ÇÖZÜLMEYEN BULMACA |
27° 6'49.52"G 109°21'50.08"B
Paskalya Adası, araştırmacıların yüzyıllardır süren çalışmalarına rağmen sırlarını saklamaya devam ediyor. ada, Paskalya adasına en yakın yerleşim merkezleri olan Tahiti ve Şili kıyılarından 3 bin 600 km açıkta bulunuyor. Bu özelliğiyle, dünyanın karaya en uzak noktası unvanına sahip. Paskalya Adası’nın gövdesini 507 metre uzunluğundaki Terevaka yanardağı oluşturuyor. Doğusundaki Poike ve güneyindeki Rano Kau yanardağlarıyla üçgen şeklini alan ada, okyanus tabanından yükselen 3000 metre yüksekliğindeki bir yanardağdan farksız
.Ada, dünyanın en izole yerlerinden birisinde bulunur Güney Pasifik'te, üçgen biçiminde bugün üzerinde ağaç kalmamış volkanik bir kara parçasıdır., Adanın tarihi ve barındırdığı medeniyetler hakkında çok sayıda teori ortaya atılıyor. Ancak, kıyı şeridi Moai" adı verilen dev antik heykellerle kaplı adanın on bin ayıl öncesine uzanan karanlık tarihi hala aydınlanmış değil. Eski çağlarda " Tepito o te Henua" yani “Dünyanın Merkezi” olarak adlandırılan ve antik uygarlıkların nasıl yok olduğuna ait sırlar barındıran adanın gizemi çözülemeyecek gibi görünüyor. Her yanda bitmiş, yarısı bitmiş ya da henüz başlanmış heykeller yatay ve dikey olarak serili durmaktadır. Bir köşede kumun içinde dev bir burun yükselmekte, bir başka köşede hiçbir ayakkabının uymayacağı kocaman bir ayak, daha bir başkasında da soluk almaya çabalarmış gibi duran bir yüz görülmektedir.
Ada modern günümüzdeki ismini Paskalya bayramı arifesine denk gelen 5 Mayıs 1722’de Hollandalı denizci Jacob Roggeveen tarafından, ilk kez ayak basılmıştı ve adaya paskalya adası denildi Roggeveen ve denizcileri, dört bir yanı dev insan heykelleriyle dolu adada yaşayan yerlilerin neredeyse çıplak olduğunu gördü. Akıllarına gelen ilk şey, yüzlerce heykeli bu ilkel insanların yapmış ve kıyıya dizmesinin imkansız olduğuydu.Roggeveen şöyle yazdı: “bu taş heykeller hepimizi çok şaşırttı; çünkü bu insanların, tam 9 metre yüksekliğinde ve aynı oranlarda kalın bu heykelleri nasıl dikmiş olabileceklerini bir türlü anlayamadık.” 52 yıl sonra Kaptan James Cook güney Pasifik’te eskiden beri varolduğundan kuşkulanılan bir kıtayı ararken Paskalya Adasına da kısa bir süre uğramıştı. Cook da hayretler içindeydi: “Her türlü mekanik güce yabancı olan bu adalıların, nasıl böyle muazzam yapılar dikebildiğini ve daha sonra başları üzerine büyük silindirik taşlar yerleştirebildiğini aklımız almadı”.
GİZEMLİ HEYKELLERİN ÖYKÜSÜ |
Bugün ada, ada halkı ve dilleri yöresel olarak Rapa Nui adını taşırlar. Adalıların kökeni hakkında sürdürülen ilgi o kadar büyüktür ki tartışmalar neredeyse kavga boyutuna ulaşır. " Kon Tiki "nin babası gezgin Norveçli araştırmacı Thor Heyerdahl, 1950’lerde Paskalya Adası’nda Güney Amerikalı yerlilerin yaşamış olduğu görüşünü ileri sürdü. Heyerdahl,
1958 yılında yayımladığı “Aku Aku” adlı kitabında, Paskalya Adası’nın çeşitli yerlerindeki platformların üzerinde dikili bulunan 974 heykeli tek tek incelediğini yazmıştır. Ancak, adada bulunan kemikler üzerinde yapılan DNA analizleri, halkın Pasifik Okyanusu’ndaki adalardan gelen Polinezyalılara ait olduğunu gösterdi. Bir mezarda yapılan karbon testi ise adaya ilk olarak 318 yılında ayak basıldığını ortaya koydu. Adanın en önemli gizemi moai heykelleriydi. Bu heykeller, adanın çevresini yaklaşık 1.5 km aralıklarla çeviren “ahu” adındaki taş platformlara dikildi. İlk zamanlarda, adanın çevresini saran yaklaşık 250 ahu üzerinde 288 moai bulunuyordu. Ayrıca, 600 moai adanın dört bir yanına dağılmış bir halde tamamlanmadan bırakıldı. 1952 yılında yayınladığı AKU-AKU adlı kitabında heykelleri yapanların Peru dan kaçanlar olduğunu ileri sürerken, Rapa Nui ile İnka sanatı arasında ilişki olduğu görüşündedir Bazılarına göre ada, batık bir kıtarıın son kalıntısıdır veya dünyadışı bir zeka İle mitolojik bir ilişki içindedir.
