AHİD SANDIĞINI

Bize anlatılanlara göre, Tanrı'nın Musa'ya bir "Sandık" yapmasını emrettiğini biliyoruz. Konuyla ilgili direktifleri Tevrat'ın "Çıkış" bölümünde okuyabiliriz. (25, 10) Anlaşılan odur ki, bu direktifler yalnızca sözlü olmayıp, belirli bir Sandık Modeli'nden kaynaklanmaktadır: «Bak ve dağda sana gösterilen örneklerine göre yap.» -Tevrat, Çıkış 25, 40 - Bu sandık, işlenen cürmün maddî delillerinden biridir. Bu nedenle de öncelikle göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Fakat, söz konusu cinayetler öylesine eski bir zamana aittir ki* çağdaş bir TV dizisinin aile içerisinde tartışıldığı gibi, uzmanlar üzerinde hâlâ kafa yormaktadırlar.

Hz. Musa’nın (A.S) Sandukası kabul gören rivayete göre, akasya ağacından yapılmıştı, uzunluğu 2,5, eni 1,5 ve yüksekliği de 1,5 arşındı, içi ve dışı saf altınla kaplıydı ve üzerinde altın pervaz vardı. Altın kapağının üstünde kanatlarıyla sandığı koruyan iki melek vardı. Sandığın kenarındaki halkalara, akasya ağacından, altın kaplama sırıklar takılır ve sandık bu sırıklarla taşınırdı. Kollar sandığın halkalarında takılı kalır, ondan ayrılmaz ve Allah’ın (C.C) verdiği şehadet sandığın içinde saklanırdı. Sandık gidilen her yere taşınacak ve kamp kurulduğu zaman tam orta yerde bulunan, halis altın iplikle dokunmuş ve “Kefaret Örtüsü” de denilen bir örtünün altında korunacaktı. Zohar'da daha geniş bilgilerle karşılaşırız. Fakat, büyük ihtimal ile, M.S. 130 ile 170 yılları arasında gün ışığına çıkan bu kitap, gizli bir Musevî eseri olduğundan, resmî kayıtlar için kaynak oluşturmamıştır.

Bununla birlikte, Ahid Sandığı'na yaklaşık 50 (!) sayfa ayırmış ve de diğer suçbilimcilerin gözünden kaçan çok ince ayrıntılara kadar inmiştir. Ahid Sandığı'nın Zohar'da "Günlerin Eskisi" şeklinde tanıtılması da ilk bakışta oldukça şaşırtıcıdır. Biraz daha dikkat edildiğinde  bu isnadın sandığa yönelik olduğu açıkça ortaya çıkar. Zohar'daki tanımlar, Çıkış bölümündeki hesaplara uygundur. Allah, kesin ayrıntıları da vererek, Musa'ya «Günlerin Eskisi» için bir sandık yapmasını emreder. Bu kap, o olağanüstü «Günlerin Eskisi» ile birlikte Çöl Yolculuğu'na birlikte götürülecektir. Buraya kadar böyle bir sandığın varlığına hiç kimse itiraz etmemektedir. Ölçüleri ise, uzmanlar arasında ihtilaf yaratmaktadır.

Harry Torczyner, ikisi Musa'ya verilen yasaları içeren Kitabeler olmak üzere, Ahid Sandığı'nın protokolleri içerdiğini öne sürmüştür. Harry Torczyner, bu noktada,hem klasik «Ahid Sandığı» kavramına hem de bu sandığın içeriğine belirli bir şüphe ile bakan meslektaşı Martin Dibelius'un görüşlerine yaklaşmaktadır. Bu esrarengiz sandığın ağırlığı da başlı başına bir tartışma konusudur. Hâkimler'den biri olan Peygamber Samuel, profesyonel bir gözlemci gibi şunları yazar:

"Ve şimdi, bir yeni araba ile boyunduruk vurulmamış emzikli iki inek alıp hazırlayın... Ve Rabbin sandığını alıp arabanın üzerine koyun: ve günah  takdimesi olarak ona ödeyeceğiniz altın şeyleri küçük bir sandık içinde onun yanına koyun? Tevrat, I. Samuel 6, 7-8 "

Üstelik, Hâkim Samuel, sandığın nakli için kullanılan diğer bir arabadan da söz açar:

"Ve Rabbin'ın sandığını yeni bir arabaya koydular, ve onu tepede olan Abinadab'ın evinden kaldırdılar: ve Abinadab'm oğulları Uzza ve Ahyo yeni arabayı sürüyorlardı.Tevrat, II. Samuel 6, 3 – "

Yahova'nın ruhbanları Levililer tarafından taşnılabildiği düşünülürse, bir veya iki araba üzerinde nakledilen ve de iki yetişkin inek tarafından çekilen sandığın, 300 kilodan daha ağır olduğu söylenemez:

"Ve öyle oldu ki, rabbin sandığını taşıyanlar altı adım yürüyünce bir öküz ve besili bir buzağı kurban etti.

Tevrat, II. Samuel 6, 13" Aslını isterseniz, Musa'nın "Levililer" de bu söz konusu ruhban sınıfını eğittiği gibi, bizler de şu Kutsal Kitap suçbilimcilerine doğrudan bir mudahalede bulunabilirdik.

Düşünür ve matematikçi Lazarus Bendavid (1762- 1832) Berlin'de yaşamıştı. Musevî Serbest Okulu'nun yöneticisi ve aydın kafalı bir insandı. Aynı zamanda da, ünlü Spenerschen Zeitung gazetesinin başyazarı idi. Çağdaşlarına göre, tanınmış bir Yahudi bilim adamı ve düşünürü olan Bendavid, konuya şöyle bir yaklaşım getiriyordu:

"Musa'nın günlerindeki bu Sandık, elektrik aygıtları ile donanmış komple bir sistemi içeriyor ve bu sistem dahilinde iş görüyordu"

Lazarus Bendavid yalnızca zekî bir insan olmayıp, çağının da oldukça ötesinde bir kişiydi. Ortodoks bir Yahudi olarak Zohar'ı okumuş muydu? Eğer okumuş ise, «Günlerin Eskisi» ile karşılaşmış mıydı? Bu bölüm zihninde birtakım şüpheler uyandırmış mıydı? Elde ettiği mevcut araştırmalarla tatmin olmamış mıydı? Hiç şüphesiz, sadece belirli ve seçkin bir grubun Sandık'la temas hâlinde bulunduğunu, bu ileri gelen ruhban sınıfının bile her Allahın günü sandığın yanına sokulamadıklarını  gayet iyi biliyordu. Çünkü Sandık, tehlike arzediyordu! Bendavid.

"Talmudculara kalırsa, Kutsalların Kutsalı'na yapılacak her ziyaret, beraberinde ölüm tehlikesini de taşımaktaydı. Ruhbanların başı daima belirgin bir korkuyla yaklaşıyor ve sağ salim geri dönmesi hâlinde, .o günlük vartayı atlattığından ötürü sevinç duyuyordu,"

Bir savaşın ardından sandık Filistinlilerin eline geçmişti.Bu esrarengiz aygıtın İsrailoğulları için taşıdığı önemin farkına varmış ve sahipliğine konmakla birtakım ayrıcalıklar edineceklerini ummuşlardı. Ne var ki, Filistînliler bunu kullanabilecek talimatlardan yoksundular ve konuya yabancıydılar. Kısa bir zaman sonra, Sandık ile yakın ilişki kurmayı deneyenlerin ya hasta düştüğünü ya da ölüp gittiklerini fark ettiler. Aygıtı şehirden şehire dolaştırmaya başladılarsa da, netice değişmedi. Ne idüğü belirsiz nesneye her kim yaklaştıysa, çıbanlar döktü, derileri pul pul soyuldu, tüyleri, kılları yolundu. İster çocuk ister ergin kişi, korkunç ağrı ve sızılar her yanlarını kapladı, kusmalar ve ıstırap dolu ölümler birbirini izledi. Hâkim Samuel, olaylara tanıktı:

"Ve çağırıp Filistînlilerin bütün beylerini topladılar ve dediler: İsrail Rabbın sandığını gönderin, ve yine yerine gitsin, ve bizi ve kavmimizi öldürmesin. Çünkü bütün şehirlerde ölüm şaşkınlığı vardı: Rabbin. eli oralarda çok ağır oldu. Ölmeyen adamları da urlar kapladı, ve şehrin feryadı göklere çıktı.Tevrat, I. Samuel 5, 11-12 "

Filistînliler tam yedi ay boyunca bu şeytanî aygıtın tasallutuna uğradı. Sonunda hepsi, bu belâdan kurtulmayı murad etti. İki öküz tarafından çekilen bir arabanın üzerine yerleştirdiler ve hayvanları Beyt-şemeş sınırına doğru kamçıladılar.

 

 

Bir sabah vakti, Beyt-şemeş'liler derede buğday biçerken, karşılarında arabayı ve üzerinde sandığı gördüler. İnekleri kurban ettikten sonra, Sandık'la ilgili olarak ne yapılması gerektiğini bilen Levilileri çağırdılar. Ne var ki, Sandığın ne denli tehlikeli olduğunu bilemeyen tam 50.070 insan korkunç bir şekilde can verdi. Biraz fazlaca meraklı olduklarından Sandığa yaklaşmışlardı ve Tanrı cezalarını vermişti. Bu noktada, Sandık, yeniden kendisini imâl eden halkın eline geçmiş durumdadır.

 

Fakat ne çare ki, ne işe yaradığını hâlâ bilememekteyiz. 1978 yılının Martın da "Kudret Helvası" Makinesi adında bir kitap yayınlandı. Elektronik danışman George Sassoon ile biyolog ve mühendislik üzerine yazılar yazan Rodney Dale'in ortak çalışma ürünü olup Londra'da basılmıştı. Britanyalı araştırmacılar Zohar'ın «Günlerin Eskisi» bölümüne günümüz biyolojik ve teknik bilgiler ışığında eğilerek yeni bir bakış açısı getiriyorlardı. Aynen Bendavid'in de öngördüğü gibi Ahid Sandığı'nın teknik bir aygıt olduğuna ve İsrailoğullarının çöldeki yolculukları sırasında, bol miktarda protein ihtiva eden "kudret helvası-Mann -Mana" ürettiğine karar vermişlerdi.

Britanyalı bilim adamları George Sassoon ve Rodney Dale, Zohar'daki tanımlama ve tasvirden hareketle, "Kudret Helvası Makinesi" nin bir benzerini meydana getirdiler. Sonuç: Yeşil yosunu protein yüklü bir gıdaya dönüştüren radyasyon yüklü bir aygıt.

"Bulutları üzerinize gölge kıldık ve size "kudret helvası" ve bıldırcın indirdik. size rızık olarak verdiklerimizin temizinden yiyin (dedik). (bakara suresi, 57 ,Taha 80, Araf 160 )"

"Ve mann, kişniş tohumu gibi idi ve görünüşü ak günlük görünüşü gibi idi. Kavm dolaşır ve onu devşirirlerdi ve yerlerdi ve tencerelerde haşlar ve ondan pideler yaparlardı ve tadı taze yağ tadı gibi idi. Ve geceleyin ordugâh üzerine çiğ indiği zaman üzerine mann inerdi.(Eski Ahit) Sayılar Bölümü, 11

Artık sorgu-sual faslı dev bir adım katetmiş bulunmaktadır. Ahid Sandığı = Günlerin Eskisi = Kudret Helvası Makinesi. İşte denizyollarının sefer çizelgesi kadar hatasız bir formül! Teknoloji, dinbilimciler için özel bir ilgi alanı oluşturmadığından, kendilerini suçbilimciler takımından ayrı olarak ele alamıyoruz. Artık şu noktalar açığa çıkmıştır:

— Ahid Sandığı Kutsalların Kutsalı olmayıp, yiyecek üreten bir makinenin deposudur;

— Yanma yalnızca seçkinler yanaşabilir, çünkü bu kişiler, makinenin kullanımıyla ilgili olarak eğitilmişlerdir;

— Makinenin yanma sokulan fazlaca meraklılar, ağır bir şekilde hastalanmakta veya ölmektedirler, çünkü makine yüksek dozda radyoaktivite yüklüdür.

