenilenmedir. Bunlar derinlikte sınırsızca karanlıktı ve su ve zihinsel kuvvet sahibi süptil bir ruh kaosta mevcuttu. Fakat ilahi ışık karanlığı parçaladı ve su gibi bir cevherden unsurlar parçalar meydana getirildi.”
Öyle görünmektedir ki, tam bir gizlilik perdesi altında tutulan Sırlara inisiye olanlara aktarılan İlk Sebep’e ait metafizik düşünceler bu yöndeydi. Evren’in yaratılışıyla ilgili prensiplere merak duyan kişilere iletilen fikirlerden oldukça farklıydı. Damascius’un verdiği bilgilere göre, Mısırlılar varlıkların İlk Sebep’ine ait hiçbir şey ileri sürmüyorlar, yalnız onu tüm akli kavrayışın üstünde üç kere bilinmeyen karanlık olarak selamlıyorlardı. Mısırlıların Yaratıcıya verdiği çeşitli isimler bile, Mısır’da da Maya ülkesindekilerle aynı anlama gelen Maya sözcüklerdir.
Tüm bu bilgilerden de anlıyoruz ki; denizci olan Mayalar (Mu’dan göç edip kendilerine Mayalar adını veren koloniciler) gemileriyle çok uzak çağlarda, tüm denizlerde yelken açmışlar, birçok ülkede koloniler kurmuşlar, o yerlerin sakinlerini kozmogonik kavramlarıyla, dinsel ufuklarıyla, mimari ve dilleriyle, sanat ve bilimleriyle ve ilerlemiş medeniyetlerinin tüm diğer tabii sonuçlarıyla tanıştırmışlardı.Tüm Ortadoğu bölgesi, başlıca odakları Mısır olmuş olan Atlantislilerin ve Mayaların aktardıkları yüksek öğretileri almıştı. Yapılan araştırmalar Mısırlıların aritmetik ile binlerce yıl önce de haşır neşir olduğunu, kök karelerin hesaplanmasının, üçgenlerin geometrisinin, Fisagoruntriple teorisinin, trigonometri ve altmışlı gelişen sayılar teorisinin, üstelik de cebire başvurmaksızın bilindiğini söylemektedir.
Eski Mısırlılar matematiğin sırlarını iyi biliyorlardı. Fisagor onların tapınaklarında 22 yıl eğitim görmüştü. On rakamı Fisagorcuların en büyük biat yeminiydi. Fisagor sayılar bilgisini ve mistik anlamlarını Mısırlılardan almıştı. Piramitler, tevrattada sözü geçen büyük tufandan önce, Atlantis’ten gelmiş olan inisiyeler tarafından inşa edilmişlerdi. Bir taban üzerine oturan 4 üçgenden yapılmışlardı ve taban bir dörtgendi . 4 unsurla, yani hava, su, toprak ve ateş ile bağlantı halindedir; maddi dengeyi temsil eder. Kabalanın en önemli kitabı olan Zohar şöyle der: “İnsan ilahi tarafını bulmadan önce 4 kabuğunu da kırmak zorundadır. “ İnsan, birliği yeniden bulmadan önce içindeki baskıları ve çelişkileri ahenkli bir hale getirmek zorunda kalacaktır.
Pek çok yazılı belgeden anlaşılmaktadır ki Mısırlılar ;matematik, geometri mühendislik bilimleri ,astronomi,kimya ve tıp bilmi gibi pek çok önemli alanda günümüz ilimlerinden bile ilerideydi ve bu alandaki gelişmelerini bazı tarihçilerin açıklamaya çalıştığı gibi pratik ihtiyaçların karşılanması zorunluluğundan doğmuş olması pek akla mantıklı gelmiyor çünkü tüm bu saydığımız konulardaki bilgileri günlük pratik ihtiyaçların karşılanmasını fazlasıyla aşan bilgiler tarzındaydı.
Eski Mısır’ın uzun ve görkemli dönemi, inisiye firavunlar hanedanları boyunca sürdü. Bunlar beş hanedandı ve bunun ardından da gerileme başladı. Bundan sonra gelen firavunlar, atalarının yüksek bilgeliğine ve ilmine ulaşamadılar ve bu yüzden koruyucu Tanrılar da Mısır halklarından uzaklaştılar.Mısırlılar tıpkı ataları Mayalar’ın yaptıkları gibi, arkalarında bu dünyadan geçtiklerine dair muhteşem ve övgüye değer anıtlar bırakmışlardır. Hindistan, Hindi-Çin, Mısır ve Yukatan’daki harikulade mimarlık eserlerinin harabeleri bugün seyyahların hayranlıkla dolaştıkları yerlerin başında gelir. Tüm bunları anavatan Mu’nun tüm ilim ve bilgeliğinin göçler yoluyla bu bölgelere aktarılmasıyla açıklayabiliriz. Ancak J.C’ın yapmış olduğu araştırmalar sonucu Mu ve Atlantis kıtalarının batmasından sonra başta Mısır ve Hindistan olmak üzere diğer tüm uygarlıklar bir duraklama dönemine girmiştir.
Evet, Mısır'ın geçmişi dendiği zaman, böylelikle karşımıza iki farklı kültürün(Mayalar ve Atlantisliler) çıkmış olduğunu görüyoruz. Belli bir süre sonra bu iki temel kültür Mısır topraklarında birbirleriyle kaynaşıp, Mısır'a özgü tek bir kültürü ortaya çıkartmışlardır. Kaldı ki zaten Mısır'a gelen bu iki kültür de birbirlerinden kopuk değil, aksine birbirleriyle örtüşen özellikler sergilemekteydi. Bu nedenle iki kültürün Mısır topraklarında kaynaşması hiç de zor olmamıştır. 10.000 yılı aşkın bir süre inisiye rahiplerce son derece adil bir şekilde yönetilen Mısır, daha sonraları Firavunlar tarafından yönetilmeye başlandı. Aradan geçen yüzyıllar eskinin bilgeliğinden çok şey alıp götürmüştü. Bu süre içinde inisiye rahipler tam anlamıyla mabetlerine çekildiler.
Ünlü yazar I. Donnelly ise, başka kayıtlarda da karşımıza çıkan- Siriyadik ismi verilen bir ülkeden bahsetmekledir:
İlk ata Set, bilgelik ve astronomik bilgi kaybolmasın diye, daha önceden haber verilen ateş ve suyun meydana getireceği çifte felâkete hazırlık olsun diye, biri tuğladan diğeri taştan iki sütun dikti. Bunlar üzerine bilgi kaydedilmişti ve bu sütunlar Siriadik ülkedeydi. "Siriadik Ülke" ile ya Atlantis ya da Mu kastedilmektedir. Nitekim az sonra da göreceğiniz gibi bazı tarihi kayıtlarda Mısır'ın ilk yöneticisinin ismi "Surid" olarak geçmektedir. Bu ismin de "Siriyadik" isimiyle bağlantılı olduğu çok açıktır. Bu islmsel benzerlikle ilgili bir ba.şka örnek Kur'-an-ı Kerim'de de karşımıza çıkmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de Tufan'dan önceki uygarlıklar arasında sayılan ülkelerden birinin de adı "Senıud Kavmi" olarak geçmektedir:
"Sizden önce geçen Nuh, Ad, Semud milletlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size ulaşmadı mı?" (ibrahim Suresi: 14/9)
Ad, Semud milletleri ile Ress'lileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik." (Furkan Suresi: 25/38)
MISIR DA BİLİM |
YAZI VE DİL |
Yazı hemen hemen bütün dünyada resimle başlamıştır. Batı kültürü çerçevesinde bildiğimiz en eski yazı, Eski Mısır resim yazısıdır. Hiyeroglif yazı, Mısır’da icat edilen ve oradan Ege ve Anadolu’yu etkileyen, işaretleri resim özelliğindeki yazıların genel adıdır. Bu simgeler, Mısır dışında başka hiçbir uygarlıkla bağlantısı olmayan bir sisteme sahiptir.Antik dönemin en önemli yazı sistemlerinden biri olan Mısır yazısı,M.Ö. 4000'le M.S. 400 yılları arasında Mısır'da kullanılmıştır. Bu yazının işlenmiş biçimine hieratic ve demotik adlarını alır. Hiyeroglifi ilk olarak Champollion tarafından Rosetta taşı sayesinde 1822’de çözülmüştür. Rosetta Taşı Mısır’da bir kale yapımı sırasında Fransız askeri tarafından rastlantı sonucu bulunmuştur. Taş belli başlı üç Mısır tapınağına gönderilmek üzere üç farklı dilde yazılmıştır. Bu diller Demotik (mısır halkının kullandığı dil), hiyeroglif ve Antik Yunancadır. Taşın üç farklı dilde yazılması hiyeroglif yazısının esrarının çözülmesine vesile olmuş ve Rosetta taşı hiyeroglif yazısının esrarını çözen taş olarak tarihe geçmiştir.
Eski Mısır Yazısının Özellikleri
Mısır hiyeroglif yazısı, harflerden oluşan bir alfabeye dayanmıyordu. Eski Mısırlılar yazılarında işaretlerin yanısıra resimleri de kullanıyorlardı. Bu yazının fonetik öğeleri de vardı. İşaretler genellikle nesnelere karşılık gelirken bazıları da belli seslere ya da ses gruplarına karşılık geliyordu. Yani kimi resim ya da işaretler tek bir harfe karşılık gelirken bazıları 2 ya da 3 harfe birden karşılık gelirdi. Ayrıca başlı başına bir sözcüğü anlatan işaretler de vardı. Hiyeroglif yazısında yedi yüz dolayında işaret kullanılırdı. Binlerce yıl boyunca bunların sayısı çok az değişti. Çok karmaşık bir yazıydı bu. O nedenle okumayı ve yazmayı herkes bilmezdi. Hiyeroglifleri, yazıcı denen ve özel olarak eğitilen kişiler yazardı. Kuşkusuz o dönemde böylesi bir beceri, yazıcılara toplumda hem güç hem de saygınlık kazandırıyordu. Hiyeroglif yazısı hem soldan sağa hem de sağdan sola yazılırdı. Yazıdaki insan ya da hayvan yüzleri sola dönükse, soldan sağa, eğer yüzler sağa dönükse de sağdan sola okunurdu. Yazı için genellikle mürekkep ve fırçayla papirüs denen, sazdan yapılmış özel kâğıtlar kullanılırdı.
Kimi işaretler 1 harfe, kimileri 2, kimileri de 3 harfe bazılarıysa bir kelimeye karşılık gelir. Buna örnek olarak latin kökenli dillerde 'x' işaretinin Türkçedeki 'ks' harflerine karşılık gelmesi verilebilir. Ayrıca yazılan kelimenin anlamını güçlendiren ve tamamlayan çizimler de vardır. Mesela bastonlu adam çiziminin yaşlı kelimesini tamamlaması gibi. Bu yazım tarzı tapınak duvarlarında ve mezarlarda görülür. Bu tarzdan başka 3 yazım tarzı daha vardır. Bunlar daha çok papirüslerde görülür.
Eski Mısırlıların geliştirdiği hiyeroglif yazısının kökeni bilinmiyor. Tam bir tarih verilemese de hiyeroglif yazının milattan önce 3250’lerde icat edildiğine inanılır. 3000 yılı aşkın bir süre kullanılmasına rağmen bu dilin konuşulmaz, alfabesinin de birden okunamaz hale gelmesiyse bir muammadır. Andrew Robbinson’a göre dillerin yok olmasının politika, din ve doğal afetler gibi birçok farklı nedeni vardır. Büyük İskenderin Mısır’ı M.Ö. 332’de feth edip yönetimin el değiştirmesi, Yunancayı yöneticilerin dili yapmış, milattan sonra 4. yüzyılda Mısır resmi din olarak Hıristiyanlığı kabul ettiğindeyse hiyeroglifler artık çoktan tarih olmuştu ki bu sadece hiyerogliflerin değil ilerleyen yüzyıllarda hiyerogliflerle beraber 3 1000 yıllık koca bir uygarlığın de unutulması, yok olması anlamına gelmekteydi. Her ne kadar yazı sistemi olarak hiyeroglifler artık kullanılmasa da Mısır dili varlığını sürdürmeye Arap hâkimiyeti bu coğrafyaya gelene kadar devam etmiş ve Mısır, M.S. 640’larda Müslüman yönetimine geçtiğinde hiyeroglif tamamen unutulmuştu.
