MAYA UYGARLIĞI

17°13'31.22"N 89°36'39.91"W

 

Maya piramitleri, sadece orta Amerika da değil çok daha uzaklarda Endonezya adalarında Java da da vardır. Sukuh piramidi şu anda orta Java'da Surakarta yakınlarında Lawu dağı eteklerindedir. Bu inanılmaz yapı, orta Amerika ormanlarındaki basamaklı taş piramitlerin aynısıdır. Sukuh Piramidi Görünüşte Tikal yakınındaki antik maya kenti Uaxactun'daki piramidin aynısıdır. Mayalar çok iyi bir Astronom ve matematikçiydiler, aynı zamanda da toprakla çok iyi uyum sağlayabilen mükemmel bir Ziraatçiydiler. Yucatan yarım adası'nda karmaşık sulama kanalları ve bahçe kentler inşa ettiler, bazı Maya resimlerinde bulaşıcı hastalık taşıyan böceklerin anlaşılmayan bir enerji aracılığı ile öldürüldükleri Gösterilmektedir. Bir taş yapıda yapılan kazılarda, büyük bir cam silindirin bulunması herkesi çok şaşırtı Kırık bir tüp termometreyi hatırlatıyordu ama silindirin yüzeyi kristalize gibiydi veya elmas gibi kesilmişti, tepesinde ortasında bir giriş olan taş bir başlık vardı. Sanki tüpün kırık ucuyla taş başlık arasında bir enerji akımının sağlaması amacıyla yapılmıştı. Maya piramitleri'nin benzerleri dünyanın  üç ayrı yerindedir ve hala ayaktalar. Batık Atlantis'in veya poseido'nun su altında tortulara gömülü kalıntıları henüz keşfedilmedi ama Florida kıyılarının açığında Bimini yöresinde duvar kalıntılarına Rastlandı. Diğer tapınak kalıntıları ve kayıtlar mısır'dadır ve uzmanlar geçmişe ait bilgilerin hala bir yerlerde saklı olduğunu düşünüyorlar. Ve üçüncü yer olan Yucatan'da kazılar yüz yıla yakındır sürüyor Ama çok yavaş ve yetersiz. Buna karşın son aylarda yeni keşifler yapıldı; maya yaşam alanlarında bir yerlerde antik kayıtların saklı olması gerekli ama buraya daha ulaşılmış değil. Bu tür kayıt merkezlerinin Giza'da olduğu gibi yer altı tünel ve oda sistemlerinde saklı oldukları düşünülüyor. Bazı antik kaynaklar ise, dinsel bir ayin kisvesi altında bilginin kuartz kristallerinde saklandığını anlatıyorlar, acaba uzak geçmişte bizim cd lere benzeyen özel bir kayıt sistemi mi kullanıyordu.

Mayaların zaman, astronomi ve matematik alanlarındaki bilgileri, kendi dönemlerinin Batı dünyasının bilgisinden bin yıl ilerideydi. Maya matematiğinde milyonlara kadar sayılabiliyordu. Avrupalılar’dan binlerce yıl önce hem bu kadar büyük rakamları, hem de Matematikte sıfır kavramını, Avrupalı matematikçilerin keşfetmesinden bin yıl önce Mayalar tarafından kullanılıyordu.Kullandıkları matematikte bir için nokta, beş için bir çubuk ve sıfır için midye kabuğunu andırır bir şekilleri vardı.Maya astronomlarının güneş tutulmasıyla ilgili tahminleri ve hesapları o kadar hassastı ki, insan ister istemez bu dakik sonuçlara ulaşmak için birçok asırlar boyu gözlem yapılmış olması gerektiğini düşünmektedir. Mesela Dünya'nın bir yıllık dönüşü hakkındaki hesapları, bilgisayar icat edilmeden önce yapılan hesaplardan daha kesin ve hatasızdı. Matematikte kendi çağdaşlarından çok daha gelişmiş rakamlar ve işaretler kullanmışlardı.Maya astronomları 405 dolunayın 11.960 günlük periyotlara bağlı olarak tekrarlandığını hesaplamışlardı. Bu konuyla ilgili olarak bugünkü modern astronominin bulduğu rakam 11.959,888′dir. Benzer şekilde dört asır süren astronomik gözlemler sonunda, Venüs yılını da 584 gün olarak hesaplamışlardı. Günümüz hesaplarına göre bu rakam 583.92 gündür.

Tropikal yılla ilgili olarak Maya ölçümleri 365.2420 gündür. Bu rakam günümüz kronometreleri ve öteki zaman ölçerleriyle yapılan hesaplara göre 365.2422 gündür. İnanca göre, 78′in katlarını içeren “Dresden Tabloları” Mars’la ilgili bazı değişmeyen sayıları içerir ki, bilindiği gibi sinodik yıl 780 gündür. “Paris Codex”de çıngıraklı yılan, kaplumbağa ve akrep bulunmaktadır. Mayalar da Pleyad (Yedi Kandilli Süreyya) Takımyıldızı’nı “çıngıraklı yılan”, Gemini Takımyıldızı’nı “kaplumbağa” olarak isimlendirmişlerdi. Benzer şekilde Akrep Takımyıldızı’nın Eski Mısır, Eski Yunan ve Eski Babil’deki adı da aynı idi. Bu şekilde Mayalar’ın sembolik yıldız haritasını, en azından bazı yıldız ve takımyıldız isimlerinin dünyanın çok uzak başka yörelerindeki kültürler tarafından da kullanılmış olduğunu görüyoruz.
Mayalar’ın Copan kolu, ay takvimini 29.53020 gün olarak hesaplamışlardı. Bu rakam Palenk astronomlarınca, çok küçük bir küsur farkıyla 29.53086 gün olarak hesaplanmış durumdadır. Günümüz en modern hesaplarına göre aynı rakam 29.53059′dur.