Kendilerine aracılık eden bir peygamber vasıtasıyla, bu seçilmiş grubun, uygarlıktan uzaklaşmasını emrediilmiştir. Bu seçkinlerden biri olan Musa'nın önderliği altında, İsrailoğulları sahraya doğru yola koyulmuştur. Tanrı onları korumuş, saldırıya geçen Mısırlıları suda boğmuştur:

"Ve sular dönüp savaş arabalarını ve atlıları, onların arkasından denize girmiş olan bütün Firavun ordusunu örttü; onlardan bir nefer bile kalmadı.Tevrat, Çıkış 14, 28"

.Vahşi bir beldeyi katleden büyük bir göç dalgasının peşindeyiz. Düşman mağlup edilmiştir ve yol açıktır. Şüphesiz, binlerce kadın, erkek ve çocuğu günümüzün en modern ordularının bile zorlukla baş edebileceği bir vahşet diyarından geçirmek ve taze gıda ihtiyaçlarının üstesinden gelmek, son derece zorlu bir teşebbüstür. Her şeyiyle düşmanca olan tüm çevresi ile birlikte çöl iklimi, + 58 C° ile - 10 C° arasında değişen bir ısı sunar insanoğluna. Yıllık yağış ortalamasının 10 santimetreyi aştığı nâdirdir. Dev bir konuk kitleyi doyurarak açlığını giderecek doğal ürünlerden yoksundur. Bütün bunlara rağmen, Musa, halkını bu yanar cehennemden geçirme riskini göze almıştır. İsrail halkının yiyeceğini kim temin etmiştir?

«Yanar Çalı» da kendini gösteren Tanrı, Çıkış döneminin zorlu yılları boyunca yardımcı olacak bir de makine arzetmiştir. Harika bir makinedir bu. Gecenin çiği ile mikroskopik bir çeşit yeşil yosunu karıştırarak ihtiyaca uygun miktarda yiyecek üretmektedir. Musa'nın da işaret ettiği gibi, zaman zaman menünün tekdüzeliğinden yakınmalar olursa da, hiç değilse aç kalan yoktur. Çiğ ve yeşil yosun bileşiminden oluşan yiyecek, radyasyon yoluyla üretilir. Radyasyon enerjiyi gerektirir. Çıplak çölün göbeğinde bu enerji nereden temin edilebilir? Bu ne tür bir enerji kaynağıdır ki, aradan kırk yıl geçtiği halde hâlâ tükenmez? Bugün ise bu soru işaretini kazıyabiliriz. Mevcut teknolojimiz, bize söz konusu aygıtın olsa olsa bir mini nükleer- reaktör olduğunu söylemektedir. Bu tür reaktörler hâlihazırda mevcuttur ve bir süreden beri faaliyettedir.

Bundan bir süre sonra Hindistan Hükümeti, yıllar önce CIA tarafından uzman dağcılara, Himalayalara bir mini-reaktör taşıtıldığını, bu aygıtın Çin'i dinleme ve gözleme operasyonları için bitmez tükenmez bir kaynak oluşturduğunu açıklamıştır. Mini-reaktörler plütonyum atomlarının dağılmasıyla enerji üretir. Ağır su ve sıvı yakıt gücü kullanan büyük ölçekli atomik istasyonların aksine, mini-reaktörlerde radyasyon enerjisi doğrudan elektriğe dönüşür. Mini-reaktör radyasyon salıverir. Tehlikelidir, fakat bu tehlike kaçınılmaz değildir. Nitekim yürekli bir grup dağcı. Himalayaların tepesine taşımış ve sağ-salim geri dönmüşlerdir. Mini-reaktörler geleceğin uzay gemilerinin bağımsız enerji kaynağıdır. Radyasyon kullanarak su ve yeşil yosundan besin üreten bir makine, yıldızlararası uzay yolculuğu yönünden büyük bir önem taşımaktadır. Sassoon ve Dale'in bu yaklaşımlarının uzay yolculuğu uzmanlarınca dikkatle gözden geçirildiğinden eminim. Güvertelerinde 'Kudret Helvası' makinesi bulunduran uzay gezginleri için, hiç şüphesiz en önemli sorunlardan bir tanesi çözülmüş olur. Kutsal Dağın üzerinde 'Tanrı' tarafından Musa'ya gösterilen sandık, herhalde açıkta bırakılamazdı. Belki bitmek tükenmek bilmeyen kum fırtınaları aygıt için zararlı idi. Belki değişken ve yüksek ısı oynamalarına karşı mutlaka bir koruyucu mekanizma gerekiyordu. Belki de, yola koyulan İsrail Halkı'nın, gıdalarını temin eden kaynak hakkında bir şey bilmemeleri zorunluydu. Şöyle veya böyle, verilen ölçülere göre, belirli bir modele uygun bir de muhafaza sandığı yaptırılmıştı. Bu açıdan, Ahid Sandığı asıl madde değil, yalnızca Manna Makinesi'ni barındıran bir kutudan ibaretti. Böylece her iki hedef de gerçekleşmiş oluyordu. Hassas makine, hem zarar verici dış etkenlerden hem de meraklı nazarlardan korunma altına alınıyordu. Uzun molalar boyunca bu fabrika nın çevresine bir çadır kuruluyor ve radyoaktivite tehlikesini bertaraf edebilmek için daima kampın dışına yerleştiriliyordu:

"Ve Musa çadırı alırdı, ve onu ordugâhtan dışarı, ordugâhtan uzak kurardı; ve ona Toplanma Cadırı derdi.» - Tevrat, Çıkış 33, 7 "

Maddî delillerin peşinde iz sürmeye devam edelim. Artık epeyce yol katettik, nasıl çalıştığı hakkında bile fikrimiz var. Sassoon ve Dale, Zohar Kitabı'nı etüd ederek makinenin yapımı üzerinde çalışırlarken,

" Günlerin Eskisi» bölümünden yeni bir şey öğrendiler. Kudret Helvası için bıkıp usanmadan tam altı gün çalışılıyor, belli ki yedinci gün ise makine temizleniyordu. Ve bu bakım işlemi, Musa* nın kardeşi Harun tarafından yönetilen Levililer tarafından gerçekleştiriliyordu. Harun da Musa ile birlikte dağa tırmanmış ve büyük ihtimalle bu konuda belirli bir eğitime tabi tutulmuştu. Tanrı öğretmişti ona: «Ve rab ona dedi: Git. in; ve sen ve seninle beraber Harun çıkacaksınız; fakat kâhinlerle kavmin Rabe çıkmak için aradan geçmesinler, yoksa O onlara zuhur ediverir - Tevrat, Çıkış .19, 24 "

 

Musa, Ahid Sandığı ile karşı karşıya.

"Ve Sina dağı, hep tütüyordu, çünkü Rab onun üzerine ateş içinde inmişti; ve onun dumanı ocak dumanı gibi çıkıyordu, ve bütün dağ çok titredi" - Tevrat, Çıkış 19, 18 -

bir besin üreten makine Musa ile Harun'a teslim edilmişti;

Makinenin nakli gerektiğinde, belirli bir kutuya, Ahid Sandığı'na yerleştiriliyordu;

Makine, boyunduruğa koşulmuş bir çift öküz tarafından taşınmakla birlikte, 300 kg.'dan daha fazla olamazdı, çünkü arasıra da olsa, erkeklerin omuzlarında nakledildiği oluyordu;

Sandığın yanma yaklaşanlar ya hastalanıyor, ya ölüyor veya çıban ve sivilceler döküyorlardı;

Sandığın içinde ne taşındığını hiç kimse bilmiyordu. Halkın tek bildiği, Tanrı'nın kendilerine yiyecek temin ettiği idi. Sandığın çevresini saran çadır bezi aynı zamanda büyük bir sırrı da gizliyordu;

Özel eğitim gören Levililer, koruyucu kıyafetleri ile bakım hizmetlerini yerine getiriyor, fakat onlar bile ne tür bir makine olduğunu bilemiyorlardı. Ruhbanların bile öldükleri birtakım olayları göz önünde bulundurarak, makineden haklı olarak korkuyorlardı.

"Ahid Sandığı Davası" ile ilgili araştırmalarımızın neticesinde bugün için söyleyebileceklerimiz bu kadardır. Peki daha sonraları ne oldu? Sandık ve gizemli muhtevasının başına neler geldi? Nerede son buldu? Varlığını hâlâ sürdürüyor mu? Onu yeniden bulabilir miyiz? Nasıl bulabiliriz? O boyut ve ağırlıktaki bir nesne, toz olup uçamaz ya. İz sürmeye devam edelim. 'Çıkış'taki tanımlardan hareket edecek olursak, makine, normal düzendeki hizmetini sürdürmüş, Vâdedilen Ülke'ye gelinmesi ile, fonksiyonunu yitirmiştir. Süt ve bal akan bir beldede, aynı monoton menüye gerek yoktur.

Ne var ki,. ilk gelenlerin, yolculuklarında, kendilerine yiyecek sağlayan bir makine getirdiklerine ilişkin dedikodular yayılır. Endüstri casusluğu başlamıştır. Her hükümdar bu yorulmak nedir bilmeyen makineye sahip olmak ister. İsrailoğulları'na galebe çalarak makineyi ele geçiren, ardından bir dizi belâya uğrayan Filistîler konusuna daha önce değinmiştik. Beyt-şemeş'e ulaşan Sandığın kaderi ne gibi bir yol izlemiştir? Hiç değilse 20 yıl boyunca bir barakada muhafaza edilmiştir:

"Ve Kiryat yearim  ahalisi geldiler . Ve Rabbin Sandığını çıkardılar ve onu tepede olan Abinadab ‘ın evinin içine götürdüler, ve Rabbin sandığını beklemek için oğlu Elezar’ takdis ettiler . Ve vaki oldu ki  sandığın Kiryat-yearim ‘e konduğu günden sonra çok vakit geçti ve yirmi yıl oldu  ve bütün Israil evi Rabbi özlediler.Tevrat , I Samuel 7,1-2 

Büyük ihtimalle, makine uzun zamandır çalışmıyordu; hiç kimse ilgilenmediğinden tamamen unutulup gitmişti. Yaklaşık M.Ö. 1000 yıllarında yaşayan İsrail'in ilk kralı Saul, damadı Kral Davud'a (M.Ö. 1013-973), zamanında o denli ilgi toplayan aygıtı hatırlatan ve hatırlayan ilk kişi oldu. Kral Davud'un Sandık ile ilgilenmeye başladığı sıralarda, söz konusu nesne, hâlâ Abinadab'm barakasında bulunuyordu. Her ne kadar merakı uyandıysa da, bu möfak, sandığı yeni yaptırdığı sarayın bir odasına naklettirecek bir ölçüye varmadı. Belki de tüyleri döken hastalıkların anısından ürkmüştü. Ya da bu ucubeye, özel bir oda açtıracak kadar önem atfetmedi. Şöyle veya böyle, kayınpederini 'talimatına uyarak yanında 30.000 kişi ile birlikte «Ahit sandığını Baale-yahuda'dan çıkarmak» (Tevrat, II. Samuel 6, 1) için harekete geçene kadar belirli bir zaman gerekti Bu nakliye sırasında bir başka harika daha yaşandı:

"Ve Ahit sandığını yeni bir arabaya koydular, ve onu tepede olan Abinadab'ın evinden kaldırdılar; ve Abinadab'ın oğulları Uzza ve Ahyo yeni arabayı sürüyorlardı; ve Ahit sandığı ile beraber onu tepede olan Abinadab'ın evinden kaldırdılar, ve Ahyo sandığın önünde yürüyordu... Ve Nakon'un harman yerine geldiler, ve Uzza Aik/an sandığına elini uzatıp tuttu; çünkü öküzler tökezlemişlerdi: ve Uzza'ya karşı RABİN öfkesi alevlendi; ve düşüncesizliği yüzünden Allah. onu orada vurdu: Orada Ahit sandığı yanında öldü.Tevrat, II. Samuel 6, 3-7"

Makine ile ilgili araştırmalarımızda bir yeni belge daha. Yirmi yıllık bir atâletten sonra yine elektroşok üretiyor! Diğer bir deyişle, mini-reaktör hâlâ enerji yaymaya devam ediyor. Bundan somaki kovuşturmamız için son derece önemli bir nokta. Ufak tefek aksilikler atlatılır ve sandık ile muhtevası güvenlik içinde Kudüs'e ulaşır. Kral Davud Öylesine sevinir ki, memnuniyetinden dans eder. Bütün elbiselerini savurup atar ve anadan doğma çırılçıplak kalır. Sahip olma duygusundan ötürü müdür bu sevinç? Yoksa, makinenin yeniden faaliyete geçmesi için Yahova'ya yakaracak mıdır? Halkı için kudret helvası mı isteyecektir? Sandığa sahip olmaktan dolayı onur duymaktadır, fakat ne sarayına kor, ne de onun için bir tapmak yaptırır:

 

"Ve RABİN sandığını içeri getirdiler, ve onun için Davud'un kurmuş olduğu çadırın ortasındaki yerine onu koydular Tevrat, II. Samuel 6, 17 " Esrarengiz nesne, Davud'un halefi Kral Süleyman (ML.Ö. 965-926) yönetimine kadar bir kez daha suskunluk dönemine girdi. Kral Süleyman, Kutsalların Kutsal'nı Tapmak'ta özel olarak korunan bir odaya yerleştirdi. Burada, tam 300 yıl boyunca İsrail Krallığı'nın savaş ve felâketlerinden etkilenmeden kaldı. Bu dönem zarfında çapulcular 4 kez altın ve mücevher gibi kıymetli birtakım eşyaları yağmaladılarsa da, sandığa dokunulmadı. En azından kayıtlarda bu konuda bir bilgiye rastlanılmadı. Anlaşılan çapulcular ziynet ve mücevherat ile daha fazla ilgilenmişlerdi. Sandığın varlığından haberdar değiller miydi? Esrarengiz muhtevasından mı korkmuşlardı? İsrailliler, çöl serüveninin bu paha biçilmez armağanını gizlemişler miydi? Nerede olduğunu bilen yok muydu? Acaba bu yüzden mi izleri yok olmuştu? Tevrat'ın bir başka bölümünden, artık pek fazla önem atfedilmediği sonucunu çıkartabiliriz: "Mukaddes sandığı İsrail Kralı Davud'un oğlu Süleyman'ın yapmış olduğu eve koyun; artık sizin omuzlarınızda yük olmayacaktır Tevrat, II. Tarihler "35.3 - Tahminlere göre, Sandık, Kudüs'ün tahribatı sırasında (M.Ö. 586) kaybolmuştur;

Makine, artık «kudret helvası» üretmemektedir.

Nasıl çalıştığını bilen yoktur.

Uzun bir süre âtıl kaldığı halde, mini-reaktör hâlâ işlemektedir. Meydana getirdiği elektrik gücü, sandığa dokunan Uzza'yı öldürmeye yetecek kadar yüksektir.

Üç kral; Saul, Davud ve Süleyman Sandıktan ürkmekte ve onu gizli tutmaktadırlar.

Zamanın akışı içinde, sandık, çöl yolculuğu boyunca taşıdığı espriyi ve dinsel önemini yitirmiştir.

Yeni izimizi sürmeye koyulalım. Peygamber Yeremya (M.Ö. 627-585) ve çağdaşı Hezekiel dönemlerinde, yaşamıştır. Eski Ahid'in büyük peygamberlerinden biri olan Yeremya, huzursuz bir karakter çizer. Kudüs'ün kuzeyinde Küçük Anatotta kentinde yetişmiş, putperestlere karşı sertliği ve her türlü ahlâksızlığa karşı katı tavırları ile çağdaşlarına oldukça sevimsiz bir portre sunmuştur. Diğer bir deyimle, herkesin kendi iç dünyasını seyrettiği birer ayna vermiştir insanlarına. Diğer peybamberler gibi, o da, yıkılışını kehânet eder. Yahuda Kralı Yehoyakim'in (M.Ö. 608-598), Yeremya'nın sözlerinden pek hoşlanmamasını, olağan karşılamak gerekir. Yine de bu durum karşısında gerilememiştir. Yönetiminin ilk yıllarında tapınağının kapısında zehir-zemberek bir konuşma yapar. Herkese öylesine ters düşer ki, hasımları onu ebediyyen susturabilmek için tuzaklar kurarlar. Bütün bu entrikalar arasında, kurnaz Yeremya'nın aklına parlak bir fikir gelir. M.Ö. 605 yılında, öğrencisi Baruk'tan sözlerini yazmasını ve yaymasını ister. Bir yıl sonra, bir dinsel bayram sırasında, Baruk, tapınakta toplanmış bulunan cemaate. Yeremya'nın sözlerini okur. Görevliler galeyana gelir ve Kral Yehoyakim'e karşı bir isyan tertiplemekle itham ederler. Baruk'un elindeki tomarı alır ve Kral'a iletirler. Kral da aynı şekilde öfkeye kapılır, tomarı bıçakla dağlar ve parçaları ateşe atar. O andan itibaren Yeremya ve Baruk, bir çeşit casusluk faaliyetlerine karışacaklardır. Peygamberler, kendilerini tamemen dini konulara adayamaz olmuşlardır.Zamanla birer demagog ve politikacı kesilirler. Konuştukları zaman, hedefleri güncel politik çıkarlarıdır. Öylesine ustalaşırlar ki, kitleleri nasıl ve ne yöne kanalize edebileceklerinden emin hâle gelirler.

Kral Yehoyakim ve Kral Tsedekiya, Mısır vasalları görünümündedirler. Yeremya ise daha ziyade Kaide (Babil) tarafını tutar ve Mısır aleyhtarıdır. Yehoyakim ve Tsedekiya putperest geleneklerine izin verirler ve bu tür adetler İsrail'de yaygınlaşır. Yeremya bu ahlâksızlıklara karşı büyük infial gösterir. İsrail kavmi o sıralarda haraca bağlanmış olduğundan, isyana teşvik için uygun bir ortam söz konusudur. İsrail Kralı, çözümü Mısır' la anlaşmakta bulur ve tazminat ödentilerini savsaklar. Kaide Kralı II. Nabukadnezar (M.Ö. 605-562) duruma müdahale eder ve Suriye'den bir ordu göndererek M.Ö. 597 yılında Kudüs'ü ele geçirir. Bu darboğazda, Tsedekia, nefret ettiği Yeremya'ya bir elçi yollar. Anında, sihirli bir el değmişçesine, bir Mısır Ordusu devreye giriverir. Babilliler, hem. İsrail hem Mısır olmak üzere, iki ateş arasında kalırlar. Yüzeysel olarak, Yeremya'nm kehâneti boşa çıkmış gibi gözükürse de, bir süre sonra, olayların akışı kehâneti doğrular. Babilliler, Mısır Ordusu'nu kesin bir yenilgiye uğratarak yeniden Mısır'a dönerler. Tarihin hiçbir döneminde hiçbir yönetici, haricîlerin galebe çalışından bu denli mutluluk duymamıştır. Cezalandırma yöntemleri farklılaşmış, fakat ortadan kalkmamıştır. Ya kendileri gözden düşer, ya da itibarları lekelenir. Yeremya ?nın saraydaki hasımları, Tsedekia'yı nihâî darbeyi vurması için ikna ederler.

Kral, peygamber politikacıyı tavanı zehirli çamurla kaplı bir zindana atar. Başa belâ peygamber, orada açlıktan ölmeye terk edilir. Her güzel cinayet hikâyesinde «kahraman», son anda ve beklenmedik bir biçimde kurtarılır. Yeremya da talihlidir bu konuda! Tsedekia'nın danışmanları arasında Ebedmelek adlı bir de genç Habeş vardır. Ebedmelek, hükümdarın üzerindeki nüfuzunu kullanarak açlıktan ölme ve donma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan peygamberi zindandan kurtarır. Kudüs de fâzla dayanmaz. Babilliler, şehrin surlarım aşarlar; Kral tutsak alınır ve gözleri kör edilir. On bin İsrailli sürgüne yollanır.

"...bütün ordu komutanları ve eli silah tutan erkekler, çilingirler ve demirciler... yalnızca önemsizler geride kaldı. Tapınak ve kraliyet sarayının hazineleri de Babil'e taşındı. Süleyman'ın alım kapları tapmağın içinde parçalandı."

Sonunda Yeremya yeniden özgürlüğüne kavuşmuştur! Ne var ki, soru işareti yerli yerinde durmaktadır: Ahid Sandığı nerededir? Bu tür cinayet davalarında çözüme ulaşmak zordur. Doğru yolu bulabilmek için birçok iz sürmek gerekir. Biz de, her ne kadar dolambaçlı yollar izlesek de, süper makinenin peşinden ayrılmamalıyız. Zaman içinde bir sıçrama yapalım. Kudüs, Bâbil Kralı Nabukadnezar tarafından M.Ö. 597 tarihinde ele geçirilir. Oğlu Belşazzar, M.Ö. altıncı yüzyıl ortalarında hüküm sürer. Derken esrarengiz bir olay meydana gelir. Kral Belşazzar, büyük bir tören için bin kadar konuk davet etmiştir. İçkili kafayla, babasının Kudüs'ten getirdiği altın ve gümüş kapların doldurularak salona getirilmesini' emreder ve bu buyruğu coşkuyla karşılanır. Tatlı şarabın da etkisiyle, şamatacı konuklar, kutsal nesnelere el atarlar. Doğrusu, harika bir fikir ortaya koymuştur şu Belşazzar! Bütün bu âlemin ortasında, birden tüyler ürpertici bir sahne yaşanır. Salonun puslu karanlığının arasından bir parmak belirir ve duvara şöyle yazar:

" Şarap içtiler, ve altın, ve gümüş, tunç, demir, ağaç, ve taş ilahlara hamdettiler. Hemen o saat, bir insan elinin parmakları göründü, ve şamdanın karşısında kral sarayının duvar sıvası üzerine yazdı; ve kral yazan bu elin ayasını gördü. O zaman kralın benzi değişti, ve düşünceleri kendisini üzdü; ve belinin oynak yerleri çözüldü, ve dizleri birbirine çarptı. Falcıları, Kahinleri, ve büyücüleri getirsinler diye, Kral yüksek sesle bağırdı... Ve çizilen yazı şudur: MENE, MENE, TEKEL, UFARSİN (sayıldı, tartıldı ve eksik bulundu)... Kildanî Kralı Belşazzar, o gece öldürüldü. Tevrat, Daniel 5, 4-7 ve 25-30 "