TAKVİM VE SAAT |
Takvim insanoğlunun en büyük icatlarından biridir. Bugüne kadar toplumlarda dini, sosyal, ekonomik ve idari amaçlar için zamanı yönetmek takvimler sayesinde olmuştur. Takvim, daha doğrusu iki ayrı takvim antik Mısırlılar tarafından icat edildi. Antik Mısırlıların takviminin kullanımı 5000 yıl öncesine kadar geriye gitmektedir. Bunlardan biri genel olarak dini bayramlari tertip etmede kullanılan ay takvimiydi. Diğeri ise, antik Mısırlıların günlük yaşamda ve idari amaçlara yönelik kullandığı güneş takvimiydi. Antik Mısırlıların Güneş takvimi bir yılı 365 güne böldüğünü bildiğimiz tek takvimdir, bu sebeple bugün kullanılan miladi takvimin de öncüsüdür.
AY TAKVİMİ :Güneş takvimi ortaya çıkıncaya kadar her türlü işi görüyordu. Bu takvim yılı, her biri ay çevrimine (29-30 gün) bağlı olan 12 aya bölüyordu. Her ay yeniay ile başlar ve o ay hangi bayram kutlanıyorsa onun adını taşırdı. Ay takvimi güneş takviminden 10-11 gün daha az olduğu için, iki üç yılda bir artık ay da denilen 13. ayı ekliyorlardı. Böylelikle takvim tarımsal mevsimlerle ve dini bayramlarla uyumunu devam ettiriyordu.bu takvimi, dinî bakımdan önemli günleri belirlemek için kullanıyorlardı.
GÜNEŞ TAKVİMİ: Antik Mısır tarihinin son dönemlerine doğru güneş takvimi kullanılmaya başlandı. Bu takvim tarım döngüsüne bağlı kalarak yılı üç mevsime ayırdı – Sel Mevsimi, Ekim Mevsimi ve Yaz Mevsimi. Bu mevsimlerin her biri 4 aydan oluşuyordu. Aynı zamanda Mısırlılar ayları, bizim şu an hafta olarak adlandırdığımız, her birine onluk dedikleri üç bölüme ayırmışlardı. Her onluğun son iki günü tatil sayılırdı (aynı bizim hafta sonlarımız gibi) ve Mısırlılar o günlerde çalışmak zorunda değillerdi
Mısırlılar takvimlerinde yılı 30'ar günlük 12 aya bölmüşlerdi. Bu 12 ay dışında her yıla 5 gün ilâve ediyorlardı. Böylece Mısırlıların takvimi şimdi olduğu gibi 365 gündü. , yani dünyanın çoğu yerinde kullanılan miladi takvimle neredeyse aynı gün sayısına ulaşılırdı. Bu İlave günler beş tanrının doğum gününü kutlamakla geçirilirdi – Osiris, Horus, Set, İsis ve Neftis. Bu günlerde de Mısırlıların çalışması beklenmezdi. Bu günlerin eklenmesinin amacı ise güneş takvimini ve güneş yılını hizalamaktı. Güneş takviminin kullanılmasının sebebi olarak idari amaçlar için yılların daha kesin olarak ayrılması olduğu ortaya atıldı.
Takvimlerini Sirius yıldızına göre ayarlamışlardı. Takvimlerinde güneş yılına göre tedrici bir kayma bulunmasına ve güneş yılını da bilmelerine karşın, takvimlerini güneş yılıyla ayarlamamışlardı. Tam tersine, güneş yılını kendi takvimlerine uydurmuşlardı. Neden güneşi değil de Sirius yıldızını seçmişlerdi ? Bu sorunun açıklaması bugüne kadar yapılamamıştır. Tek açıklama Sirius'un doğuşunun, Nil'in taşması sırasına (Temmuz ayı) rastlaması ve bir nevi taşkının habercisi olmasıdır.
SAAT :Mısır uygarlığında zaman birimi olan saat, bugün olduğu gibi, dünyanın kendi etrafında dönüşünün 24'de biri değildi. Mısırlılar, dinsel bazı inançlarla gündüzü 12 ve geceyi de yine 12 eşit parçaya bölmüşlerdi.Gece ve gündüz uzunluklarının mevsimlere göre değişmesi, bir gün önceki zaman aralıklarını ertesi gün geçersiz kılıyordu. Mısırlıların saat düzeni, yılda sadece iki kez, gece ve gündüzün eşit olduğu gün dönümlerinde bugün kullandığımız saat düzeniyle aynı oluyordu.Zaman aralıklarının her gün değiştiği bir sistemde, zamanı doğru olarak gösterecek bir saatin tasarım ve yapımı ancak bugün ulaşılan teknolojik olanaklar çerçevesinde düşünülebilecekken; Mısırlılar, çok değil daha 20-30 sene öncesinin teknolojisiyle bile olanaksız gibi görülebilecek bu çok zor buluşu, bundan 35 asır önce hayata geçirmişlerdi.
Bu bir su saati olup, bir örneği M.Ö. 1408 - 1372 yılları arasında yaşayan 3. Amonhotep zamanında inşa edilen Amon tapınağında bulunmaktadır.
Netice olarak, günün 24 saate bölünmesi Mısırlılardan başlayarak bugünlere kadar gelmiştir. Helenistik Çağ'da bu saatler Yunanlıların elinde, Mezopotamya sayı ve kesir sistemlerinin yardım ve etkisiyle 60'ar kısma, yani dakikalara, dakikalar da saniyelere bölünmüştür. Gökyüzüyle bu kadar ilgilenmelerine, çeşitli gök cisimlerini tanrıları olarak kabul etmelerine, yıldız kümelerini bilmelerine karşın, çok ilginçtir, eski Mısır'da astroloji yoktu.
TIP |
Eski Mısır’da tıbbın ulaştığı gelişmişlik düzeyi oldukça şaşırtıcıdır. Kazılarda ele geçen bulgular, arkeologların yanı sıra birçok tarihçiyi de hayrete düşürmüştür. Çünkü hiçbir tarihçi MÖ. 3000’lerde yaşamış eski bir medeniyetten böylesine gelişmiş bir teknoloji beklemiyordu.
Fiziksel beden ve tedavisi hakkındaki bilgiler bize diğerlerinden daha kesin olarak kalmışlardır. Bol sayıda Papirüsler (Smith Papirüsü, Ebers Papirüsü, Berlin Papirüsü, Kahun’un Jinekolojik Papirüsü) bizim için hayranlık verici bilgilerin kanıtıdır:
SMİTH PAPİRÜSÜ: 1862'de Edwin Smith tarafından Teb şehrinde bulunan cerrahi papirüs, bilinen tıbbî dokümanların en eskisidir. M.Ö. 2000 yıllarına aittir. Papirüste baştan ayağa sıra ile 40 kadar cerrâhî hastalık tedavisi ile bazı anatomik bilgiler verilir. Travmatizmalar, bu papirüste çok güzel anlatılmıştır. Mesela dudak yaralanmaları, evvela taze et tatbikinden sonra sütürle tedavi edilmektedir. Alt çene lüksasyonunda redüksiyon tekniği ise çok mükemmel olarak târif edilmiştir. Zaten bu teknik o devirden beri hiç değişmemiştir:
EBERS PAPİRÜSÜ: M. Ö. 1552 yıllarından günümüze ulaşmış bir medikal belgedir. 20.23 m uzunluğunda ve 30 cm genişliğindedir. Hiyeratik yazıyla yazılmış ve bilinen Eski Mısır medikalinin çoğu bilgilerini içermektedir. 110 sayfa parşömen tomarı 700 formül içerir. Halkın günlük yaşamda karşılaşabileceği ayak tırnağı ağrıları, timsah ısırması, yılan ısırması, akrep sokması, haşereler gibi problemlere tedavi edici yaklaşımlar yer almaktadır. Papirüs, barsak hastalıkları, oftalmoloji, dermatoloji, jinekoloji, doğum, gebelik teşhisi, gebelikten korunma, dişçilik ve apse, tümör, kırık ve yanıklarda cerrahi tedavi gibi kısımları kapsamaktadır. Depresyondan kurtarmak için kafatasına küçük bir delik açılması bu papirüste yer alır. Dolaşım sistemi doğru bir şekilde tanımlanmıştır. Eski Nil Vadisi'nde kalp en temel organ olarak kabul edilmiştir. Kısa bir psikiyatr kısmı vardır. Modern anlamda depresyonun tanımına eşdeğer bir tanım yapılmıştır. Bazı inanışlara göre bu papirüs M Ö. 3000'lerden bir kopyadır. Bu papirüs şu anda Leipzig Üniversitesi kütüphanesinde saklanmaktadır.
KAHUN PAPİRÜSÜ: 1889'da William Flinders Petrie tarafından Fayyum'da bulunmuştur. III. Amenemhat Dönemi'ne aittir. Oldukça parçalanmış olan papirüs, daha çok jinekoloji ile ilgilidir ve birçok paragraftan meydana gelir. Örneğin 19. paragrafta, doğum yapmaya müsait kadınların nasıl tespit edileceği; 20. paragrafta gebe kalınması için yapılan tütsüler; 20. ve 22. paragraflarda ise doğum kontrolü yöntemleri anlatılmıştır. Gebeliği önlemek için, timsah gübresi, 45 ml. Bal ve ekşi sütten meydana gelen bir karışım önerilmektedir. 3. bölüm (26-32. paragraflar) gebelik testi hakkındadır. Bu testlerden birinde, bir soğanın başı hastanın vajinasına yerleştirilir ve bir süre bekletilir. Ardından, hastanın soğanda algıladığı kokunun tarifine göre hamile olup olmadığı anlaşılır. Son bölümde, mesane ile vajina arasında meydana gelmiş bir fistül ve bel gevşekliği ile ilgili bilgiler verilmektedir.
Diğer bir örnek ise bazı ilaçlarla ilgilidir. 19. yüzyılda oldukça hızlı bir ilerleme kaydeden deneysel bilim sonucunda tıp alanında da büyük gelişmeler oldu. Antibiyotiğin keşfi de bu yüzyıldaki gelişmelerden biridir. Aslında bunlara “keşfedildi” demek hata olur, çünkü bu tekniklerin büyük bir bölümü Antik Mısır’da zaten kullanılıyordu. (3)Mısırlıların tıp ve anatomide ne kadar ileride olduklarını gösteren en önemli eserlerden biri de, kuşkusuz geride bıraktıkları mumyalardır. Mısırlılar mumyalama konusunda yüzlerce farklı teknik kullanmışlardır.
Mısırlılar, günümüz tedavi bitkilerinin ortalama üçte birini, şuur kaybettirici drogların doğum kontrolü etkilerini (örneğin Akazienspitzen tozundan tamponlar, modern preparatlarla aynı etkiyi gösterirler) biliyorlardı. Aynı zamanda jinekoloji hakkında birçok elle tutulur bilgi ve tecrübeye, aynı şekilde büyük operasyon tecrübelerine (hastaların yıllarca yaşayabildikleri kafatası delinmesi, burada sıkça anlatılır) sahiptiler. “Doktorun Sırrı”nda (Eber’in Papirüsü), kalp ve hareketleri, nabız atışı, kalbin metu-kanalları ile diğer organlara bağlantısı, maddelerin sirkülasyonu, hastalıklar, ateş, iltihap ve ağrının dindirilmesi bilgileri anlatılmıştır. Bunlar bizim iltihap mediatörleri, ağrıyı kesen maddeler, hormonlar ve benzerleri hakkındaki bilgilerimizin yanında oldukça moderndirler.
Bugün bilimsel tespit yöntemleri kullanılarak, mumyalar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda Antik Mısır’da beyin ameliyatlarının yapılmış olduğu anlaşılmıştır. (1) Üstelik bu ameliyatlar oldukça profesyonel yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Cerrahi operasyon geçirmiş mumyaların kafatasları incelendiğinde, ameliyat yerlerinin düzgünce kesilmiş olduğu görülmektedir. Hatta bu insanların ameliyattan sonra hayatta kaldıklarını ispatlayan, kaynamış kafatası kemiklerine rastlanmıştır. (2)
-Mısır’da tıpla ilgilenen rahipler, tapınaklarda çeşitli hastalıkları tedavi ediyorlardı. Mısırlı doktorlar, günümüzdeki gibi farklı alanlarda uzmanlaşmışlardı. Her doktorun kendine ait bir branşı vardı. Göz doktorlarından, dişçilere kadar her konuda ihtisaslaşmış hekimler hizmet veriyordu.
