DİĞER BULUNTULAR |
Dünyanın farklı yerlerinde farklı zamanlarda bulunmuş insana "Nasıl Yani" dedirtecek inaılması güç buluntu ve metaryeller
ASHOKA SUTUNU |
12°56'37.26"N 77°35'6.81"E
Antik bir metalürji harikası arıyorsak , Hindistan'a Delhi'ye gitmemiz yeterlidir . Çünkü Ashoka Sütunu oradadır ; boyu 23 m. çapı 40 cm. , ağırlığı 6 tondur . İşlenmiş demir şaft olan sütunun , kaynakla birleştirilmiş disklerden yapıldığı belirlenmiştir .
Bir iddiaya göre , m.s. 413'te ölen Kral II. Chandra Grupta'nın mezar taşıdır . Böyle olsa dahi , sütunun 1500 yıldan beri aynen kaldığı ve hiç bozulmadığı gerçeği değişmeyecektir . Sütunun yüzeyi yumuşak ve prinçle kaplı izlenimini vermektedir , hava koşullarından etkilendiğini gösteren birkaç iz bu kaplama yüzeyde görülebilir . 1600yıllık süreç içerisinde , Hint yağmur ormanlarına , muson ikliminde , sert rüzgarların ve yüksek nemli ısının altında eşdeğer bir demir kütlesinin paslanıp , çürümemesini düşünmek ancak bir hayaldir.
Demir yapımı ve paslanmaya karşı korunma teknikleri bilindiği kadarıyla ancak 5. yüzyıldan sonra geliştirilmeye başlanmıştır ama bu bilgi Ashoka Sütunun'da geçerli değildir . Bu garip sütunu yapan gizemli metalürjistler kimlerdir ve onların uygarlıklarına ne oldu ?
ALİMİNYUM KEMER TOKASI |
31°20'26.53"N 119°49'23.60"E
Kemer tokası 1952' de Çin'in Jiang-su Eyaletindeki Yixing Şehrindeki ingyi Ortaokulu bir spor sahası inşası sırasında teadufen keşfedildi. Mezarın tarihi Jin Hanedanlığı'na tarihleniyor ve şans eseri orada oturan kişinin adı bir yazıtla belirlendi. M.S. MS 300'lü yillarda Tibetliler arasında savaşırken ölen General Zhou Chou'ydu bulunan kemerin tokasi, yüzde 85 oraninda alüminyumdan yapilmistı. Kemer, muhtemelen şimdi çürümüş deriye tutturulmuş 'yaklaşık' (?) Yirmi parça metal içeriyordu ve bunlardan dördü neredeyse saf alüminyumdan yapılmıştı. Alüminyum doğada tek başına bulunmaz Avrupalıların bu yararlı maddenin nasıl elde edileceğini anlamaları on dokuzuncu yüzyılın başlarına kadar sürdü ve o zaman bile üretilen alüminyum saf olmaktan uzaktı.Çinli tarihçiler anlaşılır bir şekilde şaşkına dönmüşlerdi Aldatmaca olmadığı varsayılırsa, Çinlilerin Avrupalılardan 1.500 yıl önce alüminyum elde etmeyi biliyor olamaları. Ama Nasıl ???
Alüminyumun 1825 yılında H. Cr. Tarafından bir laboratuvarda keşfedildiği bilinmektedir. Oersted. Endüstriyel üretimi ancak keşfedildikten sonra ve 19. yüzyılın sonunda, 1883'te elektroliz yoluyla mümkün olmuştur.
AİUD KAMASI |
46°18'39.80"N 23°43'44.46"E
‘Aiud Kaması’ olarak adlandırılan bu metal parça Romanyanın Aiud şehrine 2 km mesafede yerin 35 metre altında mamut kemiklerinin bulunduğu bir tabakada ele geçirildiği iddia edilmektedir. Mamutların 33 milyon yıl önce yeryüzünde görülmaya başlandığı ve 11 bin yıl önce ortadan nesillerini tükenmiş olması bu cismi olağandışı yapmaktadır. Cluj-Napoca Arkeoloji Enstitüsü tarafından incelenen metalin 12 ayrı elementten oluştuğu ve üzerinin okside olmuş alüminyumla kaplı olduğu rapor edildi. Alüminyumun üretimi 1808 yıllarına kadar mümkün olmamıştır.Alüminyumun üretemi için ancak yüksek fırınlarde elde edilebilecek ısılar gerekmekte ve laboratuvar ortamında bir takım kimyasal işlemler uygulanmaktadır
Mamut kemikleri ile beraber aynı katmanda bulunan bu kama en az 11 bin yaşında olmalıdır. Araştırmayı yapan bilim adamları cismin bir çekiç başını anımsattığına vurgu yapmaktalar. Bazıları ise bunu bir iniş takımının ayaklarına benzetmekteler. İkinci görüşü savunanlar metalin eski devirleri ziyaret eden bir uzay gemisinden veya zaman makinesinden düştüğü konusunda nerede ise hem fikirler
cismin bir kama, çekiç başına benzese de öyle olamadığına inanmaktayız. Bu parça bir uzay gemisi veya yolcu taşıyan aracın iniş takım ayağı da olamayacak kadar zayıf metallerden yapılmıştır. Ancak dikkatlice resme bakılırsa bunu bir çekiç başı değil tank paleti gibi bir dişli sisteminin bir dişi olduğu anlaşılmaktadır. Eğer buluş gerçekse (ki sergilenmiyor olması akla iki şeyi getirmektedir; bunlardan biri haberi asparagas olması, diğeri ise cismin klasik tarihleme kalıplarına uymayan milyonlarca cisimden bir olmasıdır) bizim Mars aracı Spirit’in bir benzeri on binlerce yıl önce dünyada geziniyor demektir
BALLBEK TAŞLARI |
33°59'57.34"N 36°11'59.95"E
Lübnan 'ın Ballbek şehri yakınlarındaki işlenmiş dev kaya blokları. Bu taşlar binlerce yıl öncesinde buraya getirilmişti. Resimde gördüğünüz parça 1050 ton ağırlıkta ve 25 metre uzunluğundadır. Bu " momolit " takma adlı yekpare blok dünya üzerindeki işlenmiş en büyük taş bloktur. Soru şu: Bu taşları kimler ve nasıl buraya getirebilmişti ?