Bütün bu sahnelerden çıkarabileceğimiz yegâne sonuç, tapmaktan getirilen kapların, büyülü olduğudur. Ahid Sandığı'ndan söz edilmemektedir. Biz yeniden Yeremya'ya dönelim ve bu noktadaki bir tuhaflığın üzerine eğilelim. Yazıcısı Baruk tarafından naklonulduğuna göre, Üstad'ı, Arş-ı Alâ'nın bir meleği tarafından, Bâbil Ordusu'nun katliamı ile ilgili olarak haberdar edilmiştir. Büyük ihtimalle", olacakları peşinen bilen bu melek, Yeremya'yı, Tanrı tarafından Musa'ya verilmiş olan kapları, ergeç saldırıda bulunacak olan Bâbillilerden saklaması için uyarıda bulunmuştur. Diğer bir deyimle, melek Belşazzar'ın daha sonra getirttiği kap, tepsi, kadeh ve lambalarla değil de, Musa'nın yolculuğu sırasında yanında taşıdıklarıyla ilgilenmiştir. Hiç şüphesiz, içindeki «Kudret Helvası Makinesi» ile birlikte, Ahid Sandığı da bunların arasında idi. İşin ciddiyetini kavrayan Yeremya, Habeş dostu Ebedmelek de aralarında olmak üzere, güçlü-kuvvetli adamlar çağırır. Hep birlikte, şehir halkının dikkatini çekmeden, söz konusu nesneleri çıkarır ve bir mağarada gizlerler. Bu duruma göre, Ahid Sandığı'nm Bâbillilerin eline geçmesi söz konusu değildir. Fakat, yine de hiçbir iz bırakmaksızın sırra kadem basar. Din müessesesince mesrû kabul edilmiş) metinlerde bundan fazlası söylenmemiştir. Konu iie ilgili yegâne atıfları, gizli tutulan Apokrifa metinlerinde buluyoruz. Apokrifa, Hıristiyanlarca Eski Ahid'in parçası olarak kabul edilmemekle birlikle, resini akış ve içerik olarak diğer Ahid bölümlerine uygundur. . Apokrifa'ya dahil bulunan «Makkabi'nin İkinci Kitabın da şunları okuyoruz:

"Ve aynı yazıda denir ki, peygamber, Tanrı tarafından uyarılmış olarak, çadıra ve sandığa kendisiyle . gelmelerini (Musa'nın Tırmandığı dağa- Sina Dağı )emreder. Ve Yeremya oraya gittiğinde bir mağara kovuğu bulur; Çadırı, sandığı, buhurdanlık mezbahını içeri kor ve kapıda durur. Kendisine eşlik eden bazı kişiler yolu işaretlemeye heves ederlerse de, sonuç alamazlar. Durumu sezen Yeremya, onları şöylece azarlar: 'Tanrı'nın halkı yeniden bir araya toplayacağı ve onlara mağfiret İhsan eyleyeceği yer olarak bilinsin.» - Apokrifa, II. Makkabiler, 2, 4-7 "

Mişna'da ise (Mişna, Talmud'un bir parçası olup, sözlü yasaları sistemleştirir) bir ruhban kişinin Kudüs dışında sandığı ararken iri bir kaya bulduğu, fakat işin ayrıntılarına giremeden garip bir hastalığa yakalanarak öldüğünden söz edilir: "Ruhbanlar, Ahid Sandığı'nın orada saklı olduğunu biliyorlardı.» - Talmud, Mişna, Bölüm 6, 2 (14) " Ahid Sandığı, bir kez daha elimizden kayıp gitmiştir.

Olaylar yöresel çerçeve içinde kisıth kaldığından, o döneme ilişkin araştırmalar da, bir yerde tıkanmaktadır. 1910 yılında Parker Araştırma ekibi bölgeye gitmiş ve eli boş dönmüştür. Ne gelmiş olabilir Ahid Sandığı'nın başına? Durum raporu çıkarmamızın tam zamanıdır: — Mişna'ya göre, ruhbanlar Sandığın Kudüs civarında olabileceğinden şüphelenmektedirler. Bir din adamı, esrarengiz bir biçimde ölmüş ve bu ölümle Sandık arasında bir ilinti çağrıştırmıştır.

Bâbil Ordusu'nun saldırısı arasında, küçük bir zaman dilimi geçmiş, bu nedenle güvenli bir muhafaza yeri bulunamadığından, Sandığı mağaraya gizlemiştir. (Ağırlık göz önüne alınırsa, Yeremya ve yardımcıları mutlaka bir taşıyıcı, belki de bir öküz arabası kullanmışlardır. Operasyon tek bir geceye sığdırıldığına göre, Sandık, Kudüs yakınlarında gizlenmiş olmalıdır. Bâbilliler Batı'dan, bugünkü Ürdün'den saldırıya geçmişlerdir. )Yeremya'nın, makinenin esprisinden anladığı muhakkaktır. Belki, nasıl çalıştığı da bilgisi dahilindedir. Yardımcılarının başına bir şey gelmemiş, daha sonraysa» fazlaca yaklaşan bir din adamı hayatından olmuştur.Yeremya bu ateşten gömleği nereye gizlemiş ya da nereye gömmüş olabliir? Kudüs'ün kayalık çevresinde sayısız gizleme imkânları mevcuttur. Genasereth Gölü'nün doğusunda kalan tepelik kesimde, yarıklar ve doğal mağaralar, ideal bir sığmak oluşturmaktadır. Yine de, karga uçuşu mesafesi ile Yeremya'nın 130 km. katetmiş olduğuna inanasım gelmiyor. Yol şartları ve öküzle ulaşımın ağır akışıyla Genasereth Gölü'ne varmak, birkaç günlük iştir. Ayrıca, dosdoğru bir yol izlemeleri de, derhal düşmanın kucaklarına düşecekleri için, çılgınlık olacaktır. Her neyse. Yeremya Kudüs yakınlarında bir yer bulmuşsa da, söz konusu yer, bugün kendini örterek gizlemiştir. Hiç kimsenin, makinenin nerede olabileceği hakkında en küçük bir fikri bile yoktur Hepsinden önemlisi, tarih kayıtlarında bundan öte bir değinme bulunmamaktadır.Kebra Nagast ta Ahid Sandığı ile ilgili olarak geçen en önemli nokta. Sandığın içinde insan elinden çıkmamış nesneden ilk kez söz edilmesidir.Kebra Nagast, ayrıntılı ve renkli bir liste veriyor,

Habeş Kraliçesi Makeda (Saba Kralicesi Belkıs). gezgin tacirlerden, İsrail Kalı Süleyman'ın zarif bir insan olduğunu ve muhteşem bir kralığı yönettiğini öğreniyor Kraliçe Makeda. İsraillilerin Tanrısı'nın Krala ve halkına ihsan ettiği esrarengiz sandıktan da haberdar oluyor. Bu haberden esinlenen Makeda, komşu ülke kralını ziaret etmeyi arzuluyor Masrafları dikkate almadan özenle hazırlanıyor, 797 deve yükleniyor. Sayısız eşek ve katırla Birlikte 300 de yardakçı alıyor.

Bunun üzerine Kral Süleyman ise Habeş Kraliçesi'nin onuruna görkemli bir şölen veriyor; "Süleyman, Ona büyük değer verdi ve kendi sarayının yanında bir konaklama yeri tahsis etti. Gündüz ve akşam yemekleri için her seferinde, on beş ölçek 'kori' (364 litrelik eski İbrani ölçüsü) saf beyaz unla pişmiş zeytinyağı ve etsuyu ile soslanmış ekmekle, 30 ölçek 'kori' 350 kişilik pide, yeterli sayıda tabak-çanak, on öküz, beş boğa, sayısız geyik, kajaca, oğlak, elli koyun, yağlı kümes hayvanları, altmış gerrat ölçeklik bir teneke şarap ile, 30 ölçeklik eski şarap gönderdi... Ve her gün, görenlerin gözlerini büyüleyen muhteşem elbiselere garketti. Kebra Nagast, Bölüm 23 -

 

Kraliçeyi adeta resmî bir yoldan ayartan kral, uğurlama da da konukseverliğinin zirvesine çıkmıştır. Kebra Nagasf taki listeye bir göz atalım:

"O... ona, harikulade zenginliklerinden ve kıyafetlerinden, her ne diledi ise verdi... Öyle ki, Habeşistan'da bunlar için yeni bir hazine açıldı, altı bin civarında deve ve araba, ağızlarına kadar yüklendi ve çöle doğru yola çıktı... ve bir de, Tanrı'nın bahsettiği bilgelikle Süleyman tarafından yapılan ve kişinin havada uçmasını sağlayan bir de gemi armağan edildi Kebra Nagast, Bölüm 30 "

Bu metni iki kez okumalı. Makeda'nın Habeşistan'a götürdükleri arasında develer, arabalarla birlikte, bir de havada uçan araç varl Tarihçiler kesin ayırımı yapmışlar, arabalardan bir çeşidi karada, biri ise havada gidiyor. Doğrusu şaşırtıcı bir tipmiş şu Süleyman. Garajında her türlü araba varmış!

Ve kaçınılmaz şey gerçekleşir. Geri dönüşünden tam dokuz ay ve de beş gün soma, Kraliçe, bir oğlan çocuk' doğurur ve "Bayna-lehkem" adını verir. (Bakın, konunun neresinden neresine geliyoruz. Fonetik açıdan Bayna-lehkem, Ebed-melek bileşimine çok yakındır. Konuşma dilinde, sesli ve sessiz harfler kaymıştır. Kronolojik açıdan ise, Süleyman dönemi, Yeremya ve Ebedmelek'ten dörtyüz yıl kadar gerilere dayandığından, bu yaklaşım anlamsız gözükmektedir. Fakat, tarihçilerin, isimleri karıştırma gibi hatalarına rastlanmıştır. Her ne ise, bu yalnızca bir saplamadır.) Fırtınalı aşkın meyvesi Bayna-lehkem, bütün sanatlarda eğitim görür, her tür silah kullanımında ustalaşır ve 22 yaşma bastığında, o da, babasmı görmek üzere Kudüs'e gider:

"Genç Bayna-lehkem zarifti, ve bütün vücudu ve hatları, omuzlarının duruşu, babası Kral Süleyman'mki gibiydi; ve gözleri, ayaklan ve yürüyüşü Kral Süleyman'a benziyordu-Kebra Nagast, Bölüm 32 "

Bu ziyarete son derece sevinen Süleyman, oğlunu armağanlara boğar. Ne var ki, Bayna-lehkem, oldukça açıkgözdür! Bu armağanlardan hiçbiri onu sevindirmez. Gizli bir niyeti vardır. Ahid Sandığı'nı istemektedir! Babası Süleyman'a Sandığı annesine götürmek istediğini söyler. Çünkü, her kim ona sahip olursa, Kadir-i Mutlak tarafından korunmaktadır. Süleyman, önce biraz telâşlanırsa da, işi velveleye vermez. Musa'dan kalan bu paha biçilmez nesne, tapmağın özel bir odasında muhafaza edilmekte ve yanına yalnızca seçkin ruhbanlar girebilmektedir. Kralın açısından, artık bir esprisi kalmadığı söylenebilir. Hatta, Makeda'nın sarayına göndererek hem korumuş hem de geçirdikleri mutlu saatleri hatırlatmış olacaktır. Bundan da öte, Sandığın muhafazasını bir başkasına devretmek de, hakkı olmalıdır. Sandık, o ana dek, özel tedbirler alınmadan nakledilmiş değildir. - Süleyman da, iki ana nokta belirler: "Mutlak bir gizliliğe riayet edilecek; Ve bu nakil, resmî açıdan kendi bilgi ve iradesi dışında gerçekleşmiş olacaktır". Bu ikisi de doğaldır. Halkın, Kralın Sandığı elinden çıkardığını duyması hâlinde, isyan etmesi gayetle olağan karşılanabilecek bir durumdur. Bayna-lehkem, babasından bilgelik, annesinden ise kurnazlık almıştır. Sırdaşlarına, söz konusu gerekleri nasıl yerine getirebileceklerini danışır. Belirli bir komplo üzerinde karar kılarlar. Kralın oğlu sıfatı ile Bayna-lehkem, güvenilir bir kişi durumundadır. Ve mahrem yerlere girebilir. Bu ayrıcalığından yararlanarak, Sandığın muhafaza edildiği odaya girerek, inceden inceye ölçü alacaktır. Daha sonra da adamları şehirdeki değişik marangozlara sandığın muhtelif parçalarını sipariş edeceklerdir.