-Ayrıca Kom Ombo’daki bir başka tapınak duvarındaki rölyeflerde bir cerrahi alet kutusu resmedilmiştir. Bu kutuda büyük metal bir makas, cerrahi bıçaklar, testereler, sondalar, spatulalar, küçük kancalar ve pensler mevcuttu.
-Teknikler çok sayıda ve çok çeşitliydi. Kırıklar, çatlaklar tam olarak oturtuluyor, kırık tahtaları kullanılıyor ve yaralar dikişle kapatılıyordu. Mumyaların çoğunda çok başarılı bir biçimde tedavi edilmiş kırıklara rastlamak mümkündür.
-Mumyalarda herhangi bir cerrahi dikiş izine rastlanmamasına rağmen yara dikilmesi ile ilgili Smith Papirüsü’nde (bu papirüsün tamamı tıpla ilgilidir) on üç referans mevcuttur. Bu, Mısırlıların estetik yara dikimini de başarmış olduklarına işaret etmektedir. Yara dikiminde keten iplik kullanılıyordu. İğneler ise muhtemelen bakırdandı.
-Mısırlı doktorlar, steril yaralar ile enfeksiyonlu yaraları ayırt edebiliyorlardı. Enfeksiyonlu yaraların temizlenmesinde keçi yağı, köknar yağı ve ezilmiş bezelyeden oluşan bir karışım kullanıyorlardı.
-Penisilin ve antibiyotiğin bulunuşu oldukça yenidir. Fakat Eski Mısırlılar bu tür tedavilerin ilk organik versiyonlarını kullanıyorlardı. Ayrıca, Mısırlılar antibiyotiğin farklı çeşitlerini biliyorlardı. Belli türdeki hastalıklara uygun reçeteleri yazıyorlardı. (5)
-Beslenme, sindirim ve boşaltım konularında da büyük anlamlar elde edilmiştir. Önemli hastalık etkenlerinden biri olarak dışkının tıkanması (kabızlık) gösterilmiştir ki bu vücudun zehirlenmesine yol açıp, hemen boşaltılması gerekir. Mısırlılar Klistiere’yi ve boşaltıcı etkisi fazla olan (ishal yapıcı) ilaçları bilir ve bunları oldukça sık kullanırlardı. Aynı şekilde kan naklini ve vakumu da bilirlerdi. İshal yapıcı maddelerle ve artık maddelerin bağırsak, böbrek, deri ve akciğerlerden atılması ile 19. ve 20. yüzyılın doğal tedavi hekimleri tekrar ilgilenmeye başlamışlardır.
Görüldüğü gibi Mısır medeniyeti tıp konusunda oldukça önemli adımlar atmış, tedavi yöntemleri geliştirmiş, uzman doktorlar yetiştirmiştir. Yapılan kazılarda, tıp alanında sağlanan bu önemli başarıların yanı sıra, Mısırlıların şehir planlamacılığı ve mimari gibi konularla da çok ilgili oldukları ortaya çıkmıştır. Mısır’daki bilimsel gelişmelerin bu derece ilerlemiş olması ve günümüzdeki tekniklerin hastalara uygulanması eski devirler hakkındaki tüm yanlış inanışları da yıkmıştır.
Kaynaklar
1-Moustafa Gadalla, Historical Deception: The Untold Story of Ancient Egypt, Basted Publishing, Erie, Pa.USA, 1996, sf.295
2-Interview with Dr.Zaki Hawass, Director of the Pyramids, http://www.pbs.org/wgbh/nova/pyramid/excavation/hawass.html
3-Moustafa Gadalla, Historical Deception: The Untold Story of Ancient Egypt, Basted Publishing, Erie, Pa.USA, 1996, sf.296
4-www.trms.ga.net/~jtucker/lessons/ss/ancegypt.html
5-Afet İnan, Eski Mısır Tarihi ve Medeniyet, Türk Tarih Kurumu
MATEMATİK |
Binlerce yıl önce, mühendislik alanında harikalar yaratan Mısırlılar, günümüzde bile insanların hayranlık dolu bakışlarını üzerlerinde toplamayı başarabiliyorlar. “Bu başarının sırrı acaba ne?” sorusuna cevap bulmak için yapılan araştırmalar gösteriyor ki, Mısırlılar’ın başarılarının arkasında sahip oldukları üstün matematik bilgisi yer alıyor.
Mısırlılar’ın matematik yetenekleri bugün hemen hemen biliniyor olsa da bu bilgilere nasıl ulaştıkları henüz çözülebilmiş değil. Eski Mısır’daki matematik ile ilgili bilgilerimiz, temelde Rhind (Altta) ve Moskova papirüsleri olarak adlandırılan iki papirüse dayanmakta. Bu papirüsler sayesinde Mısırlılar’ın sayıları nasıl sembolize ettiklerini, dört işlemi nasıl gerçekleştirdiklerini şu anda biliyoruz.
Eski Mısır’da tıpkı günümüzdekine benzer bir şekilde 10’luk sayı sistemi kullanılıyordu ve her basamak tek bir sembol ile gösteriliyordu (Şekil-1). Örneğin Şekil-2’deki sembol dizisi, Eski Mısır’da 3244 sayısını temsil ediyordu. Bu sistem her ne kadar toplama ve çıkarmada çok iyi işlese de çarpma ve bölmede çok pratik olmamakta. Mısırlılar bu problemlerini, çarpma ve bölmeyi ikilik sayı sistemi yardımıyla toplama ve çıkarmaya dönüştürerek çözmüşler.
Astronomide, mimaride hatta tarımda bile matematiği kullanan Mısırlılar pi sayısından altın orana, karekök almaktan hacim hesaplamaya kadar birçok karmaşık matematiksel işlemi gerçekleştirebildiler. İşte bu yetenekleri sayesinde günleri hesaplayıp takvimi yarattılar, Nil nehrinin neden olduğu su baskınlarının dönemlerini belirleyip tarımlarını düzenlediler ve günümüzde bile eşi benzeri bulunmayan piramitleri inşaa ettiler. Her ne kadar Mısır hazineleri dendiğinde akla saf altından eşyalar gelse de, bu yazıda da gördüğümüz gibi asıl hazinelerinin paha biçilmez matematik bilgileri olduğu tartışılmaz bir gerçek.
METALURJİ |
Metalurji en genel anlamıyla, gerekli hammaddeler kullanılarak metal ve alıaşımlarının üretilmesi, saflaştırılması, şekillendirilmesi ve korunmasını içeren bilim ve teknoloji dalıdır. Eski Mısır medeniyeti incelendiğinde, bundan yaklaşık 3000 - 3500 yıl önce, Mısırlıların başta altın, bakır, demir olmak üzere çeşitli maden ve metallerin çıkarılması ve işlenmesi konusunda uzman oldukları görülmektedir. Metalurjinin gelişmiş olması, Antik Mısırlıların, cevherlerin bulunması, çıkarılması, işlenmesi alanlarında ileri bir teknolojiye ve aynı zamanda gelişmiş bir kimya bilgisine sahip oldukları anlamına da gelmektedir.
Yapılan arkeolojik çalışmalar M.Ö. 3400 yıllarında Mısırlıların bakır cevherleri hakkında detaylı çalışmalar yaptıklarını ve metal alaşımları meydana getirdiklerini ortaya koymuştur. 4. Hanedanlık döneminde (MÖ 2900 yılları), madenlerin araştırma ve işletmesinin en yüksek düzey yetkililer tarafından takip edildiği ve Firavunların oğulları tarafından denetlendiği bilinmektedir.
Mücevherlerdeki ince işçilik, profesyonel altın işleme malzemelerinin kullanıldığını göstermektedir. Gerekli araç gereç olmadan bu derece ince işlemecilik yapılamaz. Mısırlıların altın işçiliğinin kalitesinin ve inceliğinin, günümüz işlemeceliğinden hiçbir farkı yoktur.
Bakırın yanı sıra, eski Mısırlıların sıkça kullandıkları madenler ve metaller arasında demir de vardı. Bronzun üretimi için tin, camların renklendirilmesinde de kobalt kullanılıyordu. Mısır'da bulunmayan metaller ise başta İran olmak üzere diğer bölgelerden getirtiliyordu.
Antik Mısırlıların en çok kullandıkları ve değer verdikleri maden ise altındı. Mısır'da ve Antik Mısır'ın sınırları içinde olan bugünkü Sudan'ın belli bölgelerinde, eski Mısırlılara ait olduğu tahmin edilen yüzlerce altın maden yatağı bulunmuştur. Apollinopolis yakınlarındaki bir altın madeninin planının bulunduğu M.Ö. 14. yüzyıla ait bir papirüs, eski Mısırlıların altın madenleri konusundaki profesyonelliklerini ortaya koymuştur. Papirüste yer alan bilgilere göre, maden çevresinde sayısı 1300'den fazla evin yalnızca madende çalışanların konaklaması için inşa edildiği anlatılmaktadır. Antik Mısır'da altın işlemeciliği ve mücevher sanatının önemi, bu bilgilerden anlaşılmaktadır. Nitekim arkeolojik kazılarda bulunan, yüzlerce altından yapılmış, kullanım ve süs eşyası da, eski Mısırlıların altın madenciliği ve işlemeciliği konusundaki uzmanlıklarının bir göstergesidir.
Tüm bu bilgiler eski Mısırlıların maden yataklarını tespit edebilecek, bu yataklardan madeni çıkarabilecek, çıkan madeni işleyebilecek, ayrıştırabilecek ve yeni metaller oluşturabilecek bilimsel bilgiye ve teknolojiye sahip olduklarını göstermektedir.
ASTRONOMİ |
Eski Mısırlıların, Astronomi alanındaki bilgileri bakımından çağdaşları olan Babillilerden aşağı bir seviyede oldukları, veya en çok onlar derecesinde bulundukları anlaşılmaktadır. Eski Mısırlılar güneş ve ay tutulmalarını önceden hesaplamasını bilmiyorlardı. Yalnız, pratik hayat bakımından kendileri için önemliydi Nil'in kabarma ve taşma devrelerini ve tapınaklarını gereken yöne yöneltmek için de yaz gün durumunda güneşin doğduğu noktayı tesbit edebilecek kadar Astronomi bilgisine sahiptiler.
Meselâ sabit yıldızlarla gezgenleri birbirlerinden ayır ediyorlardı; binlerce senelik Astronomi gözlemlerinin kaydedildiği cetvellerden, Mısırlıların pratik olarak çıplak gözle görülmelerine imkân olmayan beşinci derece yıldızlarını bile tanıdıkları anlaşılmaktadır. Mısırlılar, insanlığ en büyük armağanları olan, ünlü takvimlerini yapmışlardı. Eski Mısırlılar seneyi dörder aylık üç mevsime ayırmışlardır; birincisi Nil'in taşması, ikincisi tohum atma, üçüncüsü ekin biçime devri idi. Bir ayı 30 gün olarak kabul etmişlerdir ki bu da yirmi dokuz buçuk gün süren bir kamerî ay zamanından az farklıdır. Resmî senenin ilk günü olarak, Siriüs yıldızının güneşle aynı zamanda doğduğunun görüldüğü günü kabul etmişlardir; bu da daha çok Nil'in en çok kabarık olduğu güne rastlıyordu.
MİMARİ |
Kerestenin az bulunur olmasından dolayı Antik Mısır'da en çok kullanılan iki inşa malzemesi kerpiç tuğla ve taştı. Taş olarak genellikle kireçtaşı kullanılmakla birlikte, kumtaşı ve granit de önemli ölçüde kullanılıyordu. Eski Krallık'tan başlayarak taş genellikle mezarlar ve tapınaklar için kullanıldı. Kerpiç tuğla ise kraliyet saraylarında, istihkâmlarda, tapınak çevresi duvarlarında ve şehirlerde ve tapınak komplekslerindeki ikincil binalarda kullanıldı. Mısır evleri Nil nehrinden çıkarılan balçıktan yapılıyordu. Kalıplara yerleştirilen balçık güneşin altında kuruyarak sertleşmeye bırakılıyor ve sonra inşaatlarda kullanılıyordu.