BRONZ DİŞLİLER |
Peru'daki bronz dişliler. Modern dişlilerden farkı yok gibi. Tek farkları bu dişlilerin binlerce yıl önce yani çok uzun zaman önce yapılmış olmaları.
BUFALO KAFATASI |
: 60°41'51.46"N 115°36'11.07"E
Bu 12.000 yıllık Bufalo kafatası iskeleti Yakutistan'ın Batısında Lena nehri yakınlarında bulunmuştur.Fosil araştırmacılarına göre, hayvanı vuran kafatasındaki küçük ve muntazam deliği o zamanlar yaşaması muhtemel insanların yapabileceği basit taş uçlu mızrağın açması imkansızdır.Bazı araştırmacılara göre bu deliği ancak ateşli bir silahtan atılan bir mermi açmış olabilir.Ve hiç kuşkusuz bizon kadar eski bir yaradır yani daha sonradan iskelete yapılan bir atış değildir kesinlikle. .Araştırmalar yarayı alan hayvanın bir müddet daha yaşadığını göstermiştir.Kafatası halen Moskova Paleantoloji Müzesinde sergilenmekte ve gizemini koruyacağa da benzemektedir.
200 MİLYON YILLIK AYAKABI İZİ |
39°16'7.65"N 114°58'34.43"W
Bu ayakkabı izi fosili, Nevada'nın Pershing İlçesi, Fisher Canyon'daki bir kömür damarında keşfedildi. Bu kömürün yaşı yaklaşık 200 milyon yıl! Ve bunun, şekli sadece modern bir ayakkabıyı andıran bir tür hayvanın fosili olduğunu düşünmeseniz de, fosilin yakından incelendiğinde, şeklin çevresinde çift sıra dikilmiş dikiş izlerinin açıkça görülebildiği ortaya çıkar. Yaklaşık 13 numara ve topuğun sağ tarafı soldan daha aşınmış görünüyor. Bu, erkeklerin en az 200 milyon yıl önce ayakkabı giydiği anlamına geliyor. Bu, insanların yanında ayakkabı izleri olan fosilleri ilk buluşları değil. Trilobitin 280 milyon ile 320 milyon yıl önce var olduğu biliniyor. 25 Ocak 1927'de, Albert E. Knapp adlı amatör bir jeolog, bir yığın gevşek kayanın arasında tepede duran fosili fark ettiğinde kanyondaki küçük bir tepeye iniyordu. Onu aldı ve yanında eve götürdü. Daha yakından incelendiğinde Knapp, "Bu, bir ayakkabının topuğundan emilerek topuğun dengesinden çıkarılan bir tabakadır, kaya o sırada plastik haldedir." Ayakkabı izi harika bir koruma durumundaydı - topuğun kenarları kesilmiş gibi pürüzsüz ve yuvarlaktı ve sağ tarafı soldan daha aşınmış görünüyordu - bu da sağ ayağa giyildiğini düşündürüyordu. Ancak Knapp'ın gerçekten şaşırtıcı bulduğu şey, topuk izinin oluşturulduğu kayanın, keşfetmekte olduğu kanyon tepeleri boyunca bir kuşaktan geçen 225 milyon yıllık Trias kireç taşı olmasıydı. Kaya daha sonra Rockefeller Vakfı'nda Knapp'ın analizini onaylayan uzman bir jeolog tarafından incelendi. Fosildeki boşluklar boyunca çok küçük cıva sülfit kristallerinin varlığı da fosilin çok eski olduğuna tanıklık ediyordu. Bununla birlikte, asırlık topuk baskısıyla ilgili gerçek sürpriz, mikrofotoğraflar derinin çift sıra dikişle dikildiğini ortaya çıkarana kadar gelmedi, ipliklerin kıvrımları çok fark edilebilir. Topuğun dış kenarı boyunca bir çizgi izledi ve ikinci çizgi, bir inçin üçte biri kadar içeri doğru tam olarak paralel oldu. Araştırmacıları şaşırtan şey, bu çift dikişin, 1927'de fosil baskının keşfedildiği ayakkabıcılarınkinden çok daha küçük ve işçilikte daha rafine bir iplik ile yapılmış olmasıydı. Maymunların evrimleşmesinden milyonlarca yıl önce yeryüzünde zeki insanlar olduğuna dair bu kanıt karşısında Darwinci teori ne oluyor? Ayakkabı izi taşıyan fosiller, Darwin’in evrim teorisine doğrudan bir meydan okumadır. Medeniyetimizden önce en az bir medeniyet dönemi olduğunu belirtiyorlar
ÇEKİÇ |
30°40'37.00"K 99°34'35.00"B
Tahta sap ve demir tokmaktan oluşan bu çekiç, 1936'da Teksas'ta 400-500 milyon yıllık bir kayanın içine gömülü olarak bulundu. Modern bir aletin tarih öncesi bir kaya kütlesinin içine nasıl girdiği bir yana,çekiçte kullanılan demirin günümüz demirlerinden bile saf olması bilim adamlarını hayrete düşürdü.