"Ve ben, parçalar birbirine eklenmeden, çatıyı alacağım ve onları bir araya getireceğim, (daha sonra) Siyon meskeninin (sandık) altına yerleştirecek ve Siyon örtüleri ile saracağım, ve Siyonu alacak, toprakta derin bir çukur kazacağım ve Siyon'u yola çıkana ve yanımıza alana kadar buraya yerleştireceğim. Kebra Nagast, Bölüm 45"

Basit, fakat ustaca bir plan. Marangozlar, Sandığm orijinaline uygun renk ve ağaçtan ısmarlanan bölümleri hazır edince, Bayna-lehkem, bir gece yarısı tapmağa girer, adamlarının da kendisini izleyebilmeleri için kapıyı aralık bırakır. Musa'nın Sandığı'nı eski kumaşlarla örterek, Kudüs dışına Habeşlerin konaklama mekânına taşır ve gömerler. Taklit parçalar birleştirilir ve odaya yerleştirilir. Hiç kimse aradaki farkı sezmeyecektir: "Doğrudan yöneldi ve ihvanını, üç adamı uyandırdı, parçaları alarak Tanrı'nın Evi'ne gittiler ve bütün kapıları açık buldular, dışarı açılan ikisini de, içeridekileri de. Siyon'u, Tanrı'nın Yasası'nın Tapınağından ve beraberlerinde alıp götürdüler... Ve dördü Siyon'u taşıdılar, Azaryas'ın evine getirdiler, yeniden Tanrı'nın Evi'ne döndüler, parçaları yerine yerleştirip, Siyon örtüleriyle örttüler ve kapıları kapattılar".

Bir hafta kadar sonra, Habeşler, kamplarını söktüler. Kudüs'te bir tek kişi bile Sandığın başına gelenlerden haberdar olmamıştı. Bu bile artık Kudret Helvası üretmeyen aracın, İsraillileri pek ilgilendirmediğinin bir başka kanıtıdır.

"Ve veda ettiler (krala) ve ayrıldılar. İlk iş olarak Siyon'u çıkarıp bir arabaya yüklediler, değersiz ve eski püskü bezlerle, her çeşit kumaşlarla gizlediler. Bütün arabalar yüklenmişti, kervanın ustaları uyandırıldı, boru üflendi, şehir heyecana kapıldı, gençler yüksek sesle bağrıştılar.Kebra Nagast, Bölüm 50"

Kudüs'ten uzaklaşınca kendilerini güvende hisseden Habeşler, Ahid Sandığı'nı yeni bir arabaya naklettiler. Ve olağanüstü olgular dizisi bir kez daha başgösterdi. Zâten şimdiye kadar, mahud Sandığın bir kez bile olaysız yolculuğuna tanık olmuş değiliz:

"Başmelek Mikail önden yürüyordu... ve kendisini bir bulut şeklinde üzerlerine yayarak, güneşin yakıcılığından koruyordu. Hiç kimse arabayı çekmiyor. Mikail bizzat kendisi, vagonlarla yürüyordu ve ister insan, ister at, koyun, yüklü deve olsun; her canlı. bir gez kadar yerden yükseltilmişti. Hayvan sırtında gidenler de, eğerleri üzerinde birer karış havalanmışlardı... ve hayvanların sırtlarına yüklenmiş her türlü eşya da aynı şekildeydi... Arabada yolculuk eden herkes de, rüzgârın önünde savrulan deniz ortasındaki gemiler gibiydiler... ve gövdesi rüzgârla kayıp giden kartal gibiydiler. Böylece yolculuk ettiler; önde ya da geride kimse yoktu, sağdan veya soldan taciz edilmediler. Kebra Nagast, Bölüm 52 - 38 "

Daha taze bir rapora ihtiyacımız var. Süleyman'ın Habeş Kralı'na verdiği çeşitli armağanların arasında bir de havada uçan araba mevcuttur. Süleyman'ın gizliden onayı ile Kralın Oğlu, Sandığı Kudüs'ten kaçırmıştır. Sandık, bir hafta kadar şehrin dışında saklanmış, daha sonra bir arabaya yüklenerek, üstü, eski-püskü bezlerle örtülmüştür. Kudüs dışına çıkılır çıkılmaz, Sandık yeni bir arabaya nakledilmiştir. Bu araba, belirli bir miktar havalanarak yolculuk etmiştir. Atlar, develer ve katırlar da göz önüne alınırsa, bu araba, inanılmayacak kadar geniş biı yüzeye sahip olmalıdır. Çünkü kervanda daha birçok araba bulunmuş olmakla birlikte, tarih kayıtçıları, yalnızca bir tek arabadan söz etmişlerdir. Kralın oğlu. planında her şeyi düşünmüştür. Babasının annesine verdiği uçan arabaya binerek, Kudüs dışına çıkıp arabayı bırakmış, sıradan bir gezginci gibi, yayan geri dönmüştür. Sandığı çalmış ve uçan arabaya yüklemiştir. Bu arabanın uçuş hızına, kovalayacak olanların yetişebilmelerine imkân yoktur. Bu varsayımlar, kayıtlarla güç kazanmaktadır. Kudüs'teki tapmağın ruhbanları, hırsızlığın farkına varır ve durumu Kral Süleyman'a bildirirler. Acilen, asker toplayıp Habeşlerin peşine düşmesi için ısrar ederler Süleyman, bu isteklerini kıramaz. tabii oğlunun bu hırsızlığı içinde bulunduğunu da kabul etmek istemez.. Süleyman'ın hızlı atlıları bile Habeşlilerin izlerine yetişemez. Mısır'a uçtukları için, bunda Şaşılacak bir şey yoktur. Mısırlılar. İsrail Keşif birliklerine şu açıklamada bulunurlar

"Ve Mısırın adamları onlara dedilerki bir gurup Habeşistandan bazı adamlar buradan geçti ve onlar melekler gibi dört tekerlekli bir arabada yolculuk ediyorlardı, .ve gökyüzünün bulutlarından daha çabuktular."Ve şehirler ve kasabadakiler bu insanların Mısır ülkesine gelişlerine şahit oldular, ki tanrılarımız ve kralın tanrıları aşağı düştü ve parçalara bölündü ve mabutların kuleleri de aynı şekilde tuzla buz oldu"

Kebra Nagast, 58. ve 59. Bölümler - Son derece dikkate değer bir durum. Uçan bir araba, kuleler yıkıyor... Üzerinde atlar, biniciler ve develer için bile yer var... Doğu hayalciliğinin aşırı bir örneği mi? Devasa uçan cisimlere Hint destanları Mahabharata ve Ramayana'da rastlanır. Bunlardan biri de, tanrılar tarafından bırakılmış olup, 'tapınak kadar büyük ve beş kat yüksekliğindedir.' Ramayana, dağları titreten, gökgürültüleri çıkaran, ağaçları, çayırlan ve evlerin damlarını kavurarak uçan cisimlerden söz eder. Mısır kaynaklı bu korku hikâyesinin gerçekliğini kabul etmeliyiz. Kral Süleyman işi bu kadarla bırakmamıştır. Bir grup seçkin askerin başına geçerek, olaya doğrudan katılmış, oğlu Bayna-lehkem'in ne zaman geçtiğini sorduğunda, Mısırlılardan şu karşılığı almıştır:

"Bizden üç gün önce ayrıldı. Hiç biri yerde gitmeyen, hele hele biri havada asılı duran arabalarını yükledi; ve onlar gökyüzünde süzülen kartallar gibiydiler. Bütün yükleri de, onlarla birlikte rüzgâra yoldaşlık ediyordu. Biz düşündük, onları rüzgâr ile yolcu eden senin bilgeliğindir. Ve Kral onlara sordu, 'peki ya Siyon Tanrı Yasası'nın Çadırı da onlarla birlikte miydi ' Ve onlar ona dediler: Biz bir şey görmedik. Kebra Nagast. Bölüm 58 "

Süleyman, oğlunun kendisini kandırdığını; ne Sandığı ne de içindekileri bir daha elde edemeyeceğini anlamıştı. Süleyman ve ruhbanları, Sandığın yitirilmesi karşısında gizlice ağladılar. Gizlice, çünkü Kral bu hırsızlığın gizli kalması gerektiğini kavramıştı. İsrail, Sandığın himayesinde değildi artık. Kendi halinde krallar bile birden İsrail'e saldıracak kadar arslan kesildiler. Süleyman'ın, Sandığın başına gelenlerin gizli tutulmasına ilişkin buyruğu da, zamanla halk arasında duyuldu:

"Ve Süleyman cevap verip onlara dedi: 'Artık konuşmaya bir son verin, Sizler. Verin ki, sünnetsizler övünüp de, 'debdebeleri geçti, Tanrı onları terk etti' demesinler. Yabancılara açılmayın. Bu tahtaları birleştirdim. Altınla kaplayıp Sandığa benzetelim. Yasa Kitabını da içine koyalım.Kebra Nagast, Bölüm 62 "

Süleyman, hırsızlığı örtbas edebilmek için, sahte sandığın gerçek sembollerle süslenmesini emretmek zorunda kalır. Bayna-lehkem'in tasarrufuna geçen Sandık, daha sonra ne olmuştur? Kralin oğlu, adamları ile birlikte Habeş sınırına yaklaşınca, uçan kafilesine iniş emri verir ve aynen bir zamanlar Kral Davud'un yapmış olduğu gibi, zıp zıp dans eder.