Antik Mısır'a ait birçok yerleşim yeri ortadan kayboldu, çünkü bunlar Nil Vadisi'ndeki tarım alanının yanına kurulmuştu ve bin yıl boyunca nehir yatağının yavaş yavaş yükselmesiyle buralar su altında kaldı veya bunların inşa edildiği kerpiç tuğlalar köylüler tarafından gübre olarak kullanıldı. Öte yandan eskileri üzerine yeni binalar inşa edildi. Neyse ki Mısır'ın kuru ve sıcak iklimi bazı kerpiç tuğla yapıları korudu. Bunların örnekleri arasında Deyr ül-Medine köyü, Kahun'daki Orta Krallık şehri ile Buhen ve Mirgissa'daki istihkâmlar bulunuyor. Aynı şekilde Nil taşkınlarından etkilenmeyen yüksek yerlere yapılan ve taştan inşa edilen birçok tapınak ve mezar da günümüze kadar ulaşmış bulunuyor.
Böylece antik Mısır mimarisi anlayışımız temelde dinsel anıtlara, çok az sayıda kapı ve penceresi olan, kalın, eğimli duvarlarla karakterize edilen masif yapılara dayanıyor. Bunlar muhtemelen kerpiç duvarlarda stabiliteyi sağlamak için kullanılan inşa yöntemini yansılıyorlar. Benzer bir şekilde, taş binaların oyulmuş ve düz bir şekilde modellenmiş yüzey süslemeleri kerpiç duvar süslemelerinden türemiş olabilir. Her ne kadar kemer kulllanımı Eski Krallığın altın çağı sayılan Dördüncü Hanedan (M.Ö. 2575 - M.Ö. 2467) sırasında geliştirilmiş olsa da bütün anıtsal binalar post-lintel konstrüksiyonlardır. Bunların düz çatıları vardır ve bu çatılar dış duvarlarla ve birbirine yakın sütunlarla desteklenen devasa taş bloklardan oluşur.
Mısır sivil mimarlığında daha çok kerpiç ve ahşap kullanılmış, sütun altlığı, lento gibi yerlerde uygulanan taşa çok az yer verilmiştir. En iyi korunmuş konutlar Deyrü’l Medine’deki işçi evleridir. Taştan yapılmış olmalarıyla da kuraldışı olan bu evlerde bir yatak odası, bir konuk ağırlama odası, erzak depoları ve üstü açık mutfak vardır. Yüksek düzeydeki görevlilerin evleri daha büyüktür. Firavun Ahenaton’un kurduğu Tel el Amarna kentindeki konutlar arasında 30 odalı olanlar vardır. Duvarları resimlerie süslü bu evlerde ayrıca banyo ve tuvalet de bulunmaktadır. Büyük odaların tavanını taşıtmak için ahşap dikmeler kullanılmıştır. Bir bölümünün üst katının da bulunduğu sanılmaktadır. Oldukça küçük olan pencereler aydınlatmadan çok, hava akımı sağlamaya yararlar.
EBU SİMBEL TAPINAĞI
Mısır’da, Nil Irmağı’ nın batı kıyısında, Kahire’nin yaklaşık 1.217 km uzağında Asvan’da Mısır’ın en güçlü firavunlarından biri olan Firavun II. Ramses’ in döneminde yaptırdığı üç tapınaktır. Nil kıyısındaki kumtaşından dağa oyulmuştu ve yapımı yaklaşık 20 yıl sürmüştü. Tapınaktaki heykele, Şubat ve Ekim olmak üzere yılda iki kez, 2. Ramses’in doğum gününde ve tahta çıktığı gün güneş vuruyor.Merkez kapının iki yanında kral ailesinin soylularını betimleyen ikişer ikişer simetrik düzende yerleştirilmiş dört büyük heykelin yanında ek olarak kraliçe ve çocuklarına ait heykellerde bulunmaktadır.Toplamda 3 tapınaktan oluşan Ebu Simbel tapınağın İkinci tapınağı birincinin hemen güneyinde yer almaktadır. Bir oda ve kesmeyle ayrılmış küçük bir bölmesi daha vardır. Duvardaki resimlerle bakıldığında buranın eski dönemlerde hazine bölmesi olarak kullanıldığı açıkça görülmektedir. Üçüncü tapınak ötekilerden derince bir vadiyle ayrılmış ve Hathora adanmıştır. Önyüzünde Ramses’in ve eşi Nefertari’nin betimlendiği ve oldukça başarılı altı heykel bulunmaktadır.
KARNAK TAPINAĞI
Karnak Tapınakları M.Ö 1391-1351 tarihleri arasında III.Amenhotep’un saltanat sürdüğü, egemenlik kurduğu dönemde şehrin tam ortasına 18. Hanedanlık döneminde Firavun III.Tutmosis tarafından inşa edilmeye başlanmıştır. Ardından Tutankhmanon ve Horemheb tapınağa eklemeler yaparak tapınağı tamamlayan II.Ramses olmuştur. Her gelen firavun (yaklaşık 30 firavun) ondan öncekinin daha iyisini yapmak, kendinden izler bırakmak için tapınağa bir şeyler eklemiştir.Karnak tapınağı hâlen dünyanın en büyük tapınaklarındandır. Karnak tapınağının çeşitli bölümleri vardır. Hipostol bölümünde yakın aralıklarla 10 metre yükseklikte 134 masif sütun bulunmaktadır. Diğer bölümlerde 12-21 metre yüksekliğinde çapları 3 metreden fazla olan ve ancak altı insanın elele tutuşmasıyla çevreleyebildiği sütunlar vardır. Sadece bu sütunların dengede kalmasını sağlayabilmek bile, çok hassas teknolojik bilgiye sahip olmayı gerektirir.Karnak tapınağının girişinden bakıldığında sol ve sağda bulunan yapıları görürsünüz ortası ile boş bir şekilde durmaktadır. Ortada bulunan boşluk güneşin muazzam bir gün doğumunu göstermektedir. Turistlerin ilgisini fazlasıyla çeken bu görsel harika sabahın erken sularında gün doğumunu aileleri ile ya da arkadaşlarıyla beraber izlemek için gelmektedirler.
DENDERA TAPINAĞI:
Tanrıça Hathor’a ithaf edilen Dendera Tapınağı, binlerce yıl önce Mısırlılar tarafından inşa edilmiş en gizemli eski tapınaklardan biridir. Dendera’nın 2,5 km kadar güneydoğusundaki bu antik tapınak, en iyi korunmuş Mısır komplekslerinden biridir. Özellikle de merkez tapınağı sayesinde 19. yüzyılın ortalarında Auguste Mariette tarafından ortaya çıkana kadar kum ve çamura gömülmüştür.Alan, Abydos’un güneyinde, Üst Mısır’ın altıncı adasına aitti.
Kompleks şunlardan oluşur:
Hathor tapınağı (ana tapınak),Isis’in doğuş tapınağı,Kutsal Göl,Sanatoryum Şunlar ise Mısır dan sonra hiristiyanlar ve romalılar tarafından eklenmiştir Nectanebo II Mammisi,Hıristiyan Bazilikası,Roman Mammisi,Bir Barque tapınağı,Domitian ve Trajan ağ geçitleri,Roma Köşkü
LUXOR TAPINAĞI
HATŞEPSUT TAPINAĞI
KOM OMBO
EDFU TAPINAĞI
Bunların dışında Antik Mısırda Geometri, Ezacılık, Edebiyat, Madencilik, Gemi yapımı,
ANTİK MISIR İCATLARI |
Antibiyotik: Eski Mısır insanları 20. yüzyıldan çok daha önce antibiyotik yapımını biliyor ve kullanıyorlardı. |
Bira: Birayı ilk bulanlar Eski Mısırlılardır.Bira mısırda 4500 yıldır biliniyor ve içiliyordu. |
Bowling: İngiliz antropolog Flinders Petrie, arkeolog ekibiyle birlikte, 1930 yılında Mısır’da yaptığı çalışmalarda bowlinge benzer bir oyunun oynandığına dair kanıtlar bulmuştur. Kahire yakınlarında bulunan antik bir yerleşkede milattan önce 3200 yılına ait olduğunu düşündükleri, oyulmuş şeritlerden oluşan bir oyun odası buldular. Burada yaklaşık 4 metre uzunluğunda, 20 santimetre genişliğinde ve 10 santimetre derinliğinde bir kanal ile çeşitli büyüklüklerde toplar bulundu.Odanın içerisinde dört parmak girişi bulunan farklı ebatlarda toplar da bulundu. Oyunun amacı şu an olandan biraz daha farklıydı. Oyuncular şeritlerin iki tarafına diziliyordu ve dubaları nişan almıyorlardı. Asıl amaç topu, ortadaki delikten geçecek şekilde atmaktı. Yarışan iki takım aynı şeyi karşılıklı uçlardan yapmaya çalışıyordu. |
Cam: İnsanların el sanatı olarak cam üretip kullandıklarına dair ilk kanıt, M.Ö. 3500’de Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarında bulundu. Mısırlılar, sıkıştırılmış kum kalıplarını erimiş cam içine batırarak ve soğutulan bir levhanın üzerine haddeleme yöntemini uygulayarak çeşitli vazolar yapmanın etkili bir yolunu keşfetmişlerdi. Bulunan Mısır vazoları, M.Ö. 1500 yıllarına dayanıyordu. |
Doğum Konturolu: Eskiden kullanılan doğum kontrol yöntemlerinden bir diğeri ise bilim konusunda oldukça ilerde olan Antik Mısır’da ortaya çıkmış. M.Ö 1550 yılına ait bir papirüste nemlendirilmiş yüne akasya, hurma ve bal sürülerek tampon yapma tarifine rastlanıyor. Bu karışımın tarihte yapıldığı bilinen ilk tampon olduğu biliniyor. Bunun yanında bu yöntem, aynı zamanda işe yarayan antik doğum kontrol metodlarından biri. Günümüzdeki gebelik önleyicilerde de kullanılan laktik asit, bu tarifte de bulunuyor. |
Diş fırcası ve Diş Macunu: Eski zamanlarda diş temizliği için çeşitli yöntemler kullanılmaktaydı. Ancak Mısırlılar ağız sağlığına yardımcı olmak için özel olarak üretilen ilk diş macunu icat ettiler. Bazı Mısır mezarları içinde bir ucunda yıpranmış bir daldan oluşan diş fırçaları bulundu. |
Fayans: Fayansı, yarı değerli bir taş olarak kabul ediyorlardı. Kil olmayan seramik olarak fayans, silikon dioksit, az miktarda kalsiyum oksit ve sodadan (sodyum oksit) yapılır ve renklendirici olarak bakır kullanılır.Bu malzeme tespih tanesi, çini, heykelcikler ve diğer küçük eşyaların yapımında kullanıldı. Fayans üretmek için çeşitli yöntemler kullanılabilir, fakat tipik üretim tekniği, kilden bir kalıp üzerine sıvanan toz malzeme daha sonra fırınlanmasıdır. Mısırlılar, bu tür işlerde kullandıkları "Mısır mavisi" olarak bilinen bir boya maddesi ürettiler |
Gebelik Testi: Eski Mısır’da gebelik şüphesi bulunan bir kadın, her sabah buğday ve arpa dolu iki torbaya idrarını yaparmış. Gebelik şüphesi bulunmayan bir kadında aynı işlemi gerçekleştirirmiş. Eğer gebe olduğu düşünülen kadının idrarını yaptığı torbalar, gebe olmadığı düşünülen kadının torbalarından önce çimlenirse, bu gebe olduğu anlamına gelirmiş. Ancak iki kişinin torbaları da aynı anda çimlenirse bu kadının gebe olmadığı anlamına gelirmiş. Gebe olan kadının idrarı fazlasıyla hormon içerdiğinden onun idrarını yaptığı torbalar daha önce yeşerirmiş. Tıpkı günümüzde meyve ve sebzelerin mevsiminden önce yetişmesinde hormon kullanımının olması gibi |
Göz Kalemi: Kökleri Antik Mısır'dan gelen eyelinerın kullanımı, bugünkü kullanımımıza pek benzemiyordu. Kömür tozu formunda bulunan "eski sürüm", estetik amaçları dışında gözleri güneş ışınlarından ve hastalıklardan koruma amacıyla sürülüyordu. |