DİNAZOR HEYKELLERİ |
20° 1'0.00"N 100°41'60.00"W
1945 yılında Waldemar Julsrud adlı deneyimli bir arkeolog El Toro dağı ( Meksika ) eteklerinde gömülmüş vaziyette kilden yapılmış küçük heykelcikler buldu. Daha sonra El Tro şehri yakınlarında ve şehrin diğer tarafında Dağ yakınlarında poselenden yapılmış 33.000 'den fazla heykelcik bulundu.
Buluntular Chupicuaro , klasik kültür öncesine aitti. (M.Ö. 800 'den M.Ö. 200 'e kadar olan dönem) Bulunan heykelcikler , 65 milyon yıl önce yok oldukları düşünülen çeşitli türlerdeki dinozorları kusursuzca tasvir ediyordu. Modern bilim döneminde, neye benzedikleri ancak çözümlenen tarih öncesi bu yaratıkları ,nasıl olduda böyle eski bir uygarlık kusursuzca sanat eserlerine yansıtabilmişti ? İnsan görmeden tasvir edemez.
DENİZ KABUĞUNDAKİ YÜZ |
Üzerinde oyularak yapılmış, tam gelişmemiş olsada rahatlıkla farkedilen bir insan yüzü bulunan bir deniz kabuğu. Bu buluntu 1881 yılıında jeolog H. Stopes tarafından rapor edilmiştir.Yapılan testler sonucunda, oyma işleminin kabuklu henüz yaşarken yani fosilleşmeden önce yapıldığı ortaya çıkmıştır.Bu deniz kabuğu Pliocene devrine ait ve 2 milyon yıllıktır.
DİŞ DOLGUSU |
İtalya'nın Trieste kentinde bulunan Uluslararası Teorik Fizik Merkezi'nden Claudio Tuniz, yeni üretilen X ışını görüntüleme aracını kullanarak yaklaşık 100 yıl önce Slovenya'daki Lonche köyü yakınlarında bulunan fosilleşmiş bir çene kemiğini incelediklerini belirtti.Bölgede bulunan en eski insan kemiklerinden biri olan ve Trieste kentindeki bir müzede saklanan çene kemiğinin 24-30 yaşlarındaki bir erkeğe ait olduğuna işaret eden Tuniz, çene kemiğinin incelenmesi sırasında köpekdişlerinden birinde olağandışı bir maddeye rastladıklarını söyledi.
Dişin yüksek çözünürlüklü ve üç boyutlu görüntüsünü elde ettiklerini ifade eden Tuniz, dişte uzun dikey bir kırık saptadıklarını ve dentin tabakasına ulaşmak için diş minesinde geniş bir kavite açıldığını belirlediklerini ifade etti.Kavite ile kırığın üst kısmının bir maddeyle kusursuz bir biçimde doldurulduğuna dikkati çeken Tuniz, kızıl ötesi spektroskopi ile yapılan incelemelerde dolgu malzemesi olarak balmumunun kullanıldığını ortaya çıkardıklarını belirtti.Tuniz, bal ve propolis içeren balmumunun antibakteriyal ve enfeksiyon giderici özelliklere sahip olduğunu, diş dolgusu olarak kullanılmasının Cilalı Taş Devri insanları arasında ileri tıp bilgisine işaret ettiğini söyledi.
Tuniz, "Tarih öncesi topluluklar hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, ulaştıkları nokta bizi o kadar şaşırtıyor. Günümüzde ancak ileri teknoloji kullanarak yapabildiğimiz bazı şeyleri onlar ilkel yöntemlerle başarmışlar" dedi.
EL VE PARMAK |
4°43'38.20"K 74° 4'42.91"B----------------------------79°49'23.80"K 91°16'12.26"B
Kolombiya , Bogota yakınlarında bulunmuş bir insan eli fosili. Fosilleştiği kayanın yaşı 100 - 130 milyon yıldır. Yani , fosilde o kadar sene önce meydana gelmiştir.
Bu cisim Kanada 'nın Kuzey kutup bölgesindeki Axel Heiberg adası eski fosiller koleksiyonunda bulunmuştur. İncelemeler bunun bir insan parmağı fosili olduğunu gösteriyor. Bu fosil 100 ile 110 milyon yıl öncesine aittir (Creataceous jeolojik dönemi). Bu fosil " DM93-083 " numarasıyla arşivlenmiştir. Röngen ışınlarıyla yapılan inceleme sonucunda yukarıdaki resimdeki siyah kısımların parmak kemiklerine ait olduğu ortaya çıkmıştır. Bu kadar eski zamanlarda insan yaşamış olabilirmi ?
HAVAN |
36°39'38.00"N 118°28'25.00"W
1877 yılında Montezuma tünel şirketinin bir tünel çalışması sırasında 50 milyon yıl eski olan bir lav akıntısının içinde bir tokmak ile bir kap bulundu.( Table dağı - California) Tomak yaklaşık 30 cm uzunluğunda ve kap ise 10 cm çapındadır. Bu buluntudan şu sonuç çıkıyor: 50 milyon yıl önce yanardağdan fışkıran lavlar sel olup akarken bu tokmak ile kap oradaydı ve ikiside lavın içinde gömülü kaldılar. 50 milyon yıl önce ???? !!!!
MİNİK CİSİMLER |
65°37'13.17"N 60° 7'8.18"E
Alışıldık olmayan bu spiral cisimler 1991 - 1993 yılları arasında Rusya'daki Ural dağlarının doğusunda bulunan küçük bir dere olan Kozhim.da bulunmuşlardır. Boyları en fazla 3 mm. olan bu cisimlerden (inanılmaz ama) 0,003 mm. olanlarıda bulunmuştur. Büyük olanları bakırdan , küçük ve çok küçük olanları ise çok ender rastlanan "tungsten" ve "molybdenum" maddelerinden yapılmıştır. Mikroskopla yapılan incelemeler sonucunda spiraller kusursuz bir biçimde "altın oran" tekniğiyle yapılmıştı. Dahada şaşırıcı olan şey ise: bütün bilimsel incelemelerin gösterdiği gibi bu cisimlerin yaşlarının 20.000 ile 318.000 yıl arasında değiştiğidir. Bu yaş farkı cisimlerin bulundukları derinliğe göre değişmektedir.