"Ve Kral ayağa kalktı ve genç bir koyun gibi sekti ve anasından süt emmiş keçi yavruları gibi sıçradı, aynen büyükbabası Davud'un Tanrı'nın Yasası'nın çevresinde sevinçten zıplaması gibi döndü. Ayakları ile yeri dövdü, kalbi neşeyle dolup taştı, ağzından mutluluk çığlıkları yükseldi.Habeşistan Kralı'nın konak yerindeki sevinç ve gururdan neler nakledebilirim ki? Bir adam komşusuna anlattı. Genç boğalar gibi tepindiler, el çırptılar ye ellerini semâya kaldırdılar ve yüzleri ile toprağa kapandılar ve Tanrı'ya bütün kalbleriyle şükranlarını sundular." - Kebra Nagast, Bölüm 53 -

Anne Makeda. tacını, bundan böyle Kral Menelik olarak bilinecek olan başarılı oğluna devretti. Menelik, yeni Habeş Hanedanı'nın kurucusu oldu. 1955 tarihli Habeş Anayasasının ikinci maddesinde şöyle deniyordu: "Kraliyet Asaleti, ebediyyen aynı aile ağacından Habeşistan ve Şeba Kraliçesi ile Kudüs Kralı Süleyman'ın oğulları Kral I. Menelik'in soyundan gelecektir."Habeşistan Negüs'ü, Etyopya İmparatoru Haile Selâsiye 1974'de sürgüne gönderilen sülâlesini Menelik'e kadar uzatıyordu. Habeş hükümdarları kendilerine bazen kral, bazen imparator, kimi zaman da Kralların Kralı adını veriyor; Ahid Sandığı sayesinde Kudretli Tanrı'nm himâyesi altında diğer bütün yöneticilerin üzerinde olduklarına inanıyorlardı. Ahid Sandığı ile ilgili araştırmalarım sırasında, Hindistan'ın dağlık bölgelerinden Srinagar'da başımdan geçmiş bir olayı hatırladım. Yıllardan 1976 idi ve Prof. Hassnain adlı bir arkeolog ile tepesinde bir Müslüman ibadethanesi bulunan Tahkti Süleyman diye bir dağı gezmiştik. Tahkti Süleyman'ın anlamını sorunca, şu karşılığı almıştım: "Süleyman'ın Dağı" Hindistan'daki bir dağın İbranı Kralı'nın adını taşımasını garipsemiş, sorularımı genişletince. Profesör, şu •açıklamada bulunmuştu: "Kral Süleyman'a hem Müslümanlar hem de Hindular hürmet besler. Burası onun dağı ve onun tapınagıdır.Geleneklere göre uçan bir makine ile buraya bizzat gelmiş ve tapmağın yapımına nezaret etmiştir." O zaman için, bu sözlerin bir tekine bile inanmamış, fakat dindar bir Müslüman olan profesörü rahatsız etmemek için, şüphelerimi açığa vurmamıştım.

Kebra Nagast'ı okuduğum günden beri, Kral Bilge Süleyman'ın dünyanın dört bir tarafına uçmuş olabileceğine inanıyorum. Eski Ahid'de, Süleyman'ın hiç durmaksızın vurgulanan bilgeliği, belki de teknolojik bilgisinden ileri geliyordu. Ne yazık ki. bunun ne tür bir uçan makine olduğunu bilmiyoruz ve bilemeyeceğiz de. Tufan öncesi peygamberlerinden Enok'un sözünü ettiği Gökyüzü'nün Oğulları, gerilerinde bir yolcu gemisi mi bıraktılar? Ve bu garabetin nasıl çalıştığını bilen, gizli bir tekniklonca, özel eğitim görmüş bir tarikat mı vardı? Cevaplanması imkân dışı koskocaman sorular. Kebra-Nagast'a dayanarak emin olabildiğimiz tek nokta, Süleyman'ın Habeş Kraliçesine "uçan bir makine" armağan ettiği ve bu nesnenin daha sonra Ahid Sandığı hırsızlığında önemli bir rol oynadığıdır. Kral I. Menelik'in uçuşunda ilk durağı, Habeş kenti VVagerom olur. Sonra da "Dabramakeda" adı verilen başkente uçar:

"Ve Kral, büyük bir debdebeyle annesinin şehrine geldi, ve sonra yükseklerde güneş gibi ışık saçan semavî Siyon'u gördü. Ve Kraliçe... başını geriye atıp, gökyüzüne baktı ve yaratıcısına şükretti: ellerini çırptı ve yüzünden gülücükler saçarak ayaklarının üzerinde dans etti; ve içinden taşan sevinçle, bütün vücûdunu süsledi. Küçükten büyüğe, kadından erkeğe ve de insanından hayvanına kadar Habeş Ülkesini saran sevinci nasıl anlatayım. Ve Dabramakeda eteklerinde, iyi suyun kenarında çadırlar kuruldu, ve bin öküz ve boğa kestiler. Ve Siyon'u (sandık) Dabramakeda Kalesi'ne yerleştirdiler, ve Siyon'u beklemek için üç yüz kılıçlı muhafız diktiler. Kebra Nagast, Bölüm 85 "

Eski Ahid'de, Kral Süleyman'ın Habeş Kraliçesince değil de, Saba Melikesi tarafından ziyaret edildiğinden söz edildiğine dikkat çekmeden geçmeyelim. (Saba Krallığı, bugünkü Yemen'de bulunuyordu) Metinlerden Kraliçe Makeda'nın aynı zamanda Saba Melikesi de olup olmadığını anlamak mümkün değildir. Diğer yandan, Ahid Sandığı'nın bugünkü Habeşistan'a getirildiği kesindir. Kebra Nagast, Habeşistan'a dönüşte izlenen uçuş rotasını açıkça çizmektedir. Kudüs'ten Akdeniz kıyısı üzerinden «Mısır Irmağı» olarak zikredilen Nil'e inilmiştir. Menelik ve ekibi, Nil'i sefer haritalarının temel rotası olarak kullanmışlar, uçarak yol aldıklarından ve yanlarındaki sandık bilindiği için, Mısırlılardan bir zarar görmemişlerdir. Mısırlılar, Sandıkla ilgili anlatıları bildiklerinden, fazlaca yanaşmaktan çekinmişlerdir. Kebra Nagast'ta sandığın güneş kadar parlak olduğu söylenmektedir. Uçan makinede bir esrarengizlik söz konusudur. Ölümcül ışınlar düşmana mı yöneltilmiştir? Yoksa uçan makine yalnızca güneşin ışınlarını mı yansıtmıştır? Kesin bir açıklaması yoktur. Ahid Sandığı, Kızıldeniz üzerinden Yukarı Mısır veya Habeşistan'dan Yemen'e götüriilmemiştir. Habeşistan Krallığı'nın sınırları açık bir biçimde ifade edilmektedir.

"Habeş Kralı'nın Krallığı'nın doğu sınırı Yahuda Ülkesi'nin Gaza şehrinin başlangıcıdır... Ve onun sının Eriha gölüdür. Ve Leba ile Saba kıyılarından geçer... Ve onun sınırı siyahilerin denizi ve çıplak adamlardır, ve Kebereneyon dağından karanlıklar denizine uzanır, ve işte orası, güneşin battığı yerdir.Kebra Nagast, Bölüm 92"

 

Sandık bütün ülkeyi dolaşmış, sonunda, Habeşistan'ın kuzeyinde yer alan, Nuh'un torunlarmca kurulduğuna inanılan eski başkent Aksum'da karar kılmıştır. 24 Ekim 1970 tarihinde Neue Zürcher Zeitung gazetesinde şöyle bir haber yer almıştır: "Yaklaşık 3000 yıl kadar önce, Saba Kraliçesi Makeda ile Kral Bilge Süleyman'ın oğulları I. Menelik' in, kutsal Ahid Sandığı'm Kudüs'ten Aksum'a getirdiği ve söz konusu nesnenin bugün hâlâ Meryem Katedrali rahiplerinin nezaretinde bulunduğu ileri sürülmektedir, özel bir önem taşıyan Aksum, Kıptı Hıristiyanlığın dinsel merkezidir."

Ahid Sandığı ve esrarengiz «Kudret Helvası» makinesi hâlâ Aksum'da mıdır? Asmara kentinin 180 km. kadar güneyinde yer alan Aksum, turistik bir yerdir. Turistler tapmakları, kabirleri ve Saba Melikesi'nin banyosu denilen bir su deposunu gezerler. Devrilmeden önce en uzunu 33.5 m'yi bulan tas sütunlar vardır. Sütunların altında, mezarların bulunduğu sanılmakla birlikte, kesin bir şey bilinmemektedir. Sandık hâlâ Aksum'da ise, bunu kimden sormalıdır? 1935-1936 yıllarındaki ikinci İtalyan-Habeş savaşından sonra. Eıyopya ve Eritre, Roma yönetimine geçmişti. İtalyanlar bu değerli hazineyi Roma'ya taşıma şansını kaçırmışlar mıdır? Faşistlerin sayesinde, belki bugün hâlâ Vatikan'da muhafaza ediliyordur. Bunu bilebilmemize imkân yoktur. Gerçek olsa bile, öğrenemeyiz. Hatta oldukça tehlikeli hır ükir olduğu bile söylenebilir. Bir durum raporu daha: Sandığın Habeşler tarafından kaçırılması, yüzlerce yıl bu konuyla ilgili olarak hiçbir dokümanda söz edilmemesini açıklar mı? Ruhban sınıfı, Kral Süleyman'm, Kral Menelik'in hırsızlığının gizli tutulmasına ilişkin buyruğuna itaat etmiştir belki de. Diğer bir ilginç fikir de, Peygamber Yeremya'nın, bu olaydan 400 yıl sonra, sahte sandığı saklamış olmasıdır! Kralın oğlunun, sandığın bir benzerini yaptırdığını, gerçek sembollerle bezediğini, hatta içine Yasa Tabletlerini yerleştirdiğini biliyoruz. Yeremya için, sahtelik arzeden bir kanıt mevcut değildir. M.Ö. 600 yıllarında, yani M.Ö. 933' te ölen Süleyman'dan yaklaşık üçyüz yıl sonra yaşamıştır. Babillilerden Sandığı kurtarabilmek için içtenlikle mücadele etmiştir. Bu saplama, dünya dışı varlıkların, Sandık'la ilgili olarak Babil saldırısına ilişkin uyarılarım içeren önceki spekülasyonumla çelişmemektedir. Dünya dışı varlıkların Sandığın Habeşistan'a kaçırılışından haberleri olmayabilir. Çünkü Musa ile Yeremya ve Hezekiel arasındaki dönemde, 46 varlıklarını gösterir hiçbir olay meydana gelmiş değildir. Arada olup bitenler konusunda bilgisizdirler. Geriye iki ihtimal kalmaktadır: 1 — Yeremya, Babillilerden gerçek sandığı kurtarmıştır ki, bu durumda sandık hâlâ Kudüs civarında bir oyuk ve mağaradadır. Gerçek sandık, Bayna-lehkem tarafından Habeşistan'a götürülmüş, bu ülkede herhangi bir yerde, belki de kutsal Aksum kentinde gizlenmiştir. Bu arada, uçan makineye ne olduğuna ilişkin yüzeysel soruya da sağlıklı bir yaklaşım getirebilmiş değiliz: «Fakat Kral... ve sözüne itaat edenlerin hepsi, arabanın üzerinde acı veya bir yorgunluk duymadan, acıkmadan ve susamadan, terlemeden ve sıkılmadan, uçuyorlardı ve üç ayda varılacak bir menzile bir günde ulaşıyorlardı.» - Kebra Nagast, Bölüm 93 - Kral Menelik «uçan halı» sim savaşta da kullanıyordu. Zekâsı sayesinde eşdeğer bir araca sahip olamayan tüm düşmanlarına üstün geliyordu. Eleştirmenlerimin: «Haydi öyleyse, şu uçan makineyi göster bakalım!» dediklerini duyar gibi oluyorum. Üçbin yıldan geriye ne kalır ki; çoktan çürüyüp gitmiş, meyveye-sebzeye karışmıştır. Diğer ülkelere, geleneklerin kaydedilmediği ülkelere düşmüş olabilir. Bugün bile, izine rastlanılmayan uçak kazaları olmuyor mu? Hayır, bu değerli armağanı artık asla ele geçiremeyiz. Ahid Sandığı'nın izini bulabilme şansımız ise çok daha yüksektir. Neden mi? Kayıtlardan edindiğimiz bilgi ile Sandığın ve içindeki aygıtın tehlikeli bir ışın yaydıklarını biliyoruz. Bu ışınlar öylesine güçlüdür ki, Sandığın yanına sokulanlar ya düşüp ölmekte ya da ciddi şekilde hastalanmaktadırlar. Güneş ışınlarının yansıtılması bu denli etkin olamaz. Aygıtın enerji üreten bölümü, oldukça küçük olmalıdır. Bugün kullanılan cinsten bir mini-reaktör varsayımına daha önce değinmiştim. Bu ne tür bir ışındır ki a) hem güçlüdür b) hem de Sandığın ortalarda gezdiği her zaman için uzun ömürlü kalabilmiştir? Plütonyum bir ihtimaldir. 24 360 yıl için yarım ömrü vardır. Yani orijinal radyoaktivitenin yarısı, 24 360 yıl sonra hâlâ tükenmemiş kalır. Bugün elan tıkırdayan saat, bu realitenin göstergesidir. Bu tür ışınların yerlerini belirleyebilmek için, günümüz teknolojisine başvurulabilir. Son derece basittir de. Hassas dedektörlerle donanmış bir helikopterdir gereken. Potansiyel bölgelerin üzerinde uçmaktan başkaca bir iş yapmayacaktır. Eğer tezimiz doğru, ve de madde plütonyum ise, nesnemiz hâlâ radyoaktivite yüklü olmalıdır. Başka bir radyoaktif madde kullanılmış olsa bile, Sandığın mini-reaktörü hâlâ ışın yayıyordur. Küçük bir ihtimaldir. Kabul. Fakat, ne de olsa bir şanstır. Ve bugün çok daha küçük şans taşıyan projeler uğruna milyonlar sarfolunmaktadır. Neden bir kerecik de geçmişin araştırılması için harcamayalım? Ahid Sandığı hâlâ bir yerlerde olmalıdır. Gerçekten çok fazla arzülamış olsaydık, «Ahid Sandığı Davası» şu an için bile mutlu sona ulaşmış olabilirdi.