Hava Temizleyicisi (Klima): Mısırlılar , evi serinletmek için pencereye ıslak hasır asardı. Çünkü eve giren hava, hasırdaki suyu buharlaştırırken soğurdu . Evi serin tutmak için “rüzgar kulesi” denilen sistem, Mısır’da geliştirildi . |
Kürdan:Birçok mezarın ve piramitlerdeki lahitlerin içinde kürdan kalıntıları bulunduğu geçiyor kayıtlarda |
Kapı Kilidi: Bu kilit örneklerine, hem piramitlerde, hem de o tarihlerden kalma alçak kabartmalarda rastlanmıştır. Söz konusu kilitler, içi boşaltılmış dili bulunan pimli bir türdü. Anahtarı, eğri ucunda pimler bulunan, yassı bir tahta çubuktan oluşurdu.Anahtar kilide sokularak yukarı doğru kaldırıldığında, pimler, lokmadan dilin içine sarkan pimleri yukarı doğru kaldırıp, dilin geri çekilmesini sağlardı. Bu kilitler yaklaşık 60 cm büyüklükte yapılıyordu.Mısırlıların yaptığı kilit tasarımları şaşırtıcı bir şekilde bugün kullandığımız mekanizmalara benzemektedir. Mekanizmalar genelde ahşap ya da pirinçten yapılırdı. |
Makyaj:-Hem kadın hem erkek tüm mısırlılar makyaj yapıyorlardı Göz boyaları, bakırdan yapılmış yeşil veya kurşundan yapılmış siyah renkte olurdu. Mısırlılar makyajın iyileştirici gücü olduğuna inanırlardı. Başlangıçta makyaj süslenme amacından çok, Güneş’ten korunma amacını taşıyordu. Ayrıca Allık, yüz pudurası, ruj da Antik mısırda icat edilmiştir |
Masa: Yine masayı tarihde ilk icat eden Mısırlılardır. Taş bir yüzeyden yapılma olan ve nesneleri yerden yukarıda tutmak için Mısırlıların kullanılan masa, insanların çevresinde oturması için kullanılmamaktaydı. Yiyecek ve içecekler geniş çanaklı tabaklara yerleştirilirdi. |
Nane Şekeri:Sarımsak ya da soğan yedikten sonra ağız kokusu bugün olduğu kadar eskiden de büyük bir sorundu. Günümüzde olduğu gibi eski Mısır’da da ağız kokusu kötü diş bakımının belirtisi olarak görülüyordu. O zamanlar ekmek yapmak için un öğütmede kullanılan taşlar çok fazla kum çıkmasına yol açıyordu ve bu da ekmeklerine giriyor ve dişleri enfeksiyona açık hale getiriyordu. Mısırlı tıp uzmanları dişlerini ve dişetlerinin korumak için tütsü, mür ve tarçının balla kaynatılıp hap şekli verilerek oluşturulmuş dönemin nane şekerini keşfettiler. |
Öksürük Pastilleri: Mısır Yirminci Hanedanı'nda, M.Ö. 1000 yıllarına kadar, boğazını yatıştırmaya yarayan şekerler, turunçgiller, otlar ve baharatlarla tatlandırılmış baldan yapıldı. |
Peruk: Eski Mısırlılar bazı konularda ikilem yaşıyorlardı. Saçlarının güneş ışınlarına maruz kalmasını istemediler, aynı zamanda hem baş derisi Güneş ışınları tarafından kavrulurken hem de kişisel moda nedenleriyle tamamen kel olmak da istemediler. Normal bir saç kadar sıcak tutmayan geçici bir saç tüylerine ihtiyaç duyuyorlardı. Elbette ki cevap, peruktu.Mısırlıların peruk takmasının diğer nedeni ise bit oluşumunu engellemesiydi. Zengin ve varlıklı insanlar gerçek saçlardan oluşan ve oldukça pahalı olan perukları kullanmaktaydılar. |
Polis Teşkilatı: Orta Krallık zamanında kurulan bu teşkilat, milattan önce 2500 ve 1800 yıllar arasında görev yaptı. En sadık savaşçılar ve yabancı paralı askerlerden oluşuyordu. Bu teşkilatın üyeleri silah ya da benzeri aletlere sahip değildi. Köpekler ve eğitimli maymunlar eşliğinde dolaşırlardı. Bugünkü polislerin yaptıkları görevler dışında Eski Mısır polisleri vergi memurlarını da korurlardı. Polis memurları halkı, vergilerini zamanında ödemeleri için zorlama hakkına sahiplerdi. Hatta teşkilat içerisinde dedektifler bile vardı. O zamanlara göre en büyük mezar soygunlarını araştırmaları için oluşturulmuştu bu birim. |
Papirus (Kağıt): MÖ 4300 Yıllarında mısırda Papirüs kağıt îmâlinde de kullanıldı. Bunun için sapların tabakaları hafif hafif dövmeyle ayrılır. Sonra bunları 5-6 cm eninde, 25-30 cm boyunda şeritler hâlinde keserek uç uca ve yan yana yapıştırarak sayfalar hâlinde tabakalar yaparlardı. Bu tabakalar perdahlanır, böceklerin yememesi için üzerlerine sedir yağı sürülürdü. Bu tabakaların üzerine kamış kullanarak mangal kömürü, sübye ve başka maddelerden meydana gelen mürekkeple yazı yazarlardı. Yapılması, parşömenden çok daha ucuza mâl olduğu ve uzun zaman muhâfaza edilebildiği için, papirüs, edebî yazılardan resmî yazışmalara kadar çeşitli alanlarda kullanılmıştır. |
Tıraş Bıçağı: Saç ve sakal konusunda titiz olan Mısırlılar saçın temiz olmadığını düşünüp saçlarını kısa keserlerdi ya da her gün traş olurlardı. Bu sebeple Mısırlılar ilk traş aletlerini keşfettiler. |
Temizlik ve Kişisel Bakım: Ayrıca Eski Mısır da temizlik ve görünüm büyük önem taşıyordu Çoğunlukla hayvansal yağ ve kireçtaşı tozundan yapılan yumuşak sabunla yıkanıyorlardı. Erkekler temiz kalmak için bıyık ve keçi sakalı dışında tüm bedenlerini traş ediyordu. Her iki cins de kötü kokuları gidermek ve cildi yumuşatmak için kokulu merhem, parfüm ve yağ kullanıyorlardı. İşçilere yağ ve merhem, haftalık ücret gibi veriliyormuş. Ramses III zamanında yağ verilmediği için işçilerin şikayetleri kayda geçirilmiş. Bu derece önemli olmasının nedeni Güneş ve kum rüzgarlarının ciltte yarattığı kuruluktu. |
Sünnet: Antik Mısır'da erkeklerin sünnet olduğunun kanıtlarının yanı sıra, toplu sünnet etkinliklerinin yapıldığı, aynı günde 120 erkeğin sünnet olduğu kutlamalar düzenlendiği kayıtlara geçmiştir. |
Sabun:hayvansal yağ ve kireçtaşı tozundan yapılan yumuşak sabun kullanılarak yıkanılırdı. |
MISIRIN TANRILARI KİMLERDİ |
Amen (Amon, Amun, Ammon, Amoun): Amen'in adı “saklı olan” demektir. Amen ilk zamanlardan itibaren Teb şehrinin baş tanrısıdır ve Hermopolis rahiplerine göre yaşayan yaratıcı tanrı olarak görülmüştür. Kutsal hayvanları kaz ve koçtur. Orta krallığa kadar Teb'de yerel bir tanrıydı fakat Tebliler Mısır'da hükümdarlıklarını kurduklarında Amen kalıcı bir tanrı oldu ve 18. Sülale tarafından Tanrıların kralı olarak adlandırıldı. Ünlü tapınağı Karnak, insan tarafından yapılmış en büyük dini yapıdır. Bugde'ye göre, 19 ve 20. Hanedanlar Amen'in “görünmeyen yaratıcı güç” olduğunu cennetteki, dünyadaki, engin derinlerde ve yer altı dünyasındaki hayatın temeli olduğunu düşünürler ve kendisini Ra'nın formunda gösterir. Artı, Amen ihtiyacı olan her adanmış dindarın koruyucusu olarak karşımıza çıkmıştır. Sonraki inanışa göre Amen kendi kendini yaratmıştır. Önceki Teb'li inanışa göre Amen Thoth tarafından başlangıçta varolan sekiz tanrıdan biri olarak yaratmıştır. (Amen, Amenet, Heq, Heqet, Nun, Naunet, Kau, Kauket) Yeni karllık boyunca Amen'in eşi Mut, “Anne” idi ve bunun Mısır'lı eşiti “Büyük (ulu) anne” olarak görülmektedir. Bu ikili (Mut ve Amen) Tanrı ve Tanrıça Çiftini oluşturur, bu diğer inanışlarda da görülür. Oğulları ay tanrısı Khons'tur. |
Amset (İmsety, Mestha; Golden Dawn, Amseth): Horus'un dört oğlundan biridir. Ölülerin karaciğerinin koruyucusudur ve Tanrıça İsis tarafında korunur. |
Anubis (Anpu; Golden Dawn, Ano-Oobist): Nepthys'in oğlu; bazı inanışa göre babası Sethi, bazısına göreyse Osiris'ti (hatta bazı inanışa göre ise annesi İsis'ti). Anubis çakal olarak resmedilmiştir ya da çakal başlı tanrı denmiştir. Çakal Tanrı. Çakal'ın lahitleri kolaçan etme eğilimi nedeniyle, ölülerle ilişkili olmuştur ve eski mumyalamanın kaşifi olarak bilinir be tapılır. Onun görevi ölüleri korumak ve yüceltmektir. Anubis aynı zamanda Upuaut (opener of the ways- yolların açıcısı) olarak bilinirdi ve tavşan başıyla gösterilirdi. Kıyamet günü için ölülere rehberlik ederdi ve ölüleri yeraltındaki ikinci ölümden korumak için gerçeğin derecelerini (Scales of Truth) gözlerdi (izlerdi). |
Anuket: Yukarı Mısır'da, Elefantin'in çevresinde, Anuket, Khunum ve Sati'nin (kızları olarak) tapılmıştır. Kutsal hayvanı gazeldi. Soğuk su dağıtıcısı olduğuna inanılır ve kendi insan kafasına tüylü bir taç giyerdi. |
Apis: Muhtemelen sadece hayvan olarak betimlenmiş ve hiçbir zaman hayvan başlı bir insan olarak gösterilmemiş eski bir Mısır Tanrısıdır. Apis çoğunlukla Ptah'la bağlantılı olmuştur ve kültünün merkezi Memphis'tir. Aslında Apis verimlilik tanrısıdır. Güneş diski ve uraeusserpent'ten oluşan boğa tacıyla betimlenmiştir. Kutsal Apis boğası Memphis'te bulunurdu ve Serapum'da büyük bir kitle halinde Apis boğalarının mezarı bulunuyor |
. Bastet: Kedi tanrıça. Bubastis'in Delta şehrinde tapılmıştır, kedilerin ve onlara önem verenlerin koruyucusudur. Sonuçta evde önemli bir tanrıça (kediler değer kazandığıdan beri) ve ayrıca ikonografide önemlidir. (Papirüste güneş tanrısına saldıran yılanın kediler tarafından öldürüldüğü resmedilmiştir. Dişi aslanın tanrıçası Sekhmet'in yardımsever tarafı olarak görülmüştür. |
Bes: Tanrıların cüce soytarısı. Afrikalı ya da sematik kökenli tanrı, Mısır'a 12. Silale döneminde gelmiştir. Sakallı, vahşi görünümlü komik bir cüce olarak ve yuvarlak bir yüzle resmedilmiştir (Mısır'ın sanatsal geleneklerinden farklı). Müzik, iyi yemek ve rahatlamak gibi aile zevklerinin tanrısı olarak sayılır. Ayrıca çocukların eğlendiğicisi ve koruyucusudur. |
Duamutef (Tuamutef; Golden Dawn, Thmoomathpf): Horus'un 4 oğlundan biri. Duamutef çakal başlı mumyalanmış bir adam olarak gösterilmiş. Ölünün midesinin koruyucusudur ve Tanrıça Neith tarafından korunur |
. Edjo: Delta'nın yılan tanrıçası, Aşağı Mısır'ın sembolü ve koruyucusu, Yukarı Mısır'ın tanrıçası Nekhbet'in tamamlayıcısıdır. Kralın tacının bir parcası olarak giyilirdi. |