METAL DİSK |
Bugün resmi bilim, açıklamasını yapamayacağı benzersiz gerçeklere ve eserlere sahiptir. Ya da belki bu açıklamalar birine uymuyor mu? Ancak, pek çok arkeolojik buluntunun da gösterdiği gibi, uzak ve çok olmayan zamanlarda medeniyetimizin en yüksek gelişme düzeyine sahip olduğunu varsaymaya çalışırsak, bu güne kadar bilim tarafından erişilebilir değil, kendisi, aynı zamanda gezegenimiz. Böyle bir artefakt DISCO COLGANTE. Bu eser, Peru'nun başkenti Lima'daki Rafael Larco Herero Arkeoloji Müzesi'ndedir. Güney Amerika. Artefakt, ortasında kesikler ve kalınlaşma olan bir disktir. Giden yay şeklindeki ışınlar sektörlere ayrılır. Bu eserin tarihlemesi yoktur, ancak 16. yüzyıldan kalma İspanyol döneminden önceki yani Mochik kültürüne ait Kolomb dönemine kadar seramiklerin bulunduğu salonda yer almaktadır. Bu kültür, Peru kıyılarında birinci yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar vardı. Şaşırtıcı bir şekilde, bu eser bir galaksi şekline benziyor. Diskin şekli bir sarmal galaksiye karşılık gelir. Ve disk ışınlarından birinin üzerindeki işaret bile Güneş Sistemimizin Samanyolu galaksisindeki konumu hakkındaki modern fikirlerle uyumludur. Tesadüf mü değil mi? Gerçek şu ki, modern bilim adamları, merkezindeki bir sarmal galaksideki bir kalınlaşmayı ancak yakın zamanda düzeltebildiler. Ve burada, Kolomb öncesi dönemde, insanlar galaksilerin yapısını zaten biliyorlardı. Ancak en ilginç şey, galaksinin kollarını ve merkezini (kalınlaşan) aynı anda görmenin imkansız olmasıdır. Yani galaksiyi dışarıdan ve farklı açılardan değerlendirmek gerekir. Yani galaksinin kolları yukarıdan görülebiliyor ve tamamen farklı bir açıdan kalınlaşıyor. Öyleyse eski Kızılderililer, Güneşimizin galaksideki yerini ve galaksinin şeklini nereden biliyorlardı? Sonuçta, bu tür gözlemler modern astronomi bilgisi ve yüksek teknolojili aletler gerektirir. Peki bilim bize ne söyleyecek? Belki de bilgiyi, gerçekleri, eserleri bir araya getirmenin ve uygarlığımızın tarihini varsayımlar ve teorilere değil, gerçeğe dayalı olarak inşa etmenin zamanı gelmiştir?
NEANDERTAL ADAMI |
14°25'56.85"S 28°26'33.16"E
Londra'daki doğal tarih müzesinde Paleolitik dönemden kalma 38.000 yıllık bir neanderthal adamına ait bir kafatası bulunmakta. Bu kafatası 1921 yılında şimdiki Zambia 'da bulunmuştur ve sol tarafında yaklaşık 2 cm' lik bir delik bulunmaktadır. Yapılan incelemede deliğin bir ok yada mızrak tarafından açılmadığı anlaşılmıştır çünkü deliğin kenarlarında mikroskobik düzeyde dahi en küçük bir çatlak yoktur yani delik sesten hızlı bir cisim tarafından açılmıştır. Deliğin karşı yani çıkış noktası parçalanmış veya kırıktır, bu da kafatasının içerden dışarıya doğru patladığını göstermektedir yani özetle bu tür bir delik izi ancak bir tüfek atışı sonucunda açılabilir.Ateşli silah uzmanlarına göre bu tarih öncesi kurban kasıtlı bir atışla yani çok yüksek bir silahın kurşunuyla öldürülmüştür ama bu silahı on binlerce yıl öncesinde kullanan kimdi ? iki varsayım var; kafatası sanıldığı kadar eski değildir yani ortada ciddi bir bilimsel yanılgı vardır yada belli deliğin nedeni başkadır.Ama bu Paleotik kafatası 1.820 metre derinlikte kaya blokları içinde bulunmuştur yani çok eskidir. Peki ama 38.000 yıl önce kim barut kullanıyordu ? Elbetteki taş devri insanı değil, öyle ise bir başka ırk vardı yada başka dünyadan gelen birileri vardı ama uzayı aşan bir zeka barutlu tüfek mi kullanıyordu?...Acaba deliğin nedeni bir lazer ışını olabilirimi? yoksa aramızda veya geleceğimizde, Neanderthal insanı avcılığına meraklı zaman yolcularımı var? sonuçta soru şudur; o tüfeği yada her neyse kim taşıyordu ?
ROKET MOTORU |
Bu da Azteklerden kalma bazalttan yapılmış bu heykel, şu anda Meksikadaki Ulusal Müzede sergileniyor. Bir roket motorunun nerdeyse tüm detaylarını sergiliyor ve aynı zamanda da Vandaki heykelciğin arka kısmındaki motora çok benziyor.