Tekerlek gibi araç gereçlere sahip olmaksızın devasa yapılar inşa etmiş Mayalar, gerek mimarileri bakımından, gerek olağanüstü matematik, takvim ve astronomi bilgileri bakımından, gerekse kentlerini bilinmeyen bir nedenle aniden terketmeleri bakımından kimilerine gizemli bir uygarlık olarak görünmektedir.Gizemli konulara ilgi duyan yazarlar ve ufologlar, Mayalar'ın bazı alanlardaki olağanüstü bilgilerini, battıkları ileri sürülen efsanevi kıtalardan gelmiş olmalarına ve uzaylılarla temas kurmuş olmalarına bağlarlar.Bunlara göre, Maya metinlerinde ve Maya sanat ve mimarisinde Dünya’nın bu eski devirlerine ve uzaylılarla irtibatına ilişkin işaretler bulunmaktadır ve aslında, Maya tarihinde bir ilerleme değil, bir çöküş, yüksek bir uygarlık düzeyinden gerileme yaşanmıştır. Bugün nasıl ileri toplumların yanı sıra, hâlen bazı ilkel düzeyde toplumlar bulunuyorsa, Mayalar’ın ileri bir uygarlık düzeyinde bulundukları dönemde, bölgede geri bir düzeyde yaşayan topluluklar da vardı; uygarlığın hep gelişme göstermiş olduğu tezinden hareketle oluşturulan tarih yanlışlıklar doludur. Gelişme gösteren topluluklar olduğu gibi, ileri bir düzeydeyken MÖ 10000 yıllarından itibaren gerileme ve çöküş sürecine giren topluluklar da vardır ve kozmik irtibatla bir süre dengede kalabilmiş topluluklar da olabilir.

“Mayalar” adlı kitabında Mayalar'ın geçmişte manyetik eksenin ve kutupların yer değiştirmiş olduğunu bildiklerini, ayrıca 405 dolunayın 11.960 günlük periyodunuve 25.626 yıllık presesyon periyodunu hesaplamış olduklarını ileri süren Yılmaz Aydın, konuya ilişkin olarak şu fikri savunur:

Nasıl günümüzde bir yanda uzay teknolojisi yaşanırken diğer yanda dünyanın çeşitli bölgelerinde insanlar ilkel koşullarda yaşamlarını devam ettiriyorlarsa, geçmişte de bir yanda Maya uygarlığı varken, diğer yanda Orta Amerika’da geleneklerinin etkisi altında oldukça geri düzeydeki toplumlar var olmuştur. Bugün teknolojiyi sindirmeden yaşayan topluluklara bakıp tüm 21. yüzyıl hakkında "ilkel topluluk" damgası vurulamayacağı gibi, geçmişteki kültürel anlamda gelişmemiş bazı topluluklara bakıp o dönem hakkında da kesin yargılarda bulunamayız.

Yılmaz Aydın, ayrıca, kitabında, Maya efsanelerine göre, Uxmal kentinin, ıslık çalarak taşların kendiliğinden yerinden kalkmasını sağlayan, yok olmuş bir cüce ırk tarafından kurulmuş olduğuna değinir ve "Uxmal’da yemeği bile yarıda bırakarak yok olmuş bir halka ait, yarısı yenmiş yemek tabakları hâlen durmaktadır. Kimden ya da neden kaçtılar, bilinmiyor." der.

Mayalar'la ilgili bir başka gizemi de Maya kazılarında keşfedilen kristal kafatasları ve Yucatan'da keşfedilmiş, dünyada pek rastlanmayan anormal kafatasları oluşturmaktadır.

Bazı araştırmacıların Mayalar’ın kutsal kitabı Popol Vuh’a yer alan bilgileri yorumlamasına göre Mayalar yeryüzündeki canlıların bugüne dek her biri çok uzun zaman dilimlerini kapsayan ve tufan benzeri yıkımlarla sona eren dört çağ ya da devir geçirtiği belirtilmektedir.

MAYA TAKVİMİ

Mayaların kullandığı takvim de, ileri medeniyetlerini gösteren delillerden biridir. Mayalar tarafından kullanılan "Haab takvimi" 365 günden oluşmaktadır. Ayrıca Mayalar, bir yılın 365 günden biraz daha uzun olduğunu da hesaplamışlardır. Mayaların yaptıkları hesaplamalara göre bir yıl 365.242036 günden oluşmaktadır. Günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi ise 365.2425 günden oluşmaktadır. Görüldüğü gibi iki rakam arasında çok küçük bir fark bulunmaktadır. Bu da, Mayaların matematik ve astronomi konusundaki uzmanlıklarını gözler önüne seren bir başka delildir.

Maya takvimi, günümüzde kullanılan 365 günlük Gregoryen takvimiyle neredeyse aynıdır. Mayalar, bir yılın 365 günden biraz daha uzun olduğunu hesaplamışlardı..Sağdaki resimde ise Azteklerin taşa oydukları takvimleri görülmektedir.

 

Mayalardan günümüze gelen ve Kodeks olarak isimlendirilen üç kitapta, Mayaların yaşantılarına ve astronomi ilimlerine dair önemli bilgiler bulunmaktadır. Madrid Kodeksi, Paris Kodeksi ve Dresden Kodeksi olarak adlandırılan bu üç kitaptan, Dresden Kodeksi Mayaların astronomi hakkında ne kadar çok bilgiye sahip olduklarını göstermesi açısından çok önemlidir. Mayalar oldukça karmaşık bir yazı stiline sahiptirler ve bugüne kadar Maya yazısının %5-%30'luk kısmı çözülebilmiştir. Bu bile, Mayaların ne kadar ileri bir bilim seviyesine sahip olduklarını göstermek için yeterli olmuştur.
Örneğin Dresden Kodeksi'nin 11. sayfasında Venüs gezegenine dair bilgiler bulunur. Mayalılar bir Venüs yılını 583.92 gün olarak hesaplamışlar ve bu rakamı yuvarlaya-ak 584 gün olarak kabul etmişlerdir. Bununla birlikte binlerce yıllık Venüs devrelerini çizimleriyle ortaya koymuşlardır. Aynı kodekste iki sayfa Mars'a, dört sayfa Jüpiter ve uydularına ait bilgilere, sekiz sayfa da Ay'a, Merkür'e, Satürn'e ayrılmıştır. Bu sayfalarda, sözü edilen gezegenlerin Güneş etrafındaki dönüşleri, Güneş'le birlikte hareketleri, gezegenlerin birbirleriyle ilişkileri, Dünya'yla ilişkileri gibi oldukça karmaşık hesaplamalarla belirlenen bilgileri açıklamışlardır.