Hancock’un Elinden Kutsal Yerlerin Matematiksel Konum Hesapları: Rapa Nui isminin yanı sıra, Paskalya Adası’nın antik isimlerinden biri “Te-Pito-O-Te-Henua”. Anlamı, “Dünyanın Merkezi”. Bir diğer ismi de “Mata-Ki-Te-Rani”, yani “Cennete Bakan Gözler”. Bazıları, günümüz araştırmacıların göz ardı ettiği mitolojik bilgiler dikkate alındığında, Paskalya Adası’nın binlerce yıl önce var olan ve gözlemevleriyle gökyüzünü araştıran antik bir uygarlığa ev sahipliği yaptığını öne sürüyor. Hancock, “Cennetin Aynası” adlı kitabında, Paskalya Adası’nın büyük tufanlardan önce yaşamış bir uygarlığın evi olduğunu ve çok önemli bir konuma sahip olduğunu belirtti. Bu özel konum, dünyadaki kutsal yerlerin matematiksel yerlerini mükemmel bir şekilde gösteriyordu.
Antik Gözlemevi Ağı: İki diğer araştırmacı, Christopher Knight ve Robert Lomes, Paskalya Adası’nın konumunun neyi ifade edebileceğini araştırdı. “Uriel’in Makinesi” adlı kitaplarında, Paskalya Adası’nın “küresel bir gözlemevi ağının parçası olduğunu” belirttiler. Onlara göre, bu gözlemevleri gelecekte yaşanacak meteor çarpmaları ve yer tabakalarının hareketiyle gerçekleşecek felaketleri önceden tespit etmek için kullanılıyordu. Ortaya atılan teori şuydu: Efsanelerde anlatıldığı gibi M.Ö 13 ve 8’inci yüzyıllar arasında yaşanan sel felaketleri, buzulların erimesinden kaynaklanmadı. Tersine, sayısız uygarlığı yok eden felaketlerin nedeni, kozmik cisimler ve kuyruklu yıldızlardı.
Bu felaketler ise şunlardı: Atlantis’in sular altında kalmasına neden olduğu düşünülen sel felaketinin yaşandığı M.Ö 9600’da, kozmik bir cismin Güneş Sistemi’nden geçmesi Dünya’da çok büyük depremlere neden oldu.
2- M.Ö 7640 yılında Dünya’ya yedi kuyruklu yıldız çarptı. Çarpmanın etkisiyle hızı saatte 700 km’yi bulan, 5-8 km uzunluğunda dalgalar, yanardağ patlamaları ve depremler tüm Dünya’yı sarstı. Sonuç olarak, Yontma Taş Devri’nin öncesine rastlayan bu iki olay, bir zamanlar kıyı bölgelerine kurulu şehirleriyle Pasifik Okyanusu’nda var olmuş bir ada uygarlığını da yok etmiş olabilir. Yani Rapa Nui’yi. Tüm bu bilgiler, 12 bin yıldan daha eski bir tarihte sel sularıyla yok olduğu düşünülen Mu ve aynı kaderi paylaşan Atlantis’in yanı sıra, her ikisine benzeyen bir diğer önemli medeniyetin daha var olmuş olabileceğini gösteriyor Birçok antik uygarlık gibi, gökyüzünü anlamaya çalışmak için astronomi alanında çok gelişmiş olduğunu tahmin edebileceğimiz bu uygarlık, Pasifik Okyanusu’nun binlerce metre derinliğinde saklı olabilir.