TANK RESİMLERİ Mİ ? |
Britanya Müzesi'nin zemin katındaki tablolardaki Babil ve Asur devrinden kalan kabartmalarda yer alan cisimlerin, tanka benzediklerine ben de dikkat ettim. Arkeologlara göre, kent duvarlarını yarmaya yarayan savaş şahmerdanları idî bunlar. Dört nesne, bu kalın kütükten «şahmerdan» yaklaşımından soğutmuştur beni:
Bu şahmerdan denilen nesneler, söz konusu kavramdan her ne anlıyor iseniz, askerler tarafından taşınır, kendi kendilerine, hele yokuş yukarı hiç hareket edemezlerdi. Taşıyıcılar ok ve taşlara karşı korunuyor olsalar bile, hiç değilse, ayaklarının gözükmesi gerekirdi. Değişik biçimde hareket ettirilen bir şahmerdanın da altındaki tekerlekli bir vasıtayı mutlaka görmemiz gerekir. Öyleyse bu nesneler nasıl nakledilmiştir?
pratikte hiçbir yarar ifade etmemektedir. Bu yoldan sağlanmış bir kinetik enerji, neticesiz kalmaktadır. Bu pozisyondaki bir şahmerdanın, saldırıda bulunduğu yüzeyle teması, ya devrilmesine ya da en azından at gibi şaha kalkmasına yol açacaktır.
Resimlerden birinde gözüken ikiz şahmerdan ise, pratikte tamamen yararsızdır. İkili şahmerdan ile duvara bindirecek olursanız, vuruş gücü yarıya inecektir. Ne var ki, bu işin yapıcıları, iki şahmerdanı uygun görmüşler ve uçlarını yukarı doğru çevirmişler. Son olarak, ama en önemsiz olmayan noktaya gelelim. Şahmerdan neden bir kuleye ihtiyaç göster mistir, nerede görülmüştür? Bu ikili şahmerdan örneği daha çok mevcuttur bana Eriha kentine yapılan saldırıda rastladığımız cinsten bir tür akustik toplan olup olmadıklarını düşün dürdü:
«...kavim boru sesini işittikleri zaman... duvar olduğu yere çöktü, ve herkes kendi önüne doğru olarak kavim şehre çıktı...»
- Tevrat, Yeşu 8, 20 -
300 MİLYON YILIK DİŞLİ ÇARKI |
53°44'15.50"N 91° 4'34.27"E
2013 senesinin ilk aylarında oldukça ilginç bir haber yayınlanmıştı. Türkiye’de “tüm bilinenleri alt üst edecek bir keşif!” başlığıyla yapılan bu habere göre 300 milyon yaşında olan bir dişli çarkın keşfedilmesiydi. 300 milyon sene evvel bir dişli çarkı yapabilecek bir insan yaşamadığına göre, elbette bunu direk Dünya Dışı Varlıklarla ilişkilendirenler oldu.
Vladivostok’da yaşayan Dmitry adında bir kişi Khakakis bölgesinde bulunan Chernogorodskiy madeninde bir parça kömürün içinde ilginç bir şey keşfetti, ardından da biyolog Valery Brier ve Primorye bölgesindeki bilim insanlarıyla iletişime geçti. “The Voice Of Russia” adındaki uluslar arası Rus yayın hizmetine göre bu kömürün yaşı 300 milyon yıldır ve uzmanlar da içinde bulunan garip metal cismin de o kadar yaşlı olabileceğini söylüyor. Aynı yayın hizmetine göre jeologlar bu metal objesini incelediklerinde hafif ve yumuşak olduğunu ve %98 alüminyum ile %2 oranında magnezyumdan olduğunu keşfettiler. Böylelikle bu da objenin aslında “doğal” değil de “yapay” olduğu sonucuna varılmasına sebep olunmuştur.
Henüz ortada kesin sonuçlar yok iken bazı kaynaklarda Rus bilim insanlarının bu garip nesnenin “doğa tarafından oluşamayacağını” söylediklerini belirtmesine rağmen farklı kaynaklarda da aynı Rus bilim insanlarının kesin sonuçlara varmadan evvel araştırmaya devam edilmesi gerektiğini söyledikleri belirtilmiştir. Her türlü bu haberi duyan halk işin içinde “Uzak geçmiş, kafası karışık bilim insanları, uzaylılar” gibi şeylerin olduğunu duyunca her türlü bu gizemli objenin insan-yapımı olmayacağı sonucuna çoktan varmıştır. Sebebi de basittir: Çünkü doğal görünmüyor.
Peki doğal görünmeyen her eski şey illa Dünya-dışına mı aittir? Yanıtımız “hayır”. Özetle, 300 milyon yıllık kömürü kazmak için kullanılan aletlerden birinin küçük bir parçası kopup içinde sıkışmış olabilme ihtimaline sahiptir ve böyle bir şey birçok kez yaşanabilir. Ancak durum böyle olmasa bile, bu illa metal objenin Dünya-dışı olduğunu da göstermemektedir, bu sebeple “Uzaylılar yaptı” bir cevap sunmaktan öte onlarca soruyu da beraberinde getirmektedir.
ŞİST DİSKİ |
29°53'2.00"N 31°13'8.00"E
Sakkara'da 1936 yılında Mısır bilimci Brian Walter Emery Nil Deltası girişinde, Memphis’in batısında bulunan Firavun, Adjuib’in oğlu Prens Sabu’nun mezar kazıları sırasında, sıra dışı disk biçimli bir nesne ile karşılaştı. Dairesel yapısı, burgulu iç parçaları ve kırılgan yapısı ile oldukça sıra dışı olan bu disk biçimli nesne görenleri hayrete düşürmüştür. Şist Diski adı verilen ve ne olduğu nasıl yapıldığı anlaşılamayan bu nesne oracıkta keşfedilmeyi bekler vaziyette durmaktaydı adeta.