Mayalıların astronomi bilgisi, Venüs yörüngesinin her 6000 yılda bir gün geri alınmasının gerekli olduğunu tespit edecek kadar mükemmeldir. Böyle bir bilgi birikimini nasıl edindikleriyse, günümüzde halen astrologlar, astro-fizikçiler ve arkeologlar tarafından tartışılmaktadır. Günümüzde böyle karmaşık hesaplar bilgisayar teknolojisinin yardımıyla yapılabilmektedir. Bugünün bilim adamları uzay hakkında bilgilerini, her türlü teknolojik ve elektronik cihazla donatılmış gözlem merkezlerinde ve üslerde edinmektedirler. Mayalar ise bundan 2000 yıl önce günümüz teknolojisiyle ulaşılan bilgi ve hesaplamalara sahiptirler. Bu durum bir kez daha, toplumların sürekli olarak sözde ilkellikten medeniyete doğru ilerledikleri tezini geçersiz kılmaktadır. Tarihte yaşamış pek çok toplum, günümüz toplumları kadar hatta bazılarından çok daha ileri bir medeniyet seviyesine sahiptir. Ve günümüzde de geçmişte yaşamış toplumların seviyesine dahi ulaşamamış gerilikte yaşayan birçok toplum bulunmaktadır. Kısaca, medeniyet kimi zaman ileri, kimi zaman geri gitmekte, kimi zaman da hem ileri hem geri medeniyetler aynı dönem içerisinde yaşayabilmektedir.

 

ESKİ MAYA ŞEHRİ TİKALDAKİ YOL AĞI

Tikal, en eski Maya şehirlerinden biridir. MÖ 8. yüzyılda kurulmuştur. Vahşi bir orman arazisinin içine kurulmuş olan Tikal şehrinde yapılan arkeolojik kazılarda şimdiye kadar, evler, saraylar, piramitler, tapınaklar, toplantı alanları ortaya çıkarılmıştır. Tüm bu alanların birbirleriyle yollar aracılığıyla bağlantılı olduğu görülmüştür. Hatta uçaktan çekilen bazı radar fotoğraflarında, komple bir kanalizasyon sisteminin yanı sıra şehrin her alanını kapsayan bir de sulama sistemi olduğu anlaşılmıştır. Ne deniz ne de nehir kenarında bulunan Tikal'de sulamanın gerçekleşebilmesi için yaklaşık on tane de dev su deposu kullanıldığı açığa çıkarılmıştır.
Tikal'den ormana doğru uzanan beş ana cadde vardır. Bunlar arkeologlar tarafından merasim yolları ya da seramoni caddeleri olarak adlandırılmaktadır. Havadan çekilmiş olan fotoğraflar ise, Maya şehirlerinin geniş bir yol ağıyla birbirlerine bağlı olduklarını göstermektedir. Yaklaşık toplam 300 km uzunluğundaki bu yollar, detaylı bir mühendislik çalışması yapıldığını ortaya koyar niteliktedir. Tüm yollar, kırılmış kayalardan yapılmış ve üzerleri açık renk dayanıklı bir tabakayla kaplanmıştır. Cetvelle çizilmiş gibi düzgün bir hatta sahip olan bu yolların nasıl inşa edilmiş olduğu, yollar inşa edilirken Mayaların yönlerini nasıl belirlemiş oldukları, hangi araç ve gereçlerden yararlanmış oldukları cevaplanması gereken önemli sorulardır. Evrimci anlayışla bu sorulara akılcı ve mantıklı cevaplar verilmesi mümkün değildir. Çünkü mühendislik harikası, kilometrelerce uzunluktaki yollar söz konusudur. Gayet açıktır ki, bu yollar ince hesaplamaların, ölçümlerin, yön tayininin, gerekli araç ve gereçlerin kullanımının eseridir.

Darwinistler hiçbir bilimsel delilleri olmamasına rağmen, insanın geçmişte ilkel bir canlı olduğunu, ilkel bir şekilde yaşadığını ve zaman içinde zeka seviyesinin geliştiğini öne sürerler. Arkeolojik bulgular ise bu iddiaların geçersizliğini ortaya koymaktadır. Örneğin eski Maya şehirlerinden biri olan Tikal'de yapılan kazılarda mühendislik ve planlama harikası eserler ortaya çıkarılmıştır. Hava fotoğrafları Maya şehirlerinin geniş bir yol ağıyla birbirlerine bağlı olduklarını göstermektedir. Tüm bunlar tarihin her döneminde ileri medeniyetlerin var olduğunu göstermektedir

MAYALARIN KULLANDIĞI DİŞLİ ÇARKLAR

Mayaların yaşamış oldukları bölgelerde yapılan araştırmalar,  dişli çark mekanizmasına sahip aletler yaptıklarını göstermektedir.
Mayaların önemli kentlerinden biri olan Copan'da çekilmiş olan arka sayfadaki fotoğraf, bu durumun delillerinden biridir. Dişli çark mekanizmasını kullanan bir toplumun makine mühendisliği bilgisine sahip olması, kuvvet ve hareketin etkileşimlerini bilmesi şarttır.
Bu bilgilere sahip olmayan birinin dişli çark mekanizmasını meydana getirmesi mümkün değildir. Örneğin sizden, bu resimdekine benzer bir mekanizma oluşturmanızı isteseler, gereken eğitimi almadan bu mekanizmayı meydana getirmeniz ve kusursuz işlemesini sağlamanız olanaksızdır.
Oysa Mayalar bunu başarmıştır. Bu da Mayaların bilgi seviyesinin önemli bir göstergesi, evrimcilerin iddia ettiği gibi "geçmişte yaşayanların geri" olmadıklarının ispatıdır.