 

AHİD

Vendyl Jones aslında Babtist kiliseye mensup bir din adamı ve 1990'dan beri Hz. Mu­sa'nın "Ahit Sandığr'nın peşinde. İncil'e göre, kutsal kalıntı muhteşem bir işçilikle tahta­dan yapılmış ve içi altınla kaplanmıştı, içine "On Emir"in yazılı olduğu iki taş tablet konulmuştu. Din bilimcilere göre sandık, MÖ 1.250'de akasya ağacından yapılmıştı. 114 cm. uzunluğunda, 69 cm. genişliğinde ve yüksekliğindeydi. Saf altından yapılmış olan kapağında bir çift melek heykeli vardı. Üst yanlarında bulunan altın halkalar içlerinden bir direk geçirilerek ko­layca taşınması içindi. Göçebe İsrailliler, çölleri aşarken "Ahit Sandığı"nı böyle taşımışlardı. Fakat "Ahit Sandığı'nın özellikleri bu kadar değildi; savaşlara girildiğinde, içinden ilahi bir enerji yayıldığına ve düşmanları yok ettiğine inanılırdı. İncil Tanrı'nın mucizesini simgeleyen kutsal sandık hakkında daha fazla bilgi vermiyor.Jones "Ahit Sandığı'nı bulmak, konusunda başarılı olmak ve bundan kazanç sağlamak istiyordu. 1988'de bir açıklama yapıldı; küçük bir yağ testisinin üzerinde, Yazma'dakine benzer bir envan­terin olduğu iddia ediliyordu. Mayıs 1992'de Jones ve ekibi, bir adım daha attılar; mağaraların birisinde yapılan kazılarda Tapınak'ta kullanıldığına inanılan bir buhurdanlık bulundu. Ama sonradan umutlar biraz kırıldı, bu keşiften hemen sonra, İsrail Eski Eserler Müdürlüğü kazıları durdurdu ve izinleri yenilemeyi reddetti. Bu sert karar için, hiçbir mantıklı gerekçe gösterilmemişti. Jones'un "Ahit Sandığı" na ulaşmak için gösterdiği tüm gayrete rağmen, her girişimi önlendi; işte o sıralarda Jones'a "Indiana" adı takıldı, aynen filmdeki indiana Jones gibi çabalıyor, sadece döğüşmüyordu.

Ahid Sandığı Kaç Tane: Aslında entrikalar, daha Batı Kıyısfnda kazılar yapılırken başlamıştı; bir diğer araştırma grubu Sandığı, Etiopya'da bulduğunu iddia etti. İngiliz gazeteci Graham Hancock, "Tanrın Parmağının İzleri ve İşaretleri" adlı yazısında, yapılan zorlu araştırmayı anlatıyor. Araştırma, yazımızın başında sözü edilen Menelik kuramı doğrultusunda Axum'a kadar uzanıyordu.
Hancock'a göre; Menelik "Ahit Sandığı"nı Çalmamıştı; kutsal eşya MÖ 650'ye kadar hala tapınaktay dı. Kral Manasseh'nin yıkıcılığından korkan tapınak bekçileri, kutsal eşyaları Güney Mısır'da Elephantine Adası'nda yaptırdıkları yeni bir tapınağa taşımışlar ve MÖ 410'a yani tapınak yıkılıncaya kadar orada kalmışlardı. Hancock, bir şans eseri sonucu "Ahit Sandığı"nın kurtarıldığı­nı ve Etiopya'daki Tana Gölü'ne götürüldüğünü, oradan MS 350'de Kral Ezana tarafından alınarak, Axum'un kuzeyine taşındığını belirtiyor; orada özel bir yer hazırlanmış (Burasının Zion St. Mary Kilisesi olduğu düşünülüyor.) ve sonra kilise karışık dönemler süresince defalarca yıkılıp, yeniden yapılmış ama hep orada kalmış. Öyleyse, "Ahit Sandığı" neden hala kayıp? Şimdi bulunduğu yerin çevresin­de hangi sır bulutu var? Hancock, bunun cevabını çok zor da olsa öğrendiğini söylüyor; St. Mary'de iz sürerken, ikinci bir sandığı yani çok güzel işlenmiş kumaşlara sarılı olarak "Ahit Sandığı"nın bir kopyasını bulur. Sandık sadece "Timkat" adlı yöresel bir kutsal bayram kutlanırken ortaya çıkarılmaktadır. Sandığın güvenliği ise Etyopya Ortodoks Kilisesi ve ülke yetkilileri ile yapılan işbirliği sonucunda oluşturulan rahip kisvesindeki özel bir güvenlik ekibi tarafından sağlanmaktadır. Hancock'un iddialarını kanıtlamak aslında hiç de zor değil; çünkü bugün Etiyopya'nın birçok yerinde yani tapınaklarda Ahit Sandıkları bulunuyor. Rahipler Hancock'un zorlukla gördüğünü söylediği sandığın, Gondar kentindeki kilisede bulunduğunu ve oradaki rahiplerin Hancock'u hiç unutmadıklarını çünkü kabalığı ve saldırganlığı ile tanındığını söylüyorlar. Rahiplerden Gebra Mikael şöyle diyor; "İnanıyorum ki, bu İncil'deki sandıktır, okuyabilirsiniz ve o kötü adam bunu biliyordu."

Bir tane de İspanya'da: "Ahit Sandığı"nın kimliği ve yeri hala kalın bir sis bulutu altında. Efsane­lerde ve dinsel metinlerde yazanlar düşündürüyor; o öldürücü hastalığın nedeni neydi? Aslında anlatılan belirtiler radyasyon zehirlenmesine çok benziyorlar. Sandık ile ilgili çeşitli varsayımlar var; bir elektrik bataryası veya nükleer bir reaktör hatta bir yiyecek makinası olduğu ileri sürülüyor. "Manna" adlı yiyecek, Musa'yı ve İsraillileri "Vaadedilmiş Ülke"ye doğru yaptıkları uzun çöl yolculuğu boyunca aç bırakmamıştı. Ama "Manna"nın ne olduğu bilinmiyor...
"Ahit Sandığı" ile ilgili iddialar, İspanya'da Asturias'dan, Mısır yoluyla Kudüs'e kadar uzanıyor. Örneğin 9. Yüzyıl'da, Arca Santa'da Oviedo Katedrali'ndeki özel bir odada Chaste'li Al- fonso tarafından korunan bir sandıktan söz edilmekte. Tarihçi Ean Begg, bu cismin, garip güçleri olduğunu yazar; 1030 yılında yoldan çıkmış bir grup rahip odaya girip, sandığı açtıkları anda dilsiz olmuşlar.
Ne olursa olsun, konuşulamayan yani bilinmeyen çağlardan beri, "Ahit Sandığı" İnsanlığı büyülemeyi sürdürüyor. Belki bir gün, bir yerde sırrın üzerindeki tül kalkacak ve günümüzün görkemli teknolojisi, korkutucu masallara çok mantıklı açıklamalar getirecek. Çünkü artık, "Ahit Sandığnın"nın öldürücü gücünü kontrol edebilecek düzey­deyiz ya da öyle olduğumuzu sanıyoruz...!

Harrison Ford, üç filmde çizgi dışı arkeolog İndiana Jones'u oynadı; Indy kutsal kitaplarda adı geçen "Ahit Sandığı"nın, "Kutsal Kadeh"in peşindeydi. Ama bunlar birer film senaryosuydu. Oysa gerçek bir İndiana Jones var ve yaşıyor; Vendyl Jones mitleri gerçeğe çevirme çabasında (üstte). Musa'nın On Emir'in üzerine yazıldığı söylenen tabletlerle tasvir edilişi (solda).

 


 

Ahir Zamanda gelecek ve yeryüzünde adalet ve barış sağlayacak olan Hz. Mehdi’nin çıkışının en önemli alametlerinden biri “Ahit Sandığının bulunması”dır. Sandık, gerek kutsal metinlere gerekse tarihi kayıtlara göre ülkemizin Antakya ilindedir.

Ahd-i Atik Sandukasının saklanma ihtimali olan mağaralardan biri üzerine yapılmış olan St. Pier kilisesinden bir görünüş

Kuran’da Bahsedilen Ahit Sandığı : Kuran’ı Kerim’de Talut kıssasında Ahit Sandığı’ndan bahsedilir. Peygamberimiz’in hadislerinde de Ahir Zamanda gelecek olan Mehdi’nin Ahit Sandığı’nı bulacağı haber verilmiştir. Bu noktada Ahit Sandığı’nın halen bulunamamış olması önem kazanmaktadır. Bilindiği üzere Mehdi’nin çıkışı ile ilgili bildirilen birçok Ahir Zaman hadisi gerçekleşmiş ancak onun zamanında bulunacağı bildirilen Ahit Sandığı henüz bulunamamıştır. Muhtemelen sandık da, ortaya çıkan diğer Ahir Zaman hadisleri gibi kısa bir zaman içinde ortaya çıkarılacaktır.