Şist Disk’i adı verilen bu ilginç disk ismini Yunanca’daki “Bölmeli” kelimesinden almıştır. Prens Sabunun mezar odası ulaşılması oldukça güç bir biçimde tasarlanmıştı. Mezar odasına inen bir merdiven yoktu ve her yer tavan dahil tamamen kum ve taş damarlardan oluşuyordu. Odaya inildiğinde etrafta çakmaktaşı, bıçak, oklar, birkaç bakır araç ve kase parçaları ile doluydu.
Birinci Hanedan dönemine ait olan bu gizemli diskin yaşının yaklaşık (M.Ö - 3000) li tarihlere dayandığı anlaşılmıştır. Üzerinde yapılan incelemelerde “orta dereceli metamorfik kayaların oyulması ile elde edildiği görülmüştür. Fizyolojik yapısında “mika, klorit, talk, hornblend ve grafit gibi lameller gibi minerallere rastlanmıştır.
Kazı alanında çok sayıda mezar nesneleri ortaya çıkarmasına rağmen Emery’nin asıl dikkatini çeken bu sıra dışı biçimli nesne olmuştur.
Mezar kazısı sırasında bulunan bu disk biçimli nesnenin boyutu yaklaşık 61 cm genişliğinde, ortasında bulunan dairesel çıkıntının yüksekliği 10.6 cm dir. Çok hassas bir biçimde çok kırılgan bir kayadan oyulmuştur.
Biçim olarak üç parçalı ve sarmal "kürek" benzeri eğrilerden meydana gelmektedir. Bu üç sarmalın etrafı dairesel bir çemberle çevrelenmiştir. Görünüşü ilk bakışta bir araba jantını yada bir araba direksiyonunu çağrıştırmaktadır. Merkezindeki çıkıntıda dairesel bir delik açılmış, sanki ortasına bir mil parçasının monte edilmesi için özellikle oyulmuş gibi durmaktadır.
Bu detay bize, orta kesimindeki bu oyuğun daha karmaşık bir mekanizmanın sadece ufak bir parçası olduğu izlenimini vermektedir. Bazı bilim çevreleri bu sıra dışı nesnenin bir tür tekerlek olduğunu iddia etseler de bu tezi çürüten en önemli bilgi yine tarihin ta kendisinden gelmektedir. Çünkü Antik Mısır’da tekerlek ilk defa M.Ö :1.640 yılında Orta İmparatorluğu'nun sonlarına doğru Prens Sabu’nun Hicsos’un işgali sırasında atlı savaş arabalarının kullanımı sırasında ortaya çıkmış ve kullanılmıştır. Fakat bu nesne 1400 yıl kadar öncesine aittir. Bu tarihleme doğru ise böyle bir tekerlek kullanımı söz konusu bile olamaz.
Bir kısım bilim çevresi ise bu ince işçilik ve büyük bir teknoloji gerektiren bu nesnenin tütsülük yada bir tür aydınlatma için kullanılan bir çeşit şamdan olduğunu düşünmektedirler.
Günümüz bir çok bilim adamı ise bu nesneyi yakından incelemiş ve bu nesnenin NASA’nın kullandığı uzay roketlerinde bulunan bir tür ateşleyici sistemin bir parçasına çok benzediğini tespit etmişlerdir. Fakat buna rağmen bile bu 3 bölmeli disk’in tam olarak ne olduğu şuan bile anlaşılabilmiş değildir.
SÜMER YILDIZ HARİTASI - MÖ 3300 |
19. yüzyılın sonlarında Irak Ninova'daki Asurbanipal kütüphanesinden kurtarılan Sümer tabletinin Asur kopyası olarak kabul edilen bu parça MÖ. 3300 yılıyla eşleşmiştir. Üstündeki çivi yazısı işaretlerinin bazıları mükemmel biçimde korunmuş olmasına karşın, tableti deşifre etme işine girişen az sayıda bilgin "En Kafa Karıştırıcı Mezopotamya Belgesi" diyerek işin içinden çıkamamıştır.
1912'de, o sıralarda British Museum'daki Asur ve Babil antika eserleriyle ilgili müze müdürü olan L.W. King, sekiz parçaya bölünmüş olan diskin titizlikle bir kopyasını çıkarmış,hasar görmemiş kısımların diğer herhangi bir kadim el sanatı ürününde görülmemiş geometrik desenler taşımakta olduğunu ve bir hayli büyük bir kesinlikle tasarlanarak çizilmiş olduğunu görmüştür: Oklar, üçgenler, kesişen çizgiler ve hatta dahaönceden kadim zamanlarda bilinmediği düşünülen bir geometrik matematiksel eğri olan bir elips içermekteydi bu işaretler.
Ernst F. Weidner ilk kez 1912'de yayınlanan bir makalede "Babyloniaca: Zur Babylonischen Astronomie" ve sonra da başlıca ders kitabı "Handbuch der Babylonischen Astronomie'de" (1915) tableti derinlemesine inceleyip bir anlam çıkmadığı sonucuna varmıştır.
Weidner çeşitli kısımlar içine yazılmış olan geometrik şekiller ve yıldızlar veya gezegenlerin adları (anlamları ve amaçları açık olmasa da) okunabilir veya anlamlı iken, ( birbirine 45 derece açıyla uzanan) çizgiler boyunca yazılmış olanlar bir anlam ifade etmediği için çaresiz kalmıştı. Bunlar hiçbir değişikliğe uğramadan Asur lisanında tekrarlanan bir dizi heceden oluşmaktaydı. Tüm bunlar neticesindeki başarısızlığı nedeniyle Weidner plâkanın hem astronomik hem de astrolojik olduğu ve tekrarlanan heceler içeren diğer birkaç metin gibi şeytan çıkarmada kullanılan büyülü bir tablet olarak kullanıldığı sonucuna varmış, böylece, bu eşsiz tabletle daha fazla ilgilenilmesini önlemiştir.