Bitirilmeden bırakılan 600 moai, Paskalya Adası’ndaki uygarlığın ne şekilde sona erdiğini gösteren önemli bir ipucu oldu.Jared Diamond’a göre, Paskalya Adası’na ilk ayak basan insanlar, asırlar sonra adanın kaynaklarını tüketme noktasına getirdi. 15. yüzyılın başından itibaren adadaki verimli topraklar ve ormanlar yok oldu, ırmaklar kurudu ve kuşlar adayı terk etti. Bu durum önce kıtlığa, ardından yamyamlığın ortaya çıkmasına sebep oldu ve halkı bir arada tutan liderler ve dini sınıf aç kalan halkın üzerindeki kontrolünü kaybetti. 17 ve 18’inci yüzyıllarda yaşanan klan savaşları nüfusu azalttı. Son olarak, Avrupalıların suçiçeği ve dizanteri getirdiği adada, halk hastalıklardan öldü, bir kısmı öldürüldü, diğerleri ise köle edildi ve uygarlık bu şekilde çöktü. Fransız antropolog Alfred Metraux’a göre, Paskalya Adası uygarlığı, 1862 ile 1870 yılları arasında tamamen ortadan kalkmıştır.
Arkeolojik olarak adanın Polinezyalılar tarafında keşi MS. 400 civarlarındadır. Hotu Matua'nın mitolojisine göre, ondan sonra adada etkin ama bulmaca bir kültür gelişmeye başladı. Heykellere bakılırsa, adalılar Okyanusya'nın tek yazısı olan " Rongo Rongo" yazısını biliyorlardı.Aynı yazıya, petroglph'larda ( mağra duvar yazıları), geleneksel ağaç oymacılığın' nda, tapa'larda ( ağaç kabuğu kumaşlar) el aletlerinde, dövmelerde rastlanır.Üzerlerinde Rongo Rongo yazısı bulunan.tahta tabletlerin hala tamamına yakını çözülmüş yada anlaşılmış değil.
YENİ BİR YAKLAŞIM GERÇEĞİN IŞIĞI MI?
|
Gizemli Moai heykelleri, adanın kıyılarından öteye sonsuz okyanusa doğru dik dik bakarken. Sırlarını yüzlerce yıldır, saklıyorlar; Araştırmacı Alan Malford, yıllarca sürdürdüğü dünya çapındaki bir çalışmayı henüz bitirmiş ve eski kültürlerin gizemlerinin ve de arkeolojik bilmecelerinin makul çözümlere ulaşabileceğini araştırıyor. Kabul gören bir yaklaşım olarak, Moailer, genel olarak adadaki insan yaşamının en eski evresinde yapmışlardır ama Malford soruyor; bunu kanıtlayan bir kazı yapıldı mı;? Her ne kadar, MS 4OO ler doğru tarih olarak görünüyorsa da bunun için de radyokarbon deneyleri yapılmamış.
Doğuda. 2.300 mil uzakta bulunan Güney Amerika 'daki antik Kültürlerin hiç birisinden adalıların yararlandığını söylemek mümkün gözükmüyor. Yani Paskalya Adası insanlarının bir başka yerle tarihsel bir ilişki içinde olduklarını kanıtlayacak bir şey ortada yoktur. Buna karşı Malford, adanın gizeminin dünya çapında üretilen antik yerler ve uluslar bilinmeyenin fobisinden kaynaklandığı görüşünde diyor ki; "Geniş bir açıdan bakıldığında, heykeller ve üzerinde durdukları taş platformlar kusursuz oyulmuştur ve bize yapımcılarının kimlikleri hakkında ipuçları verirler. Adalıların taş işçiliğinin dayanıklılığı özellikle Bolivyadaki Tiahuanacu ile Peru'da ki Ollantaytambo 'yu hemen akla getiri Taş' ların kesimi ve montajı üslup olarak aynıdır veya aynı modadır. Yani taşların birleştikleri ek yerlerine bir jilet dahi sokulamaz. Uzmanlara veya bağımsız kültür savunucularına göre bu işçilik bağımsız ve gelişmiş Paskalya insanlarına aittir. İyi ama, iki bağımsız kültür nasıl oldu da, kayaları sıcak bir bıçakla tereyağı keser gibi dilimlemeyi öğrendiler bilimden beklenen bilimsel kimliğin güvencesine sığınarak laf üretmek değil, ciddi kanıtlardır Buradaki kurala ben "Occam Razor" diyorum.( Occam Razor felsefedeki uydurmak hipotez gerektirmez, kuralıdır)
İŞLERİNİ BIRAKIP BİRDEN YOK OLDULAR |
En çok sorulan sorulardan biriside, Niçin birileri büyük sıkıntılara girerek yüzlerce Maoi heykellerini kıyı boyunca diktiler ve heykellerin kafalarına büyük bir dikkatle onar tonluk şapkaları yaptılar? Malford buna'da cevap veriyor, "iki cevabım var birincisi o insanlar uzaklık korkusunu sembolleştirdiler. Veya kurtarılmayı bekleyenlerin geçen gemiye işaret vermesi örneğinde olduğu gibi birilerinin dikkatini çekmek istediler. Asıl soru, heykelcilerin adadan ne zaman kayboldukları taş ocaklarını terk ederek çalışmalarını yarım bırakıp, aniden gitmişler.