Buraya kadar ele alınan bilgiler bize geçmişte yaşamış olan toplumların ileri medeniyet seviyelerinden birkaç küçük örnek sunmaktadır. Bu örnekler, oldukça önemli bir gerçeği göstermektedir: Yıllardır evrimci zihniyetle telkin edilen, geçmişte yaşamış toplumların geri, ilkel ve basit bir yaşamları olduğu tezi doğru değildir. Tarihin her döneminde farklı medeniyet seviyelerinde, farklı kültürlere sahip toplumlar yaşamıştır. Ancak hiçbiri diğerinden evrimleşmemiştir. Bundan 1000-10.000 yıl önce bazı geri medeniyetlerin yaşamış olması, tarihin evrimleştiğini, toplumların ilkelden gelişmişe doğru ilerlediğini gösteren bir durum değildir. Çünkü bundan bin yıl önce bu geri toplumlarla beraber, bilim ve teknolojide ilerlemiş, köklü medeniyetler inşa etmiş, son derece ileri toplumlar da yaşamıştır. Toplumların ilerlemesinde, kültürlerin birbirlerinden olan etkileşimleri, nesillerin birbirlerine aktardıkları bilgi birikimi, kuşkusuz önemli bir rol oynar. Ama bu bir evrimleşme değildir.

MAYALARIN KUTSAL KİTABI POPOL VUH

Eski Maya dilindeki telaffuzuyla Poopol Wuuj, 'İnsanlığın Kitabı' veya 'Öğütler Kitabı' anlamlarına gelmektedir. Mayaların çok eski tarihlerden beri saygı gösterdiği anlaşılan bu kitap, ancak 18. asırda keşfedilmiştir. İspanyol istilasından sonra arta kalan Mayalar'a, İspanyolca dili aşılanmaya çalışılmıştı. Bu sebeple İspanyolca'yı öğrenen Mayalar, bu kutsal kitaplarını latin alfabesiyle fakat, yine Maya dilinde kopya ederek muhafaza etmişlerdi. Nihayet kitap, 1700'lü yıllarda rahip Francisco Ximenez'in dikkatini çekti. Rahip Ximenez bu kitabı kopya ederek İspanyolca'ya çevirdi.Popol Vuh kitabıyla ilgili yapılan bütün araştırma ve çevirilerde Rahip Ximenez'in çevirisi ve kopyası temel kabul ediliyor. Günümüzde kitabın İngilizce çevirileri de bulunmaktadır. Bunun dışında Türkçe olarak da kitap hakkında yazılmış birçok araştırma eseri mevcuttur.

POPOL VUH'KİTABINDAN “Zaman çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Birinci zaman Kaplan Güneşi zamanıdır. Bundan sonra büyük Rüzgarın Güneşi daha sonra Ateşli Gök Güneşi zamanları geçmiştir. Bir de şimdiki zaman vardır. Şimdiki zaman dünyanın sonuna kadar devam edecektir. Ve işte üçüncü zaman insanları tanrılar tarafından ölüme mahkuma edildiler. Ve büyük bir ateş, zehir ,taş yağmuru göklerden yağdı. Ateşten daha sıcak rüzgarlar insanlığı mahvetti. İnsanların önce tırnakları döküldü derileri soyuldu gözleri kör oldu etleri çürüyüp dağıldı. Bu felaketten korunmak için insanlar mısır yığınları gibi evlerde üst üste yığılıp saklandılar. Fakat öldüren rüzgar her yere erişti. Hepsini eritti. Mağaralara saklanmak isteyenler mağaraları erimiş buldular. Ağaçlara bulunan avcılardan bile pek çoğu zehirlendi çoğunun vücutlarında büyük yaralar açıldı.”

 

Mayalar ve Olmekler yukarıdaki satırlarda kapalı olarak verilen bilgiye her halde sahiptirler. Çünkü özellikle astronomi, matematik alanlarındaki başarıları, bize ister istemez bunları düşündürmektedir. Şimdiki durumda “efsane kahramanı” olarak nitelendirmeden öte geçmeyen söz konusu “ilk insanlar”ın bilgisine sahip bulunuyorlardı. Astronomi ve matematik konularındaki başarıları Orta Amerika tarihçilerini hala şaşkın halde bulundurmaktadır.

Guatemala, Santa Lucia Cotzumahualpa’daki El Castillo’nun Stele’si, 1956 da Paris’te yapılan Uluslararası Amerikanists Kongresi’ne kadar çözülmemiş “Maya şifresi” niteliğini saklamıştır. Zira ancak bu kongrede British Museum’dan C. A. Burland onun, Venüs tutulması olduğunu açıklamış ve kanıtlamıştı. Adı geçen Maya belgesine göre, söz konusu olay (M.S.) 25 Kasım 416′da olmuştu.
Maya kronolojisi, Ay takviminden çok Güneş takvimine göre oluşturulmuştu. Fakat böyle bir kronoloji oluştururlarken, Ay’ın ve Venüs’ün devirlerini de hesaba katmaktan geri kalmamışlardı. Aslında Mayalar’ın bir değil, üç takvimleri bulunuyordu. Bunlardan ilki (haab) 18 ay 20 gün ile 5 terminal gününden olmak üzere, 365 günden oluşuyordu. İkinci takvim (tzolkin) 260 günden oluşur ve “kutsal” olarak addedilirdi. Üçüncüsü ise, çok uzun dönemli bir takvimdi ve Mayalar’ın tarih sahnesine çıkışı olan M.Ö. 3113 yılından başlatılıyordu

Codex Dresdensis olarak da bilinen Dresden Kodeksi onbirinci veya onikinci yüzyılda yazılmış Kolomb-öncesi Maya uygarlığına ait bir kitap. Bu kitabın üç ya da dört yüzyıl önce yazılmış bir metnin çağaltılmış kopyası olduğu düşünülüyor. Bu, tarihçilerce bilindiği kadarıyla Amerika'da yazılmış en eski kitap.

Dresden Kodeksi günümüze ulaşan dört Maya kitabından en eksiksiz olanı. Kitap amate kâğıdından, yani yassıltılıp kireç kaymağıyla kaplanmış yabani incir kabuğu soyuntularından yapılmış. 3 buçuk metre uzunluğunda akordiyon biçiminde katlanmış 78 sayfadan oluşan kitap 8.5 x 20.5 cm ebadında.