Talut kıssasında Ahit Sandığı’nın adının geçtiği ayet şöyledir: "Peygamberleri, onlara dedi: "O’nun hükümdarlığının belgesi, size Tabut'un (sandığın) gelmesidir. Onda Rabbiniz'den 'bir güven duygusu ve huzur' ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır." (Bakara Suresi, 248)  

Ayette geçen “tabut” sözcüğü, sandık anlamına gelmektedir. Bu sandık, Talut'un hükümdarlığının alameti içerisinde kutsal emanetlerin bulunduğu Ahit Sandığı’dır. Bahsi geçen Ahit Sandığı yani Tabut'un içinde, üstünde ittifak edilen bir rivayete göre, Hz. Musa'nin asası ile Tevrat levhaları ve Hz.Harun'un asası ile sarığı gibi kutsal emanetler bulunmaktadır. Ayete göre Ahit Sandığı Talut’un hükümdarlığının simgesi olduğu gibi, rivayetlere göre Mehdi’nin de yeryüzünde kuracağı hükümdarlığın simgesi olacaktır.

 

Yine aynı şekilde Ahd-i Atik Sandukasının saklanma ihtimali olan diğer mağara üzerine yapılmış olan St. Simon kilisesinden bir görünüş

Peygamberimizin Hadislerinde “Ahit Sandığı ve Yeri: Ahir Zaman; kıyamete yakın bir vakitte Kuran ahlakının tüm dünyada insanlar arasında yaygın olarak yaşanacağı bir dönemdir. Geçmiş dönemlerde yaşanan ahlaksızlıklar, baskılar, zulümler, adaletsizlikler ve dejenerasyon bu kutlu dönemde ortadan kalkacak, her türlü sıkıntının yerini bereket, bolluk, zenginlik, güzellik, barış ve huzur alacaktır. Teknolojide çok büyük gelişmeler yaşanacak ve bunlar tüm insanların hayrı ve rahatlığı için kullanılacaktır. Sandık da Allah’ın izniyle Hz Mehdi’nin gelişinin nişanesi olarak, tüm insanlık için güzel günlerin müjdecisi olacaktır. Ahit Sandığı, Kuran’da belirtildiği gibi, Allah’ın “inananlar için bir delili” (Bakara Suresi, 248) olmasından dolayı, uzun yıllardan beri inananlar tarafından aranmaktadır. Bu araştırmalar sonucunda hala bulunamamış olması, Ahir Zamanın birçok alametinin gerçekleştiği günümüzde bulunacak olmasının bir işareti olabilir. (En doğrusunu Yüce Allah bilir.) Sandık, Mehdi tarafından Ahir Zaman’da bulunup, -Talut’un hükümranlığının belgesi gibi- hükümranlığının bir sembolü olacaktır. Sandığın yeri hakkında farklı rivayetler olmakla birlikte, biraz önce de belirttiğimiz gibi, bunlar içinde en çok itibar edileni, sandığın Antakya’da olduğudur.  

Peygamberimizin bu konudaki hadisler şöyledir

“Ona Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya denilen bir yerden Tabut’u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır.” (Suyuti, el- Havi li’l Feteva, II. 82)

“O, kimsenin bilmediği bir duruma kılavuzlandığı için kendisine “Mehdi” denilmiştir. O, tabut-u Sekine’yi Antakya mağarasından çıkarır.” (Naim bin Hammad, Kitab-ül Fiten)

“Mehdi, Rumlarla savaşmak için bir ordu gönderir. Onun fıkıh bilgisi on aliminkine bedeldir. O, Tabut-u Sekineyi de Antakya mağarasından çıkarır.” (Naim bin Hammad, Kitab-ül Fiten)

Hz. Mehdi, Tabutu Sekine’yi Antakya mağarasından çıkaracaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, 54)

Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde, Ahit Sandığı’nın yeriyle ilgili olarak Antakya’ya dikkat çekmesi son derece anlamlıdır. Bu ilimizde birçok doğal mağara vardır ve buralar sandığın uzun yıllar saklı kalması için çok elverişli yerlerdir. Bu mağaralar arasında “Yedi Uyurlar” mağarası olarak bilinen ve Ashab-ı Kehf’in yaşadığı düşünülen mağara da mevcuttur.

Ahit Sandığı’nın bugüne kadar bu bölgede bulunamamış olması, bölgenin coğrafi özelliklerinin zorluğundan ve teknik imkansızlıklardan kaynaklanmış olabilir. Ancak yüzyıllardır bulunamayan sandığın, son birkaç on yıl içinde gelişen teknolojik imkânlar çerçevesinde bulunması mümkündür. Dahası sandığın zamanımızda bulunacak olmasını tahakkuk eden diğer Ahir Zaman alametleri de desteklemektedir. Ayrıca böyle tarihi bir hazinenin, içinde bulunduğumuz zamanda, üstelik de Türkiye’de bulunması oldukça anlamlıdır. Manevi değeri yüksek olan bu sandığın bulunması için yapılan araştırmalar bir an önce hızlandırılmalı, bölgenin her köşesi ivedilikle gözden geçirilmelidir. Bu kutsal emanetlerin bulunmasının sembolik anlamı, Mehdi’nin işareti olduğundan sandığın bulunması, halkımızın şevk ve heyecanını artıracaktır. Diğer yandan sandığın ortaya çıkartılacağı bölgenin Türkiye sınırları içerisinde olması Hz. Mehdi’nin ortaya çıkacağı ülkeye de işaret ediyor olabilir ki hadise bu yönüyle de farklı bir anlam kazanmaktadır. (En doğrusunu Allah bilir)

Hz. Süleymen Mabedini M.S 70 Yılında yıkan ve kutsal emanetleri de beraberinde Roma’ya götüren General Titus adına anılan mağara

Tarihi Kayıtlar da Antakya’ya Dikkat Çekiyor: Ancak Sandığın yeri konusunda özellikle üzerinde durulan şehir Antakya’dır. Romalıların baskılarından kaçan Yahudi mezhebine ait Esseniler topluluğunun bir kısmı Ürdün yakınlarında ve Lut Gölü kıyısında Kumran’a sığındılar, bir kısmı da Antakya civarına yerleşti. İşte yaygın olan görüşe göre, Antakya ve çevresine yerleşen Esseniler, yanlarında Ahit Sandığı’nı da getirmişlerdi. Yüzyıllardır birçok yağma ve baskınlardan korudukları sandık için güvenilir bir yer aramışlar ve Antakya’yı bölgesel konumu ve coğrafi yapısından dolayı sandığın korunması için uygun bir yer olarak görmüşlerdi.

Esseniler birçok yönleriyle diğer topluluklardan ayrılıyorlardı. Kumran tarafına yerleşenler, kendilerini Tevrat’ın çoğaltılmasına ve korunmasına adamışlardı. Antakya’ya yerleşenler ise bütün hayatlarını Sandığın korunması ve muhafazasına adamışlardı. Öyle ki bu uğurda canlarını feda edecek derecedeydiler. Kendilerini toplumdan tamamen tecrit etmişler ve kimse ile görüşmüyorlardı. Kendilerine ait çiftlikleri, yiyeceklerini yetiştirdikleri toprakları vardı. Sandığın korunması ise en önemli görevleriydi. Belki de onların bu titizlikleri sayesinde sandık çok emin bir yerde ve bozulmaya uğramamış bir durumda bulunmaktadır.

 

Tarihi Belgelerde Ahit Sandığı: Tarihi kaynaklara göre; Ahit Sandığı, Hz. Harun döneminin ardından Hz. Davud döneminde şehrin Birleşik Yahudi Krallığı’nın başkenti ilan edilmesiyle Kudüs’e taşındı. Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mabede konulan sandık, MÖ. 587 yılına kadar Beytülmakdis’te kaldı. Aynı yıl içinde Babil İmparatoru Buhtunnesar -Babil’in Asma Bahçeleri’ni yaptıran kral- Kudüs’ü işgal etti ve o tarihten sonra sandık kayboldu. Yaklaşık 500 yıl ortadan kaybolan sandığın, tahrip edilemediği ve onu koruyan Levililer tarafından mabedin altında hazırlanmış gizli bir bölmede saklandığı inancı yayıldı. M.S. 70 yılında ise Roma valisi Titus’un Beytülmakdis’i yıktırdıktan sonra bu yeraltı odasına da ulaştığı ve mabedin kutsal eşyalarıyla birlikte sandığı Roma’ya götürdüğü varsayılmaktadır. Ahit Sandığı, M.Ö. 587 yılından bu yana bulunamamıştır. Bununla beraber, Yahudiler sandığın ancak Mesih’in gelişinden sonra ortaya çıkacağına inandıklarından sandığı yüzyıllardır aramaktadırlar. Hıristiyanlar da sandığı Hz. İsa’nın yeryüzüne kıyametten önce tekrar gelişinin alametlerinden olarak gördüklerinden aramaktadırlar. Tarihte kaydedilmiş ilk “sandık kazıları” 10. yüzyılda Haçlılar döneminde Tapınak Şövalyeleri tarafından yapılmıştır. Bu tarihten günümüze yapılan araştırmalarda sandığın izine rastlanmamış ancak bu konu son dönemlerde birçok araştırmacının ilgi odağı haline gelmiştir. Şu anda Ahit Sandığı’nın yeri konusunda farklı görüşler olmakla beraber temel görüş, sandığın M.Ö. 587 yılından itibaren Kudüs’te saklandığı ve Romalı veya başka kavimler tarafından tahrip edilmesin diye muhafaza edilmek üzere daha kuzeye, yani Şam yakınlarındaki Taberiye’ye veya Antakya’ya götürüldüğüdür. (En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir.)

 

  1. Mouth (air intake) carrying the Breath of Life via ...
  2. the Ring (annular duct) to ...
  3. the Brain of the Ancient One (dew still). The still is covered by ...
  4. the transparent Outer Skull of the Ancient One. The water runs into ...
  5. the Great Sea (chlorella culture-tank) where the manna production starts:
  6. it goes through the Hairs of the Beard of the Ancient One (gas exchange pipes).
    It is irradiated by the Upper Eye (the light-source in the centre of the culture-tank).
  7. The culture-tank is furnished with the Remnant (safety valve) and ...
  8. the Residue of the Brain (drain cock). Connected to the culture-tank are
  9. the Three Lower Eyes (tanks containing nutrient salts) fed via ...
  10. the Channels of the Lower Eyes (connecting pipes).
  11. The power for the machine comes from the Fire-containing Vessel (reactor) ...
  12. with its Keys (control rod actuators). Remote handling is performed by ...
  13. the Arm of the Small-faced One (mechanical arm and hand). Air flows through
  14. the Long Nose (ventilation duct) and over the reactor to cool it and rises up ...
  15. the Nose of the Small-faced One (exhaust) producing ...
  16. the Column of Smoke by Day and the Column of Fire by Night.
    A Buchner pump in the exhaust produces the vacuum to process the chlorella in ...
  17. the Cavities of the Brain of the Small-faced One (manna processing plant).
    The Buchner pump is connected to the Cavities of the Brain by ...
  18. the Beard of the Small-faced One (vacuum pipe manifold).
  19. The processed manna is stored in the Hosts (manna storage vessels)...
  20. and is drawn off through the Penis (manna discharge pipe) and ...
  21. the Cover of the Penis (vacuum lock). The machine stands upon ...
  22. Legs as Columns Six (six legs with rings for carrying poles) resting on…...
  23. the Throne (platform of stone) which is cast down when the machine is moved.
    The whole machine - the Ancient of Days - may be seperated into ...
  24. the Ancient One (top part) and ...
  25. the Small-faced One (bottom part). Between these two parts lie…...
  26. the Nakedness (interface unit) below which are…...
  27. the Crowns of the Small-faced One (inspection covers) and ...
  28. the Ear of the Small-faced One (communications unit).