Geb (Seb): Yeryüzünün tanrısı, Shu ve Tefnut'un oğlu. Nut'un kardeşi ve kocası, Osiris, Set, İsis ve Nephthys'in babasıdır. Kutsal hayvanı ve sembolü kazlardı. Genelde yeşil ve siyah tenli olarak gösterilmiştir. Yeşil yaşayan canlıların rengi ve siyah ise Nil'in bereketli çamururun rengidir. Geb kötülerin ruhlarını tutuklu tutacak ve onları cennede çıkarmayacaktı. Diğer geleneklerde yeryüzünün dişi olmasıyla çelişerek Geb'in erkeğe özgü (erkeksi) olmasıyla göze çarpar. |
Hapi: Horus'un dört oğlundan biridir. Babun kafalı mumyalanmış adam olarak görülüyor. Ölülerin ciğerlerinin koruyucusudur ve Tanrıça Nephthys tarafından korunurdu. Hapi ismi farklı hiyerogliflerle ifade edilmişti; çoğunlukla ama herzaman olmamak kaidesiyle Nil Nehrinin tanrısının ismiydi. Hapi, tacı zambaklardan (yukarı Nil) ya da papirus bitkilerinden (Aşağı Nil) yapılmış şişman bir adama benzetilmiştir. |
Harpocrates (Hor-pa-kraat: Golden Dawn, Hoor-par-kraat):“Çocuk Horus”, İsis ve Osiris'in oğlu, emzirilen küçük bir çocuk, Yukarı Mısır'ın büyük tanrısı yetişkin Horus'tan ayrılmıştır. Parmak emen genç bir oğlan olarak gösterilmiştir. Golden Dawn sessizliği ona ithaf etmiştir; çünkü tahminen parmağını emme hareketi genelde bilinen “shhh” ifadesini akla getiriyor. |
Hathor (Het-Heru, Het-Hert): Mısır'ın çok eski bir tanrıçasıdır, inek tanrı. Hator ismi yunan uyarlamasıdır. Het-Hert (the house above) ve Het-Heru (Horus'un evi)'nun değişik biçimlerinden yozlaştırılmasıdır. İki terim de onun gökyüzü tanrıçası olduğuna işaret ediyor. Sık sık İsis'le eşdeğer tutulmuştur. Hator Edfu'da Horus'un partneri olarak tapılmıştır. Teb'de ölümün tanrıçası olarak düşünülmüştü. Ayrıca o aşkın dansın alkolün ve yabancı toprakların koruyucusuydu. |
Heqet: Kurbağa başlı başlangıçta var olan tanrıçalardan, Hermopolis'teki 8 tanrıdan biri olarak inanılır ve Antinoe'deki Khunum'un partneri olarak görülür. |
Horus: Osiris´le İsis´in oğlu, Mısır tahtını miras almıştır. Hatta taht için Seti ile olan savaşları Mısır mitolojisinde onemli yer tutar. Cennetin hükümdarı aynı zamandada Mısır´ın kralı Horus´un cennetin kralı, yeryüzünün kralı ve kutsal şahin olmak uzere Teslis (uçlü) kavramı Mısır dininin yerleşik yönü oldu. Horus´un evrensel olduğu ve ezelden beri var olduğu fikri, 1. hanedanlığa kadar uzanır ki, bu da Piramit yazılarında belirtilmiştir. |
İsis: Sanat Tanrıçası. Osiris´in karısı ve kız kardeşi. Horus´un annesi, aşk tanrıcası ve İştar, Aşera, Asherah, AsTarte, Sibel, Afrodit ve Venüs´ün karşıtıydı. Büyük bir anne ve eş olarak, bütün dişi ilahların en popüleri oldu. |
Khepri (Keper): Eski Heliopolitan büyük şehir bilimine göre yaratıcı tanrı ve Atum ve Ra ile karışmıştır. Mısırca kökeninde “Kheper” birkaç anlama gelir, bazısına göre en çok dikkat çeken “yaratmak” ya da “dönüştürmek” fiilidir, ayrıca “bok böceği” sözcüğüne denk gelir. Bok böceği, güneşin sembolü sayılırdı. Dışkısının çevresine yumurtalarını bırakırdı ve bok böceği güneş tanrısı sembılü sayılırdı. bok böceği güneşi gökyüzüne doğru iterdi. |
Khnum: Koç başlı insan olarak görünürdü. Antinoe ve Elefantin'de tapılıyordu. Çömlekçi çarkında insanlara şekil veren, yaratıcı tanrılardan biriydi. Onun arkadaşları(partnerleri) Heqet, Neith ve Sati'ydi. |
Khons (Chons): Teb'in büyük (triad)larının 3. Üyesi (ailesi Amen ve Mut'la). Khons ayın tanrısıydı. Onun hakkında en çok bilinen hikaye Thoth'la senet (passage) denen eski bir oyun oynarken ışığının bir kısmına bahse girmiş. Thoth kazanmış, ışığının bir kısmını kaybettiği için Khons bir ay boyunca tüm ihtişamını gösterememiş ve batıp tekrar büyümek için beklemesi gerekmiş. Karnak'taki çevrili olan tapınak ona adanmıştır. |
Maat: Çeşitli geleneklere göre Thoth'un karısı Ra'nın kızı olduğu düşünülmüştür. Maat'ın adı “gerçek” ve “adalet” hatta “kozmik sıralamayı” ifade eder İngilizce'de net bir söylenişi yoktur. Maat'ın konseptiyle bir kişileştirme ve biraz da mitoloji vardır. Maat saçında devekuşu tüyü olan uzun boylu bir kadın olarak belirtilmiştir. O ölümün kararı için vardı ve tüyü ölünün saf ve dürüst bir hayat yaşamış olup olmadığına karar vermek için ölünün kalbini dengelerdi. |
Min (Menu, Amsu) |
Nut (Golden Dawn, Auramooth):Teb geleneklerinde Amen'in karısı, Mısır dilinde mut “anne” ve ay tanrısı Khons'un annesidir. |
Nefertum: Ptah ve Sekhmet'in genç oğlu, doğan güneşle bağlantılı olarak zambak çiçekleriyle taçlandırılmıştır ya da zambak çiçeğinin üstünde oturtulmuştur olarak resmedilmiştir. |
Neith (Net; Golden Dawn, Thoum-aesh-neith): Eski bir savaş tanrıçası, Delta'da tapıldı. Bilgelik tanrıçası olarak saygı gösterildi, Yunan mitine göre Athena olarak gösterilmiş daha sonraki inanışlara göre İsis, Nephthys, Selket'in kız kardeşiydi ve ölülerin midesinin tanrısı Duamutef'in koruyucusuydu. Timsah tanrı Sobek'in annesiydi. |
Nekhbet: Yukarı Mısır'ın büyük tanrıçasıdır, ikonu akbaba ve firavunun tacının bir parçasıdır. Aşağı Mısır'ın tanrıçası olan Edjo'nun tamamlayıcısıdır. |
Nephthys (Nebt-het): Geb ve Nut'un en genç çocuğu, Set'in kardeşi ve karısıdır ve İsis ve Osiris'in kardeşidir. Anubis'in annesidir (Set ya da Osiris'in oğlu). Set Osiris'i öldürdüğünde onu terketmişti ve İsis'e Horus'un bakımında ve Osiris'in dirilişinde yardımcı olmuştu. Kardeşiyle birlik olmuş ve ölülerin özel koruyucu tanrıçası olarak düşünülmüş ve ciğerlerin koruyucusu olan Hapi'nin gardiyanı olmuştur. |
Nut (Nuit): Gökyüzü tanrıçası, Shu ve Tefnut'un kızı, Geb'in kızkardeşi ve karısı, Osiri, Set, İsis ve Nephthys'in annesidir. Crowley Magic in Theory and Practice kitabında “sınırsız uzaya tanrıça NUİT denirdi” demiş. Nut genelde mavi tenle ve vücudu yıldızlarla kaplı, 4 ayak üzerinde ve kocasının üzerine eğilerek resmedilmiştir. Gökyüzü olarak dünyanın üzerinde kemer gibi uzanmıştır. Nut'un Hadit'le olan ilişkisi Crowley'in bir buluşudur. Bu Ejiptolojide bir temele bağlı değildir. Hadit genelde Nut'un altında resmedilmiş- birisi Nut'un bir resim üst karesinin oluşturduğunu buluyor ve kanatlı disk Hadit sessizce aşağıdan uçuyor. Bu sanatsal bir gelenek ve iki Mısır mitinin arasında evlilik yoktu. |
Osiris: Ölülerin tanrısı, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı, kuralkoyucu, koruyucu, ölülerin yargıcı ve ölünün prototipi olmuştur (Ölü tarihte “Osiris” olarak görülürdü). Lahidinin bulunduğu yer, Abidos'ta kültünün oluştuğu yerdir. Osiris Nut ve Geb'in ilk çocuğuydu, Set, Nephthys ve İsis'in kardeşiydi, aynı zamanda İsis'in kocasıydı. Horus, İsis'ten oğluydu. Bir hikayeye göre Nephthys İsis gibi davranmış ve Osiris'i baştan çıkararak Anubis'i doğurmuş. Osiris başka erkeklerin dünyasının kuralkoyucusu olmuş ve Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı bıraktığında kardeşi Set Osiris'i öldürdü. İsis'in sihiri sayesinde tekrar yaşama döndü. İlk ölen yaşayan canlı olduğu için sonraları ölülerin lordu oldu. Oğlu Horus onun ölümünün öcünü aldı. Set'i yenmişti ve onu Batı Mısır'ın çölüne (Sahra) gönderildi. Tüm Mısır tarihi boyunca dualar ve büyüler Osiris'e yöneltilmişti, onu kutsama ve kendisinin kural koyduğu öbür dünyaya girmesi umulmuştu, ama orta krallık süresinde popularitesi arttı. 18.Sülale döneminde Mısır'da en çok tapılan tanrı olmuştu. Osiris'in popularitesi Mısır tarihinin en son evrelerine kadar dayanmaktadır (sürmüştür). Mısır'ı fetheden Roma imparatorlarında bile hala onun etkisi görülüyormuş. Firavun kıyafetlerini giyerek ona tapınaklarda adak adıyorlarmış. |
Ptah: Memphis'te tapılıyordu (M.Ö. 3100). Ptah evrenin yaratıcısı olarak görülmüş. Öbür dünyada erkeklerin ruhlarının yerleşeceği vücutları şekillendirir. Başka mitlere göre Thoth'un emrine çalışıyordu ve Thoth'un açıklamalarına uygun olarak cennetleri ve dünyayı yaratmaktı. Ptah sakallı takke giymiş, mumya gibi sarmalanmış, elleri ambalajdan çıkmış, elinde asa, Ankh ve Djed (denge, istikrar, sağlamlık işareti) tutuyor. Çoğunlukla Seker ve Osiris'le birlikte tapılırdı, Ptah-seker-ausar adı altında tapılırdı. Sekhmet'in kocası ve Nefertum'un babası (sonra da Imhıtep'in babası) olduğu söylenir. |
Qebsenuef (Kabexnuf, Qebseneuef): Horus'un dört oğlundan biri, Qebsenuef mumyalanmış şahin başlı bir adam olarak betimlenmiş. Ölülerin bağırsaklarının koruyucusudur ve tanrıça Selket tarafından korunurdu. |
Qetesh: Suriyeli bir tanrı olduğuna inanılıyor, Qetesh aşkın ve güzelliğin tanrıçasıdır. Qetesh güzel çıplak bir kadın olarak, bir aslanın üstünde ayakta durur ya da onu sürer durumda, elinde çiçek, ayna ya da yılanlarla resmedilmiştir. Genelde yuvarlak yüzle gösterilmiştir (Mısır sanat ve geleneklerinde alışılmamış bir durum). Aynı zamanda erkekliğin tanrısı Min'in partneri olarak düşünülüyor. |
Ra: Tabiatın bütün tezahürleri arasında, tapılan en belirgin şey güneştir. Mısır ideolojisinin büyük bir kısmı güneş ve nehir uzerinedir. Güneş tanrıları arasında başlıcası Ra (Heliapolis tanrısı)´dır. Güneşin diski olarak Ra, atmaca kafalı bir insan olarak temsil edildi. Bu durumda da Ra yaradılışın hükümdarı olarak ele alındı. |
Sati (Sateth): Elefantin'in tanrıçası, Khunum'un eşi, Soğuk su dağıtıcısı Anuket ile beraber eş olmuşlardır. İnsan başı, Yukarı Mısır'ın tacıyla ve gazellerin boynuzlarıyla betimlenmiştir. |
Seker: Işığın tanrıçası yeraltından başlayan öbür dünyaya giden ölülerin ruhlarının koruyucusudur. Seker Ptah'ın bir formu ya da Ptah-seker ya da Ptah-seker-ausar'ın bileşik tanrılarının bir parçası olarak Memphis'te tapılırdı. Seker genelde şahin kafasıyla ve Ptah'ınkine benzer bir şekilde mumyalanmış olarak resmedilmiştir. |