Dresden Kodeksi sayfaların her iki yanını da kullanan sekiz yazıcı tarafından kaleme alınmış. Herbir yazıcının kendine özgü bir yazma tarzı var. Kitaptaki resimler çok ince fırçalar kullanılarak olağanüstü bir belirginlikle boyanmış. Kitapta kullanılan kırmızı, siyah ve Maya mavisi adı verilen renkler bitkisel boyalardan elde edilmiş.

Dresden Kodeksi inanılmaz doğruluğa sahip astronomi tabloları içeriyor. Kitap en çok Ay Serileri ve Venüs Tablosu ile ünlü. Ay serileri tutulmalarla ilişkili aralıkları gösteriyor. Venüs Tablosu ise gezegenin görünen devinimleriyle ilişkili. Kodeks aynı zamanda almanaklar, astronomik ve astrolojik tablolar ve dinsel referanslar içeriyor.

MAYA KRALLARININ SIRRI

‘’In Lak’ech’’  Günümüz Türkçesiyle ’Ben bir başka Sen’im’ anlamına gelen Mayalara ait kutsal deyim… 
 
Mayalarca kutsal kabul edilen ve ayın on dördüncü gününde yapılan özel bir törende dile getirilen kelimeler; Maya uygarlığını koruyan çok özel bir teşkilata giriş töreninde, kral tarafından yüksek sesle söyleniyordu. 
Teşkilatın en kutsal vazifesi maya krallarını korumaktı. Maya halkının korunması, kralın korunmasının yanında ikinci planda kalıyordu. Çünkü Maya kralları, maya halkı tarafından kutsal sayılmıştı. Ancak bu kutsallığın bir derin manası vardı. Yani klasik bir toplumdaki krallara atfedilen kutsiyet ile uzaktan yakından bir ilişkisi yoktu. Maya kralları, maya uygarlığının asırlardır devam eden kadim bilgi hazinesinin muhafızlığını yapıyordu. Kısacası Mayalarda kutsiyet atfedilen muhafızlığı yapılan bilgeliğin ta kendisi olmuştu. 
Maya kralları bu bilgeliğin bir bölümüne ait çok gizli sırları içselleştirdikten sonra kral olmaya hak kazanıyorlardı. 
Maya uygarlığının, günümüz dünyasına kadar etki etmesinin nedeni de bu saklı bilgelik de gizlidir. İşte Mayalara ait gizemli teşkilata giriş törenin de kral tarafından söylenen kutsal kelimeleri işiten kişiye, bu yüce bilgeliğe ait sırlar açıklanıyordu. 
Günümüz bilim insanları böylesine derin bir bilgeliğe sahip maya uygarlığının bir anda yok olduğundan bahsetmektedir. Maya halkı, İspanyol askerlerinin kıtayı işgal etmesinden önce sırra kadem basmıştır. Öyle ki, bu yok oluşun gizemi halen daha çözülememektedir. Ancak konu hakkında birbiri ardına çeşitli bilimsel makaleler yayımlanmıştır. 
Bu tezlerden en önemlisi Mayaların kurdukları son, yani beşinci devletin ardından kutsal bir misyon gereği yeryüzüne dağıldıklarını ifade etmektedir. Nitekim bu görüşü savunan bilim insanları; mayaların, özellikle bölgede bulunan Aztek vs. gibi halkların kurdukları diğer devletlerin içerisinde "bu devletleri de dönüştürerek- gizemleri ile birlikte yaşamlarını sürdürmeye devam ettikleri yönündedir. Günümüze kadar gelen mayalara ait kutsal bilgeliğin korunan kırıntıları bu tezi doğrulamıştır.   
Aslında Maya uygarlığının kutsal bilgeliğine ait kırıntıların izini sürdüğümüz takdirde, bilgeliği koruyan gizemli teşkilatın da küçük bir resmi çizilebilir. Kutsal maya bilgeliğinden günümüze kadar gelen bilgelik kırıntılarını bir araya toplayarak, bu resmi çizmeye başlayalım. 
Maya uygarlığının ağır basan en önemli yanı, insanın yaratılmasından önceki zamanlara ait sembolik ifadeler ile anlatılan kadim bilgilerin içeriğidir. Diğer uygarlıkta bu durum Mayaların ki kadar açık seçik ifade edilmemiş ve törelerine yerleşmemiştir. 
Mayalarda, insan ve insan öncesinin yaratılışı; 5 güneş öğretisi adıyla ifade edilen bir mit ile anlatılmıştır. Zamanı var eden tek bir yaratıcı vardı. Bu tek yaratıcı kendi gücünü ifade edebilecek ve kozmosu düzende tutabilecek üç adet varlık yaratmıştı. Üç varlık aracılığıyla dört yön yaratılmıştı. Dört yönün karşılığı; maya evrenini ayakta tutan kozmik tek tanrı ve onun kutsal kabul edilen üç yardımcısıydı. Üç kozmik tanrısal güç daha alt evrenleri ve zamanı koruyacak 13 varlığı yaratmıştı. Bu mit dikkatle incelendiğinde maya evrenini oluşturup koruyan dört kozmik tanrı ve daha alt dünyaları dengede tutacak 13 tanrının varlığına şahit olmaktayız. Bu durumda tek tanrıyla birlikte, yaratılan tanrısal güçlerin sayısı 17 olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Mayalarda bu yaratılış miti çok önemlidir. Çünkü bu yaratılış mitindeki sayısal ve sembolik tasarıma uygun olarak maya kuchkaballeri teşkilatlanmış, devlet haline gelmiştir. Mayaların kurdukları beş devlette de 17 adet kuchkabal (Türkçe karşılığı boy demektir) vardır.
Maya devlet sistemin de boyların gizli veya açık hükmü (Tüm Türk devletlerinde durum aynıdır.) geçmektedir. Maya devlet tarihi 17 adet boyun teşkilatlanarak vücut bulmuş halidir. Kısacası Mayalar, kurdukları beş devleti; gök tasarımları ve hiyerarşileri neyse, ona göre kurgulamışlardır. Böylelikle gök, yere taşınmıştır.
Maya evreninin yükselişi; 17 tanrısal gücün ardından insan ve insan öncesi yaratılışı ifade eden 5 güneş öğretisi ile devam eder…
5 güneş öğretisinde; insandan önce yaratılan varlıklar 4 kısma ve dolayısıyla 4 güneş çağına ayrılmıştır. Günümüz insanı ise beşinci güneş çağına ait yaratılan varlıklardandır. Yaratılan insan öncesi varlıklar başıboş bırakılmamıştır. Özellikle birinci güneş çağında tanrının eli olan ve balam denilen ruhani varlıklar mevcuttur. Balam denilen ruhani varlıklar, birinci güneş çağından itibaren tüm yaratılacak evreninin muhafızları ve terbiye edicileridir.
Birinci güneş evreninde yaratılan insan öncesi varlıkların yoldan çıkması üzerine büyük bir savaş çıkar. Tanrı’nın eli olan balamlar sayesinde birinci güneş evreni yok edilerek. İkinci güneş çağı başlatılır.