Tablet, bir "Astrolabe", bilinen ilk astronomik bir araçtır ve içeriği gökyüzü ile birebir eşleşmiştir. Alan Bond'un ve Mark Hempsell'in yazmış oldukları kitaptaki tezleri sonucunda bu tablet 2008'den beri "A Sumerian Observation of the Kofels' Impact Event." olarak
Bilim dünyasının tablet hakkında çok farklı görüşleri bulunsa da bizlere göre kırılgan yapıdaki bu yıldız haritası başka bir metalden yapılma aslının sadece bir kopyasıdır. Bu kopyayı insanlar yapmış olsa da aslının insanlara hizmet etmediği çok açıktır. O dönemde uzay yolculukları yapabilen ve Sümer'de "Anunnaki", Mısır'da "Neteru yani Muhafızlar", Tevrat'ta "Nefilimler" olarak belirtilen türe aittir.
Kaynaklar:
Zecheria Sitchin, Onikinci Gezegen
http://www.bibleandscience.com/store/catalog/product_info.php?products_id=344
http://www.lexiline.com/lexiline/lexi249.htm
http://historicconnections.webs.com/mesopotamia.htm
Öğrenim Teknolojileri Milton D. Heifetz'in çalışmasıyla, MÖ 3300 deki göklerin şekli ortaya çıkarılmış ve Orion Sistemi merkezli bu harita Sümer Yıldız Haritasıyla birebir eşleşmiştir.anılmaktadır.
Ancak tablette yazılanlar, Asurca sözcük işaretleri olarak değil de Sümerce sözcük-heceleri olarak okunsaydı tamamen farklı bir anlam kazanacaktı ve çözümün kapısı aralanacaktı. Tabiki de o dönemde tabletin Sümerce'den Asurca'ya kopyalandığının tahmin edilmesi zordu.
Parçalardan birine baktığımızda (I diye numaralandırabiliriz), eğer buhece sözcüklerin Sümerce anlamlarını girersek şu şekildeki anlamsız heceleri
na na na na ana a na nu (aşağı inen hat boyunca)
şa şa şa şa şa şa (dairenin çevresi boyunca)
şam şam bu bur Kur (yatay hat boyunca)
kelimenin tam anlamıyla anlam kazanmaktalar.
Tabletin Sümerce okunmasıyla tanrı Enlil'in "gezegenlerin yanından giderken" gittiği yolu işaretleyen ve bazı operasyon talimatları da içeren bir yol haritası olduğu görülmüştür. 45 derece eğimli çizgi, uzay gemisinin "yüksek yüksek yüksek yüksek" bir noktadan "buhar bulutları" içinden geçip, buharsız olan daha aşağıdaki bir bölgeye, gök ve yerin buluştuğu bir ufuk noktasına doğru alçalışını belirtiyor gibi görünmektedir.
Ufuk çizgisine yakın göklerde, astronotlara verilen talimat anlamlıdır: Son yaklaşma için cihazlarını "kur kur kur"maları söylenir; sonra yere yaklaşırlarken aracı yavaşlatmak için " roketler roketler" ateşlenir, ama anlaşılan konma noktasına varmadan önce yükseltilmelidir ("yığma") çünkü yüksek veya engebeli bir araziden("dağ dağ") geçmek zorundadır.
Bu parçada sağlanan bilginin Enlil'in bizzat yaptığı bir uzay yolculuğu ile ilgili olduğu açıktır. Bu ilk parçada, bizlere bir açıda dönen bir çizgi ile bağlanan iki üçgenin kesin geometrik bir eskizi verilir. Çizgi bir rotayı temsil etmektedir zirayazı, eskizin "ilâh Enlil'in gezegenlerin yanından" nasıl gittiğini gösterdiğini açıkça belirtmektedir. Başlama noktası soldaki üçgendir; güneş sisteminin daha uzak kısımlarınıtemsil eder; hedef bölge sağdadır, yani tüm parçaların iniş noktasına doğru birleştikleri yerde.
RUSYA URAL DAĞLARI PETROGLİFLERİ |
Ana akım bilim adamlarına göre bu var olmamalı! Rusya'daki Ural bölgesinin en büyük gizemlerinden biri, bir dizi "gelişmiş kimyasal yapı" yı tasvir eden 5.000 yıllık petrogliflerdir. Ama binlerce yıl önce eski medeniyetler onları nasıl biliyordu?
Rusya'nın Ural bölgesinde bulunan sayısız gizem arasında, Tagil Nehri, Neyva Nehri, Rezh Nehri, Yurozan Nehri ve yakınlardaki diğer sitelerin kıyılarında bulunan esrarengiz petrogliflerle dolu geniş bir alan var. Orada, birkaç kayanın üzerinde, kadim insanlar bir dizi ilginç figür ve geometrik şekil tasvir ettiler. Büyüleyici petroglifler, kuzeyden güneye 800 kilometrelik geniş bir alana yayılıyor.
Ana akım arkeologlara göre, karmaşık rakamlar 4.000 ila 5.000 yıl önce oluşturuldu. Ama onlar hakkındaki en ilginç şey yaşları değil oldukça etkileyici olsa da bazılarının temsil ettiği şey. petroglifleri inceleyen birçok Meraklı araştırmacı, bunların dünya çapında çok sayıda kaya resminde var olduğu bilinen bir dizi antik sanat olan harfler, semboller ve hayvanların bir karışımı olduğuna inanıyor.Ancak daha yakından incelendiğinde, bazı semboller ile karmaşık kimyasal formül arasında inanılmaz bir benzerlik olduğunu fark edeceksiniz.