Sekhmet: Dişi aslan tanrıçası, Ptah'ın tanrısı olarak takip edilmiş. Ra'nın gözündeki ateşten insanları günahlarından dolayı cezalandıracak olan bir intikam yaratığı olarak yaratılmıştır. Sonra da doğrunun barışçıl bir koruyucusu olmuştur. Yardımsever Bast ile yakından ilgilidir (bağlantılıdır). |
Selket (Serqet, Serket): Akrep tanrıça, kafasının üstünde hareketsiz duran akrebiyle güzel bir kadın olarak gösterilmiştir. Onun yaratığı kötü ruhlu insanlara ölüm veriyordu ve akrepler tarafından sokulan insanlara da hayat veriyordu. O ayrıca kadınların çocuk doğurmalarına da yardımcı oluyordu. O Ra'yı tehdit eden şeytani ruhları etkisiz hale getiren kişi olarak resmedilmiş ve İsis'i Set'ten korumak için yedi akrebini göndermiş. Selket, Horus'un oğlu, ölülerin bağırsaklarının koruyucusu olan Qebsenuef'in koruyucusudur. Amerika'yı 1970'de turlayan kolleksiyonun bir parçası olan Tuthankamon'un lahdindeki heykeli sayesinde tanındı. |
Seth: En eski dönemlerde Set, Aşağı Mısır'ın koruyucu tanrısıydı ve çölün şiddetli fırtınalarını sembolize eder. Bu fırtınaları Aşağı Mısır'lılar yatıştırmak için yöntemler aramışlardır. Yukarı Mısır Aşağı Mısır'ı yendiğinde ve ilk hanedana giriliğinde, Set Yukarı Mısır'ın Hanedanlık tanrısı Horus'un şeytani düşmanı olarak bilinmeye başlandı. Set, Osiris, İsis ve Nephthys'in kardeşi ve aynı zamanda Nephthys'in kocasıydı. Bazı mitlere göreyse Aubis'in babasıydı. Set'in kardeşini öldürmesi ve yeğeni Horus'u öldürmeye teşebbüs etmesiyle bilinir. Ama Horus kurtulmayı ve babasının öcünü almayı başarır. Bunu Mısır'ın heryerinde kurallarını koyarak yapmıştır. Set'i hadım etmiş ve Sonsuza kadar onu çöle sürmüştür. 19.Hanedanda Set'e olan saygı yeniden dirilmeye başlamıştır ve bir zamanların büyük tanrısı olarak görülmüştür. Mısır'ı yabancılardan koruyan ve çöldeki kuvvetleri yardım severce zapteden tanrı olmuştur. |
Shu: Kuru rüzgarların ve atmosferin tanrısı, Ra'nın oğlu, Tefnut'un kardeşi ve kocası, Geb ve Nut'un babasıdır. Hiyerogliflerde kafasına devekuşu tüyü giymiş olarak gösterilmiştir (Maat'ınkine benzeyen). Genelde boylu boyunca uzanmış olan Geb'le kızı Nut'u ayrılarak ayakta durmuş olarak gösterilmiştir. “Shu” ismi genelde “kuru, boş” anlamına gelen shu kökünden geliyor. Shu aynı zamanda güneş ışığının kişileştirmelerinden biridir. Shu ve Tefnut'un bir ruhun iki yarısı olduğu söylenir. Belki de eşruhların en eski (ilk) kaydedilen örneğidir. |
Sobek: Fayum´un merkezi Crocodillopolis´in tanrısıydı. Orada canlı sürüngenler ve timsahlar havuzlarda muhafaza edilirlerdi. Su tanrısı olarak, aynı zamanda Nil´in yıllık tasmasını ve vadisinin gübrelenmesini sembolise etti. |
Sothis: Yıldız Sirius için feminen bir Mısırlı ismi, İsis'le birbirine geçmiştir. (Orion olan Sahu-Osiris'in partneriydi). Hator'la da ilişkilidir. |
Tavaret: Hamile kadınlara göz kulak olan olan suaygırı tanrısı. |
Tefnut: Nem ve bulutların tanrıçasıdır. Ra'nın kızı, Shu'nun kardeşi ve karısıdır. Geb ve Nut'un annesidir. Kutsal hayvanı olan dişi aslanın başıyla resmedilmiştir. “Tefnut” adı teftef kökünden gelmektedir. Anlamı “serpiştirmek, nemlendirmek” ve nu kökü “sular, gökyüzü” anlamına gelmektedir. |
Thoth (Tahuti) ToT: Bilgeliğin tanrısı, Maat'la beraber zamanın başında kendi kendine yaratılmıştı ya da Ra tarafından yaratılmıştı. Hermopolis'te Thoth’tan sekiz tane çocuk oluşturmuştu, en önemlisi “gizli olan Amen'di. Amen Teb'de Evrenin Lordu olarak takip edilirdi. Thoth isminin Mısır dilinde orijinali Thuti'dir ve Yunanca versiyonu Thoth'dur. Thoth ibis kuşu başıyla resmedilmiştir ve elinde bir dolmakalem ve herşeyi kaydettiği parşomenler vardır. Tanrıları içeren neydeyse tüm temel görüntülerde Thoth görevli olarak görünürdü, ama özellikle ölülerin hükmünde görülüyor. Tanrılar'ın habercisi (ulağı) olmuş ve Yunanlıların Hermes'iyle eş tutulmuştur. Osirian mitlerine göre Thoth Osiris'in veziri olmuştur (Şef tavsiyecisi ve papazı). O sa Khons gibi ay tanrısıdır ve zamanın, büyünün ve yazının tanrısıdır. Hiyeroglifleri icat edenin Thoth olduğu düşünülür |
BÜYÜK KANYON DA MISIR İZLERİ !!! |
5 Nisan 1909'da Phoenix gazetesi Arizona Gazette’de “Büyük Kanyon’da Keşifler” başlıklı bir ön sayfa haberi yayınlandı. Haber, Smithsonian Enstitüsünün desteklediği, “Prof. S. A. Jordan’ın gözetimi altında” ve Smithsonianlıların yardımcısı olarak G. E. Kinkaid adlı kaşifin katılımıyla gerçekleşen bir arkeolojik araştırma gezisini anlatıyordu. Gazette, ekibin Büyük Kanyon’da, “sadece Amerika’daki en eski arkeolojik bulgu değil, aynı zamanda dünyada yapılmış en önemli keşiflerden biri” olan büyük bir yeraltı kalesi bulduğunu iddia etti.
Kinkaid’in Gazette’de bu keşfin öyküsünü anlatan yazısı, mineral aramak için tek başına tahta bir botla Wyoming’teki Green Nehri’nden Yuma’ya Colorado Nehri boyunca ilerlerken kaleyi nasıl bulduğunu anlatıyor.
Yazıya göre El Tovar Crystal kanyonunun 42 mil kadar yukarısında, (muhtemelen, bugün Navajo yerlilerinin bölgesi olan Marble Kanyonu civarında) Kinkaid nehir yatağının 610 metre kadar üzerindeki tortulu katmanda lekeler olduğunu” fark etti. Bunun üzerine büyük zorlukla kanyon duvarına doğru ilerledi ve aşağıya inen merdivenleri olan bir mağaranın girişine vardı. İçeri girdi ve girişten 30 metre kadar sonra, Buda’yı andırdığını, muhtemelen Tibet’ten getirilmiş olduğunu düşündüğü bağdaş kurmuş bir figür gösteren bir kabartmaya rastladı.
3.65 metre genişliğindeki yolda onlarca metre ilerledi ve burada içinde mumyalar olan bir mahzen buldu. Mumyalardan birini kaldırdı ve flaş kullanarak fotoğrafını çekti. Her iki tarafa açılan çok sayıda yol, oda ve içinde bakır aletler, vazolar, bakır ve altından fincanlar, emaye ve camla kaplı çömlek kaplar, yerlere saçılmış üzeri işlenmiş sarı taşlar ve platine benzer bilinmeyen gri bir metale rastladı. Ayrıca “Mısır tarzı ya da doğulu tarzda” olduğunu düşündüğü hiyeroglifler buldu.
Kinkaid bu mağaralarda rahatlıkla en az 50 000 kişinin yaşamış olabileceği kanaatine vardı. Gazete, eşyalardan bazılarının gemiyle Washington’a götürüldüğü ve Smithsonian Enstitüsü’nün Prof. S. A. Jordan gözetiminde kaleyi dikkatle araştırdığından bahsetti. Onlara göre yapılan keşifler sonucunda, “bu mağaralarda oturanların doğulular, muhtemelen soyu Ramses’e dayanan Mısırlılar olduğu” neredeyse kesindi.
Bu şaşırtıcı hikayenin ardındaki gerçek ne olabilir?
Bu pek örneği olmayan, yazarı bilinmeyen gazete haberinden başka bir kanıt var mı? Aslında aynı gazetenin 12 Mart 1909 tarihli sayısında yine G.E. Kinkaid’le ilgili başka bir makale daha vardır. Makale, Kinkaid’in Colorado Nehri boyunca yaptığı yolculuğu kısaca anlatıyor ve “bazı ilginç arkeolojik keşiflerin” yapıldığından bahsediyordu, ancak bu bulguların şaşırtıcı özelliklerinden hiç söz edilmemişti.
Arizona Gazette nedense bu olayın peşine düşmedi. Mayıs 1909'dan sonra, tarihi sırları konu alan yazar David Hatcher Childress makaleyi bulup 1993'te komplo dergisi Nexus’ta yayınlayıncaya kadar konu hiç gündeme gelmedi. Bu olayla konu internete taşındı ve Büyük Kanyon’daki Mısırlılar hikayesi şu anda yüzlerce internet sitesi tarafından kullanılıyor. Bu sitelerin çoğunda Childress’ın Nexus’taki makalesinin aynısı var ve bunların hepsinin kaynağı konu hakkındaki orijinal gazete haberidir. Aslına bakılırsa 1909'dan beri, ortaya atılan iddiayı destekleyecek hiçbir kanıt bulunamamıştır.
Ocak 2000'de mağaraların sırrıyla ilgilenen araştırmacılar konuyla ilgili olarak Smithsonian Enstitüsü ile iletişime geçtiler. Enstitü’nün 1909'daki makaleyle ilgili birçok soruyla karşılaştığı, ancak dosyalarında Profesör Jordan, Kinkaid ya da Arizona’daki kayıp bir Mısır medeniyeti hakkında hiçbir veri olmadığı cevabını aldılar.
Bunun üzerine araştırmacılar, a ile değil o ile yazılan, Profesör S.A. Jordon diye bir arkeoloğun olabileceği ihtimaline yöneldiler, ancak görünüşe bakılırsa bu kişi Amerikalı değil Avrupalıydı. Ancak bazı araştırmacılara göre bu, tüm bulunanların gizlendiğinin kanıtıdır.
Bu görüşü savunan araştırmacılar, iddialarına kanıt olarak kanyonda keşfedilmemiş birçok mağara, tünel ve çukur bulunması ve Kinkaid’in keşiflerini yaptığı öne sürülen bölgenin büyük bir bölümünün bugün devlet arazisi olması ve halkın buraya girmesinin yasak olması gibi gerçekleri göstermektedirler. Mesela kazıldığında içinde yerlilere ait binlerce tarihi eşya ve 10 000 yıllık dev Kaliforniya akbabaları bulunan Stanton Mağarası da bu düşünceyi kanıtlar niteliktedir.
Bu mağara önemli bir arkeolojik ve paleontolojik bir bölgedir ve şu anda Tarihi Bölgeler Listesi’nde yer almaktadır. Bölgedeki diğer mağaralarla birlikte bu mağara da dev bir çelik kapıyla kapatılmıştır. Peki bunun ardındaki tehditkar niyet nedir? Townsend’in büyük kulaklı yarasa sürülerini yabancılardan korumak!
Büyük Kanyon’un merak uyandıran bir diğer özelliği ise -1909'daki gazete haberiyle ilgilidir – özellikle Kinkaid’in garip mağaralara rastladığı düşünülen bölgede, doğulu ve Mısırlı isimleri taşıyan birçok zirve ve tepe bulunmasıdır. Ninety-four Mile Irmağı ve Trinity Irmağı’nın civarında Isis Tapınağı, Set Kulesi, Ra Kulesi, Horus Tapınağı, Osiris Tapınağı, Lanetli Kanyon bölgesinde de Keops Piramidi, Buda Manastırı, Buda Tapınağı, Manu Tapınağı ve Shiva Tapınağı vardır.