5 Güneş öğretisinde dikkat edilecek nokta şudur: İlk güneş çağından itibaren birbirine düşman iki karşıt grup oluşmuştur. Bu gruptan ilki, tanrının eli ruhani balamlardır. İkinci grup ise; ilk çağda balamlar tarafından bedenleri yok edilen ancak tanrının cezası gereği ikinci güneş çağındaki kötü şeytanların ruhları olarak doğan varlıklardır. Bu mücadele beşinci güneş çağına değin sürmüştür.

Ulu Tanrı, beşinci güneş çağını yaratmaya karar verdiğinde, ilk olarak ikiz kardeşler yaratmıştı. İşte günümüz insanının da yaratılacağı beşinci güneş çağı, bu ikiz kardeşlerin aracılığıyla var edilmiş ve yönetilmişti.

Mayalarca kutsal kabul edilen ikiz kardeşlerden birine Hun Ahpu, diğerine ise İx Balam Que deniliyordu. Hun ismi aynı zamanda mayaların kutsal kabul edilen yaratıcı dört tanrısından birinin de ismi idi. Balam ise; tanrının eli olan ruhani varlıkların adı idi. Bu iki kutsal ruh; beşinci çağdaki bu iki kardeşin ruhunda yeniden doğmuştu. Bu sebepledir ki, özellikle günümüz İspanyasında Mayalar ile ilgili yapılan çalışmalarda, Mayaların bu iki kardeşten birine Hun diğerine ise Balam dediği belirtilmiştir.

Mayalarda iki kardeşin gök cisimlerine denk gelen karşılıkları da vardı. Hun güneşi, balam ise ayı temsil ediyordu. Hun’un rengi kırmızı, balamın rengi beyaz idi. Yine aynı şekilde toplumsal kuralların düzenlenmesi alanında da bu iki kardeş referans alınmıştı. Mesela Hun, beşinci güneş çağını günümüze kadar sürdürecek ve töre yerine geçecek ‘Hun Kanunlarını’ belirlemişti.

İşte maya uygarlığı kurduğu beş devleti, esrarı bugün dahi çözülemeyen Hun Ahpu Kanunlarına göre yönetmişti. Beş güneş çağı öğretisi de dahil olmak üzere, tüm maya öğretileri bu kanunlar aracılığıyla sırlanarak korunmuştu. Hun Kanunlarının en özel kısmı maya bilgeliğine ait kısımları idi. Kanunların bu kısmı ise sadece kral olmaya hak kazanan soylular ve bu kanunlara sırlanan bilgeliğin muhafızlığını yapan teşkilatın üyelerince biliniyordu.

Hun kanunlarında yer alan bilgelik kırıntılarında en özel kısım, bilgeliğin muhafızlığını yapan teşkilata ayrılmıştı. Hun Kanunlarında teşkilatın en önemli vazifesi şu şekilde belirtilmiştir:

Maya uygarlığında bir yıl 365 güne tekabül ediyordu. Maya inancına göre yılın 360 günü ulu tanrı tarafından koruyordu. Ancak haab denilen tanrıların korumasının olmadığı kalan 5 gün ise mayalar için korku içinde dua ettikleri günlerdi. İşte maya inancında ulu tanrının toplumlarını korumadığı 5 günde, onları koruyan, üyelerine balam denilen teşkilat idi. Ayrıca krallık soyunun devam etmediği dönemde devletin başına geçecek kişi sadece balamların arasından seçilebiliyordu. (Maya uygarlığının bir döneminde bu süreç yaşanmış ve balam kralları denilen bir dönem yaşanmıştır. Ardından balam kralları tarafından asıl krallık soyunun yeniden yönetime getirildiği maya tarihine ait kitaplarda yer almaktadır.)

Mayalara ait bu teşkilatın üyeleri küçüklüklerinden itibaren özel olarak yetiştiriliyordu. Teşkilatın üyeleri sadece soylu maya boylarına ait olan kişilerin çocuklarından seçiliyordu. Mayalara ait bu seçkincilik bununla da kalmamıştı. Teşkilatın çekirdek ekibine ayın 14. Gününde doğan kişiler kabul ediliyordu. Mayalarca ayın 14. Günü özeldi. Mayalarda 14. Güne ait sembol, maya uygarlığını koruyan teşkilatın sembolüydü. 14. Gün için kullanılan sembol ise ne ilginçtir ki üç hilal idi.

Teşkilatın üyeleri jaguar postu giyinip, teşkilatın sembolü üç hilali kalkanlarında taşıyorlardı.