Ural petrogliflerinin varlığı, tıpkı şimdiki nesilleri etkiledikleri gibi önceki nesilleri de etkilemiş ve yüzlerce yıldırda bilinmektedir. Aslında, Çar Peter, yazar Yakov Losyov'a 1699'da sitelere gitmesini ve petrogliflerin tam bir kopyasını yapmasını emretmişti.Ancak Rus araştırmacı Vladimir Avinsky, Atom, Moleküler ve Optik Fizikçi, petroglifleri analiz edene kadar petrogliflere pek önem verilmedi. Avinsky, 5.000 yıllık petroglifler ile bazı ileri kimyasal bileşiklerin formülleri arasında inanılmaz bir benzerlik keşfetti. Fakat kadim insanlar bu bilgiyi binlerce yıl öncesinden nereden aldılar?
Dr. Avinsky'nin görüşüne göre, Ural petroglifleri, organik kimyada kullanılan zincirler ve çokgenler gibi kaya üzerinde tasvir edilen karmaşık kimyasal formüllerin tasviridir.Gizemli zikzak şekiller, sivri uçlar ve diğer atipik geometrik formların balık ağları ve hayvan tasvirleri olduğu düşünülüyordu, ancak arkeoloji topluluğu tam olarak aynı fikirde değil. Ancak Dr.Avinsky, Ural bölgesinde tasvir edilen gizemli sembollerin ve zincirlerin, polietilen gibi iyi bilinen kimyasal formüllere ürkütücü bir şekilde benzediğini belirtiyor. Yukarıda bahsedilen, Urallarda tasvir edilen tek iddia edilen kimyasal formül değildir. Nehir kıyısında bulunan bir başka figür ise bir bal peteğine benziyor. Kadim insanlar, altıgenler çizdikleri ve altıgenleri birkaç çizgiyle genişlettikleri birçok geometrik şekli tasvir ettiler. Geleneksel bilim adamları anlamlarını açıklayamadılar. Bununla birlikte, Avinsky'ye göre, "bal peteği" olarak adlandırılan şekiller aslında grafit gibi kimyasal yapıların tasviridir.Bir dizi garip sembolü de tasvir eden başka petroglifler de var ve bunlardan birinin antibiyotiklerin kimyasal yapısını temsil ettiğine inanılıyor. İlginç bir şekilde, V.I. Avinsky esrarengiz Ural piktogramlarını bir dizi kimyagere gösterdi. Birçoğu, birçok kimyasal formüle son derece benzer olduğu konusunda Avinsky ile hemfikirdi.
Avinsky, binlerce yıl önce eski insanların bunu bilemeyeceğini ve bilmemesi gerektiğini iddia ediyor, ancak Ural bölgesinde bulunan petroglifler ürkütücü bir şekilde günümüzün kimyasal yapılarına benziyor ve bu sadece bir tesadüf olarak değerlendirilemez ve görülmemelidir.Sözde Ural piktogramlarının nasıl ortaya çıktığı, Ural Bölgesi'nin en büyük arkeolojik gizemlerinden biri olarak kaldı.bu bilginin eski uygarlıklardan aktarılmış olabileceği konusunda birçok araştırmacı ile hemfikir.
20 000 YILIK TRAFO !!! |
Bir fotoğrafçı ve araştırmacı olan Ismet Smiley, Shar-Planina dağ sırtı (Pechora Gora) alanındaki Kosova topraklarında, insan medeniyetinin resmi tarihine uymayan gizemli bir eser keşfetti.
Elektromanyetik bir bobin inşa edildiği sıradışı bir şekil taşıdır. Bakır tellerin bobini kesilmiş oluğa basit bir şekilde yerleştirilmez, ancak taş erimiş gibi taşla bir bütün oluşturur ve daha sonra bir transformatör oluşturmak için gerekli şekli verir.
İsmet, naliz için bir taş örneği verdi ve bu taşın 20.000 yıldan daha az olmadığı tespit edildi. Taşa ek olarak, bakır telli bobin, yapı, bileşimi çevre malzemeden farklı olan ve bir oymaya benzer bir dairede dışbükey bantlara sahip olan bir yalıtkan içerir ve aynı zamanda bobin kendisi gibi bir taşa kaynaşır. Taşın diğer tarafında, büyük olasılıkla teller için delikleri temsil eden ve transformatörden (faz) alınan enerjiyi toplayan 4 simetrik olarak yerleştirilmiş açıklık vardır.
Yüzyılların derinliklerinden gelen bu gizemli eser, insan medeniyetinin kökenine ışık tutabilir, tabii ki, resmi olarak 20.000 yıl önce üretilen bir elektrik transformatörü olduğunu doğrulayacak bilim adamları tarafından keşfedilirse. Sadece bilim adamlarının gizemli bulgular hakkındaki gerçeği anlatmak ve hatta tüm dünyaya anlatmak isteyeceklerine gerçekten inanma.
İsmet, bu eseri bilim insanlarına vermeyi planladığını ve bu eseri bir daha asla görmeyeceğimiz ve bu çalışmaların sonuçlarını okuyamayacağımız ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Belki de bu sansasyonel keşfi yapan kişi aniden aniden hastalanır veya yolu kırmızı ışığa geçmeye başlar…
Shar-Planina Dağı, Balkan Yarımadası’ndaki en büyük dağlık alanlardan biridir. Uzunluğu 200 kilometreden fazla ve bu sırt, belli bir anlamda tüm bu bölgeleri aynı anda geçerken Makedonya, Kosova ve Arnavutluk’u birleştiriyor.
Dağın adı Arnavutça’dan “karışık dağ” olarak çevrildi. Shar-Planina sıradağlarının en yüksek noktaları tepedir – Titov-Vrkh ve Turchin, yüksekliği 2700 metreyi aştı. Sırtın dibinde kristal şistler, kalkerler ve dolomitler, karst manzaraları ve mağaralar bulunur.