Bu isimlerin gizemli kökeni Kinkaid’in kayıp hazinesinin yeri hakkında bir ipucu veriyor olabilir mi?
Ne yazık ki bu isimlerin nedeni oldukça sıradan. Bu neden, en önemli eseri Büyük Kanyon Bölgesinin Üçüncü Dereceden Tarihi‘ni 1882'de yayınlayan ABD ordusu savaş gereçleri kumandanı Clarence E. Dutton’a dayanmaktadır. Büyük Kanyon’un zirveleri ile insanlığın büyük mimari eserlerinden bazılarının benzerliklerini fark ederek kanyondaki isimlerin çoğunu koyan kişi Dutton’dır.
Geri kalanların isim babası ise, 1902 ilkbaharında Amerikan Jeolojik Araştırmalar Kurumu için Büyük Kanyon’un topoğrafik haritasını çıkaran hükümet haritacısı Francois Matthes’tir. Buna şüphe yoktur, zira Büyük Kanyon’un tarihi hakkında yazılmış en makul eserler (örneğin Frommer’ın Büyük Kanyon Milli Parkı ve Stephen J. Pyne’ın Kanyon Nasıl Büyüdü adlı eserleri) bu gerçekleri yansıtmaktadır. Hatta Büyük Kanyon’daki Mısır ve Hint yer adlarının Gazette‘deki makalenin yazılmasının nedenlerinden biri olması büyük bir ihtimaldir.
Peki bu makale 19 Nisan 1897'de The Dallas Mo ning News’de yayınlanan, Teksas Aurora’da UFO kazasını anlatan yazı gibi bir yanlış haberden ibaret midir? 1909'daki makalenin birçok ayrıntısı bunu göstermektedir. Her şeyden önce, kimse Kinkaid’in mağaralarda çektiği fotoğrafları ve görünüşe bakılırsa kendine saklamış olduğu eşyaları görmemiştir. Bunlar gerçek olsa 90 sene içinde mutlaka biri görürdü. Diğer bir sorun da, G. E. Kinkaid ve Prof. S. A. Jordan adlı kişilerin yaşamış olduğuna dair hiçbir delilin olmamasıdır.
Ayrıca 1909'da Gazette’de yayınlanan makalede Smithsonian bir kurum olarak değil, enstitü olarak geçmektedir. (Hikayeyi kullanan internet siteleri de bu hatayı tekrarlamışlardır.) Elbette Smithsonian’da çalışan biri olsa bu farkı bilirdi. Makaledeki diğer bir hata da Kinkaid’in “Idaho’da doğan ilk beyaz çocuk” olduğu ifadesidir. Aslında bu kişi, 5 Kasım 1837'de Henry ve Eliza Spalding’in çocukları olarak Lapwai’de dünyaya gelen Eliza Spalding’ti.
Konu hakkındaki diğer bir yorum da, Büyük Kanyon’daki keşiflerle ilgili anlatılan hikayelerin bir zamanlar Büyük Kanyon’da bir yeraltı dünyasında yaşayan Hopi Kızılderililerinin atalarından esinlenilmiş olduğudur. Aslında Hopi yerlilerinin bu geleneği Gazette’deki makalede de yer alıyordu.
Bu efsaneler kısmen hikayenin çıkış noktası olabilirler ancak hikayeyi yazan kişi başka şeylerden etkilenmişti. 1869'da vali John Wesley Powell Colorado Nehri’nde ve (o zamanlar bilinmeyen) Büyük Kanyon bölgesinde ilk başarılı keşfi gerçekleştirdi. İlginç bir şekilde, Powell Redwall Mağarası adlı devasa bir nehir mağarasıyla karşılaştığında, burası bir tiyatro olarak kullanılsa “50 000 kişiyi alabileceğini” belirtmiş ve bununla Kinkaid’in mağaralarda 50 000 kişinin yaşayabileceği tahminini akla getirmiştir.
1889'da Brown ve Stanton’ın yaptığı keşif gezisi de hikayenin çıkış noktası olabilir. Bu yolculuk Colorado Nehrinden Kaliforniya’ya yapılması muhtemel bir tren yolu inşaatı gündemde olduğundan Büyük Kanyon’daki bir vadiyi incelemek için yapılmıştı. Ekibin üç üyesi Marble Kanyonunda boğulduktan sonra geriye kalanlar devam etmenin imkansız olduğuna karar verdiler ve kanyondan dışarı çıkmaya çalıştılar. Vaseys Paradise’taki muhteşem pınarları geçtiler ve nehrin üzerindeki kireçtaşı duvarı ölçerek uçurumların üzerinde “her tarafında kırık çömlek parçaları olan bir dizi yerleşim bölgesi” buldular. Stanton kalan kaynakları depolayarak keşfe devam etmeye karar verdi. Nehirden 48.7 metre yukarıda, kireçtaşı kayasından oluşan tabakada bir mağara buldu. (Stanson Mağarasından daha önce söz etmiştik) Oradan Güney Kanyon’a çıkan ve yeniden güvende olmalarını sağlayacak tarih öncesi çağlardan kalma bir yolu izlediler.
19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Atlantis, Lemuria/Mu gibi fantastik kayıp şehirler hakkındaki hikayelerin yaygın olduğu da unutulmamalıdır. Ayrıca Kinkaid’in varsayılan kariyeri, gezgin, fotoğrafçı ve amatör arkeolog Augustus Le Plongeon (1825-1908) örneğinde görüldüğü gibi, kısmen çağın kaşif/antikacı tipine uymaktadır. Mu diye bir kayıp kıtanın var olduğu düşüncesi ilk kez Le Plongeon’un eserlerinde yer almıştır. Fransa’nın Normandiya açıklarında doğan Le Plongeon renkli bir hayat sürmüş, Yucatan yarımadasında Maya kalıntılarının fotoğraflarını çekmiş, San Francisco’da araştırmacı olarak çalışmış ve Londra’da fotoğrafçılık eğitimi almıştır. Ayrıca onun zamanında çok önemli arkeolojik keşifler yapılmış ve bu inanılmaz keşifler sürekli haberlere konu olmuştur.
Bunlara örnek olarak, 1870'lerde Türkiye’nin kuzeybatısında, Truva olduğu düşünülen yeri ve Yunanistan’da Mycenae Sarayı’nı araştıran Heinrich Schliemann’ı gösterebiliriz. Bu dönemin diğer önemli araştırmacıları da 1884'te Mısır’ı kazmaya başlayan İngiliz araştırmacı Flinders Petrie ve 1900 yılında Girit’teki tarih öncesine ait Knossos Sarayı’nda çalışmalara başlayan Arthur Evans’tır. Bu gibi araştırmacıların bazıları ya da tamamı hikayenin oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir.
G. E. Kinkaid ve 1909 tarihli makaleye ilişkin gerçekler esrarengiz bir kayıp mağarada yapılan keşiflerde değil, Büyük Kanyon’u ilk bulanların, çağın korkusuz arkeolog ve antikacılarının kayıtlarında ve Büyük Kanyon’daki Mısır ve Hint yer adlarında gizlidir.
(İnsan ve Evren)
Kaynak:Gizlenen Tarih – Brian Haughton (S: 118-124)
MISIR FİRAVUNLARINI DNA SINDA UZAYLI GEN İZLERİ |
Yeni bir genetik araştırma Mısır firavunlarının soyunun teknolojik olarak ileri bir uygarlık tarafından kasıtlı olarak genetik manipülasyona maruz kaldığını öne sürüyor. Bazıları bu kesin kanıtın, piramitlerin inşacılarının evrende başka bir yerden kaynaklanan varlıklar ile kuvvetli bir bağlantısı olduğunu söyleyecektir.
Kahire’de İsviçre Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Genom Bilimi Yardımcı Profesörü Stuart Fleischmann ve ekibi son zamanlarda 9 kadim Mısır Firavunun genomunu haritalayan 7 yıllık çalışmasının sonuçlarını yayınladı. Eğer doğru olduğu kanıtlanırsa, bulguları potansiyel olarak dünyanın tarih kitaplarını değiştirebilir.
Fleischmann ve ekibi değerli kadim DNA örneklerini Polimer Zincir Reaksiyonu (PCR) adı verilen bir işleme tabi tuttu. Moleküler biyoloji alanında bu teknik çoğunlukla DNA’nin bir parçasının tek bir kopyasını kopyalamak ve büyütmek için kullanılır, bu araştırmacılara kişinin genetik parmak izinin net bir resmini verir.
Dokuz örneğin sekizi ilginç ama tipik sonuçlarla döndü. Dokuzuncu örnek esrarengiz MÖ 14 ncü yüzyıl firavunu ve Tutankamon’un babası Akineton’a aitti. Kurumuş beyin dokusunun küçük bir parçası DNA örneğinin kaynağı idi ve test kemik dokusu kullanılarak tekrarlandı, ama aynı sonuçlar elde edildi.Zanlılardan biri korteks büyümesinden sorumlu olan CXPAC-5 adı verilen gen idi. Anormallik Aşağıdaki resimde görülüyor.
Sağdaki bölüm normal bir insanda CXPAC-5 geninin yaygınlığını gösteriyor. Solda Akineton’un DNA örneği var.Akineton’un genomundaki bu artmış aktivetinin, daha büyük korteksi barındırma gereksinimi nedeniyle onun daha yüksek kafatası kapasitesine sahip olduğunu ileri sürüyor. Ama insan beyninin büyümesine hangi mutasyon neden oldu? Genetiklerdeki yıllar süren atılımlara rağmen bu tür bir tekniği henüz keşfediyoruz. 3,300 yıllık bu kanıt kadim genetik manipülasyonun kanıtını gösteriyor olabilir mi? Bu, ileri dünya dışı varlıkların işi miydi?
Kadim Mısır mitolojisi mecazi hikayelerin toplamından daha fazlası mı? Prof. Fleischmann açıklıyor:
Telomeraz [genetik bir enzim] sadece iki işlem ile kullanılır: aşırı yaşlanma ve aşırı mutasyon. Genetik ve arkeolojik veriler Amenhotep IV/Akineton’un yaklaşık 45 yıl yaşadığını ileri sürüyor. Bu, tüm kromozomsal telomerazın tüketilmesi için yeterli değildir, arkasında rahatsız edici, ama olası bir açıklama bırakıyor.Hipotez aynı zamanda elektron mikroskobu analizinin nükleotidik yara izi işaretlerini ortaya çıkardığı gerçeği ile destekleniyor; nükleotidik yara izi kuvvetli mutajenlere maruz kaldıktan sonra DNA sarmalı iyileşmesinin işaretini açığa vuruyor.Bu, kadim Mısır’ın en gizemli firavunlarından biri olan Akineton’un yaşamı sırasında genetik modifikasyona maruz kaldığını mı ileri sürüyor? Aksine, bu iddia kadim uzaylıların bir zamanlar Nil’in kıyılarında yaşamış olan uygarlığı ziyaret ettiği teorisini destekliyor.
Bir başka ilginç kanıt parçası bu hipotezi destekliyor. Aşağıdaki resim Akineton’un kafatasından ve aynı yaştaki farklı bir mumyadan alınan kemik dokusu örneklerinin mikroskopta alınan fotoğraflarını gösteriyor.
Nanoskopik ölçekte soldaki kemik dokusu çok daha yoğun ve temel olarak farklıdır. Kafatası kemiklerinin kuvvetindeki bu artış, artan beyin gelişiminin göstergesi olabilir mi? Bu heyecan verici bir bulgu” diyor Fleischmann. “Bulgularımızın tam çıkarımını bilmiyorum, ama bunların en azından bilimsel topluluğa yalnızca on yıllar önce bırakılmış bir yönü işaret ettiklerine kesinlikle inanıyorum.”
Bu araştırma doğru ise, benzeri görülmemiş bir paradigma değişimi tetikleyecek. Eğer uzaylılar binlerce yıl önce en güçlü bireylerin yaşamına aktif şekilde dahil olduysalar, bu onların geri dönecekleri anlamına mı geliyor? Belki de hiç gitmediler.Ama en önemli veçhe hala atalarının genomlarına ekilmiş uzaylı genlere sahip olan kadim Mısır’ın kraliyet soyunun direkt neslinin var olması olacaktır.