 


Teşkilatın üyelerine yani balamlara, özel dövüş sanatlarından tutun, mayalara ait gökyüzünün kalbi denilen (tahtadan ve tahtanın uçlarında sivri uçlu yeşim taşları bulunan silah) yıldırım silahının nasıl kullanılacağına kadar tüm savaşçı teknikleri öğretiliyordu. Bu eğitim sürecini tamamlayanlar; ölüler ile yaşayanlar arasındaki iletişimi kurabilmek, krala ruhani ve büyü ile ilgili konularda danışmanlık yapabilmek için daha özel bir sürece tabii tutuluyorlardı. Ruhani eğitimin sonunda ise gelecek ile ilgili yorum yapabilmeye hak kazanıyorlardı. Her dönem bu hakkı kazanan üç bilge mevcuttu. Üç bilge üç hilal ile temsil ediliyordu. Balamların, kalkanlarında taşıdığı üç hilalin en üstünde yer alan tek hilal; bu üç bilgeden bağlı oldukları tekini temsil ediyordu. Ayrıca Hun kanunlarında geçen, yönetici kralın türlü meziyetlere sahip 4 danışmanından üçü, bu yetişen bilgeler arasından seçiliyordu.

Balam teşkilatından yetişen üç bilge mayaların en kutsal ilminin muhafızlığını yapıyorlardı. Bu ilim günümüzdeki literatürde yer alan ebced (hakiki ebced bilgisinden bahsediyorum) sistemini andırıyordu. (Ancak naçizane görüşüm, mayaların bu ilminin ebced sistemine oranla daha deruni olduğu yönündedir.)

Maya uygarlığının en dikkat çekici yanı yazı sistematiğindeki mistik yöndür. Maya yazısı yıldızların dilidir. Maya yazı dilini inceleyen bilim insanları, maya uygarlığının sanılandan çok daha mistik ve gögün bilinmeyen hakikatleri ile iç içe olduğunu belirtmektedirler. Buna kanıt olarak maya yazı sistematiğine ait mistik yönün incelenmesinin yeterli olabileceği kanaatindedirler.

Maya yazı dilinde harflerden çok heceleme sistemi önemlidir. Maya yazı dili, glifler aracılığıyla ideografi denilen ve bugün dahi tam anlamıyla çözülemeyen bir yazı sistemidir. 

Mayalarda, bir kelimenin hecelerine bölünmüş haline bakılarak, o kelimenin ifade ettiği topluluğun iç dünyasına vakıf olunabilmektedir. Ayrıca aynı kelime üzerinden aynı topluluğun cismaniyeti ve ruhaniyetine dair bilgi sahibi olunabilmektedir. Bir kelime içerisindeki hecelerin (hece bölünmesi, kelimenin söyleniş ses fonetiği üzerinden yapılıyor) bir kısmı ruhani yönü (birinci güneş çağı) ifade ederken diğer bir yönü ise, son yani beşinci güneş çağına ait bir anlamı yansıtmaktadır. Ayrıca her hecenin sayısal bir değeri vardır. Heceler verilen sayısal değerlerin karşılığı, onun gök hiyerarşisindeki konumunu belirlemektedir. Ancak bugün dahi mayaların hecelere hangi kurama göre sayısal değer belirledikleri hala çözümlenememiştir. Ebced vs. gibi ilimlerde harfler odak noktası iken; Mayaların sisteminde harfler değil hecelerin sayısal değeri mevcuttur.

Konunun daha iyi anlaşılması açısından Maya krallarının sırrı teşkilatın ismi, balam kelimesini örnek olarak inceleyelim. Balam kelimesinde ki Ba hecesinin temsili jaguar kafasını içeren bir gliftir.

Lam hecesi ise küre şeklindeki üç nokta ile temsil edilir. Nitekim balam kelimesinde, ba hecesi, beşinci güneş çağının mistik yaratığı olan jaguarın karaterini temsil etmektedir. Lam hecesinin ise, kelimenin ruhani yönü yani ilk güneş çağına ait bir yansıması vardır. Yani lam hecesi; ilk güneş çağında yaratılan tanrının eli balamların, yeniden beşinci güneş çağına doğan ruhlarını temsil etmektedir.

Mayalara ait bu kadim bilgilerin ne işe yarayacağı ya da bu ses fonetiğine göre ayrılan Ba ve Lam hecelerinin anlamlarını bilmemizin; günümüz dünyası için ne işe yarayacağı sorusu haklı olarak sorulabilir. Bu soruya verilecek cevap ‘Kadim çağlara ait bilgilerin tek anahtarı yüce kitabımızdır!’ düsturundan hareketle yanıtlanabilir. (Pirimin yüce gönlüne selam ederim.)

Ses fonetiğine göre ayrılan Lam hecesinin, balam kelimesinde ki ruhaniyeti temsil ettiğini yazdık. Yüce kitabımızda lam hecesi ses fonetiği ile birlikte nasıl geçer?

Elif Lam Mim… Elif Lam Ra… vs. Yani, Hurufu Mukattaa denilen ve üstüne çokça tefekkür edilen ilimde geçer. Hurufu Mukattaa harflerinin bulunduğu surelerin çoğunda insan öncesi yaratılan alemler ile ilgili birçok sır mevcuttur. Münir Derman Hz. :
‘’1-Tıyn (Sıcak Çamur), 2- Salsal ( Kuru Çamur), 3- Hame ( Karabalçık ), 4- Turab, 5- Sera’’ sıralamasını yaparak, insan öncesi yaratılışa bir atıfta bulunmuştur. Bu ifadeler çok önemlidir. Çünkü özellikle Hurufu Mukattaa’nın yer aldığı surelerde, bazı alem isimleri kodlanmıştır. Mesela Hud suresinde Su alemi diye bir alemden bahseder. Yine Taha Suresi’nde Sera kodlu başka bir alemden bahseder. Son olarak Elif Lam Mim ile ilgili başlayan ayetlerde sakhra yani kaya alemi koduyla (insan öncesinde yaratılan ilk alemlerden biri) başka bir alemden bahseder. Tüm bu alemlerin Münir Derman Hz. yazdığı silsile ile ilişkisi vardır. (Salih Peygamberin kayadan çıkan devesi, kaya alemi ismi ile kodlu insan öncesi yaşama ait bir varlığın sırrını mı barındırıyordu?) Elbette bu yazılanlar detaylandırılabilir… Ancak şurası açıktır ki, Mayalarda ilk güneş çağına ait varlıkların ruhaniyetini temsil eden Lam hecesinin Kuran’da da bir karşılığı vardır!

Düşünün!

Eskiyi yıkmadan, yeniyi üzerine inşa eden Türk kökenli maya uygarlığına ait toplayabildiğimiz bilgi kırıntıları ile bu bilgilerin kilidi açılıyor. Kim bilir bu Türk kökenli uygarlığa ait araştırmalar süreklilik ile devam edebilse ya da özellikle İspanya’da ki bilimsel makaleler Türkçemize kazandırılabilse daha ne hakikatler ortaya çıkacaktır. Maalesef -Yüce Türk Devleti’nin hususi çalışmaları hariç- Atatürk’ten bu yana, bu ince ciddiyeti kavrayabilen bir devlet adamımız olmamıştır. Ayrıca Atatürk’ün, Amerikan kıtasındaki halklar ile ilgilenmeye ne zaman başladığı bir soru işaretidir. Bunun Cumhuriyet öncesi vardır ve bu konu maalesef incelenmemiştir. (Atatürk’ün Amerikan halkları ile ilk kez tanıştığı kitapta çarpı attığı bir resmi ilk kez yayınlıyoruz.)

İşte tam da bu nokta da, Atatürk’ün maya uygarlığı hakkında yaptığı çalışmaları ile ilgili iki bilinmeyen konunun örtüsünü kaldırmak gerekli diye düşünüyorum. Çünkü bu iki konunun yazının başından beri yazılan konular ile birebir bağlantısı var!
Bir…

Türk Devleti ve şanlı Türk Ordusuna şerefiyle hizmet etmiş bir Türk Subayının, 1946 yılında Atatürk’ün özel kütüphanesinde, Atatürk’ün Mayalar ile ilgili notları incelerken; bunlar arasında yer alan bir şey dikkatini çekmişti. Türk Subayı dikkatini çeken konunun peşini bırakmamıştı ve bir bilgiye ulaşmıştı. Ona garip gelen bir bilgiydi bu… Türk subayı Atatürk’ün maya hece sistematiğine ait bir giz olan hecelere sayısal değerler verebildiğini notlarından okuyarak gözleriyle görmüştü. Özel notlarda Ata bir kelimenin altını çizmiş ve bir başka kelimeyi ise maya hecelerinde ki gize göre incelemişti. Atatürk’ün altını çizerek yazdığı kelime ‘Balam’ kelimesi idi. Hecelerine maya gizine uygun sayısal değer verdiği kelime ise, Dianna idi. Meşhur tanrıça Dianna’nın ismi Di " Anna şeklinde hecelerine ayrılmıştı Ata tarafından… Ayrıca hecelerin sayısal değerleri verildikten sonra kelimenin yanına ‘Di, Hunlarda tanrıça ismi. Anna, anne demek. Yani Di anne.’ denilerek bir not alınmıştı. Türk Subayı Atatürk’ün bu hecelemeye ait sayısal sistemi nasıl ve kimden öğrendiğini merak etmişti. Subayımız sorusuna cevap bulmuş olacak ki, Ata’nın tamamlanmayan çok önemli bir projesinin bitirilmesi için, dönemin hükümeti nezdinde büyük bir çaba sarf etmeye başlamıştı.
İki…

Atatürk’ten sonra çeşitli bahaneler ile yarım bırakılan bir eser vardı. Bu eserin ismi Devlet Mahallesi idi. Devlet Mahallesi, günümüz TBMM binası da olmak üzere, Güven Park’taki anıtı da içine alacak şekilde binaların mimari yapılarının bütününü içeren büyük bir bölgeden oluşuyordu. (Resimde Atatürk, Devlet Mahallesi Projesine ait Türk Piramidi şeklindeki maketi incelerken görülüyor.)

Projenin mimari olarak seçilen Holzmeister, konu ile ilgili anılarında şunları yazmıştı:
‘’Ermeni, Yunan vs. gibi değil Türk mimari geleneğine göre yapılacak. Atatürk’ün isteği buydu.’’

Ayrıca Holzmeister, Atatürk tarafından devlet mahallesine ayrılan alanın dışına çıkamayacaktı. Holzmeister bu konu hakkında:

‘’Benim için koşulları oldukça ağır bir anlaşma imzaladım.’’ diyerek bir sitemde bulunmuştu.

İşte bahsettiğim Türk Subayı, Atatürk’ün yarım bırakılan Devlet Mahallesi projesinin tamamlanması için büyük bir çaba göstermişti.

Devlet Mahallesi için seçilen alanın mimari özelliği çok ama çok ilginçtir. Bugün bu alanın mimarisine ait bir taş sütun TBMM Genel Kurul girişindeki bahçede yer almaktadır. Devlet Mahallesine ayrılan alan kesik uçlu bir Türk Piramidi şeklindedir! Piramidin en altında TBMM’nin mimari çizimi bulunmaktadır. Piramidin en tepesinde ise Güven Park’ta ‘’TÜRK, ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN’’ yazısı ile biten ve Atatürk’ün de aralarında bulunduğu 5 kişilik dev bir anıt yer almaktadır.

Devlet Mahallesinde yer alan tüm mimari yapıların şekilleri maya glifleri ile kodlanmıştır! Yani mimari yapılar, maya diliyle bir şeyler anlatmaktadır.

Ne demiştik… Maya yazısı, yıldızların dilidir!

Devlet Mahallesinde yıldızların dili ile Türk Milletine bir sır nefeslenmektedir!  Devlet Mahallesinde Gök, Yere taşınmıştır! Bu sır Atatürk’ün, Türklük camiasına bıraktığı en büyük emanetini haykırmaktadır! Yıldızların diliyle gökte saklı olan Türk’ün emaneti (Bu şifreleme sistemini Atatürk’ün nasıl öğrendiğini bilen bir ismin anıları Atase arşivimizdedir! Devletimiz dilediği zaman bunu açıklar.) yazı halinde ki bir haritadır.

Gök’ün bu emanetini, yerde koruyanlara Devlet Mahallesinden şöyle seslenilmektedir: ‘’Ben bir başka Sen’im!’