Bir senaryo üretelim; yukarıdaki örnekteki gibi, diyelim ki açık denize işaret verdiler ve kurtarıldılar. Ama bir gurup taş ustası bu kadar uzak bir yerden ta Güney Amerika kıyılarına neyle gittiler? Yani ben klasik Arkeolojinin iki ayrı yer arasında bir ilişki var iddialarına katılmıyorum. Sorunun içinde bir paradoks saklıdır; bir tanıma göre, ortada dünya çapında tarih öncesi bir kültür vardır. Buna Atlantea'lılar denmekte veya birilerine göre tanrılar. Adı ne olursa olsun. Bolivya daki Tiahuanacu, anahtar kenttir burada kalay işçiliği yapılmış ve maden cevheri değerlendirilerek bronz üretilmiş bir endüstri kültürü yaşanmıştır ( Bronz % 85 bakır % 15 kalay dan elde edilir ama bu oluşum çok güç bir işlem gerektirir. Tiahuanacu dünyanın en zengin kalay rezerv kuşaklarının bulunduğu yerdir ) Bir diğer ilginç ama minik bir varsayım ise taşların hava yolu ile taşınmış olduğudur. Bunun fiziksel bir kanıtı olduğu da söyleniyor
Paskalya adasının tarihi için pek çok açıklama ve kuram bulunmaktadır. On günlük araştırmalarım sonunda, geçmiş günlerde adada ne olduğunu kesinlikle ortaya koyamayışım doğaldır. Ama ne olmadığını gösterecek birtakım deliller bulduğumdan eminim. Günümüz Rapanuilerin ataları, kuşaklar boyu süren güç ve yorucu çalışmalar sonunda,sert volkanik kayaları işleyerek bugün dünyaca tanınan heykelleri yaptıklarını ileri süren bir kuram vardır. Kendisine büyük saygı duyduğum Thor Heyerdahl, Aku-Aku adlı kitabında, taş ocaklarında karmakarışık durumda atılmış olarak bulduğu yüzlerce taş aracı anlatmaktadır. Heyerdahl bu ilkel araçlara bakarak, bilinmeyen bir sayıda insanın bu heykeller üzerinde çalıştıktan sonra, şu ya da bu zamanda işlerini birdenbire bıraktıkları sonucuna vardı. Araçlarını bir yana fırlatıp atmışlar ve bir daha ellememişlerdi.
Heyerdahl, adalılardan kalabalık bir grubun yardımına başvurmuş, orta boy bir heykeli tahta kirişler ve ilkel ama, başarılı bir teknik aracılığıyla on sekiz günlük bir çalışma sonucunda dikine oturtmayı başarmış, sonra da yüz kişiye iplerle çektirerek taşıtmıştı Bu durumda bir kuram, uygulamada kanıtlanmış oluyordu! Bununla birlikte, dünyanın dört bir yanındaki arkeologlar bu örneğe tepki gösterdiler. Her şeyden önce, diyorlardı, Paskalya adasında hiçbir zaman yeterince insan ve taş işçilerini besleyecek yiyecek bulunmamıştır. Sonra da, adalıların ellerinde yapı malzemesi olarak ( yuvarlama işlemi için) tahta olduğunu gösterecek herhangi bir buluntu ele geçmemiştir.
bağımsız heykellerin oyulduğu boşluklar 1.84 metreye ulaşıyor, bu oyukların uzunluğu yer yer 32 metreye varıyordu. Hiç kimse böylesine dev Iav parçalarını küçük ilkel araçlarla bulundukları yerlerden koparmış olamazdı. En mükemmel cevaplarla dahi tatmin edilemeyen biri olarak, ben böylesi bir mesafeden ilkel taş aletlerle kaskatı lav kitlesinden yontular yapılabileceği oldukca kuşkuludur Ortalama bir moai’nin 4,5 metre uzunluğunda ve 14 ton ağırlığında olduğu düşünüldüğünde, bu heykelleri kıyı şeridine çekebilmek için 50 ile 150 kişinin çalışması ve çok sayıda ağaç gövdesi kullanılması gerekiyordu. Geçmiş zamanlarda bu heykelleri uzaylıların koyduğu teorisi bile yapılmıştır.
Biz de elimize geçen en büyük taş parçalarıyla kayalar saldırdık. Birkaç yüz darbeden sonra "araçlarımızdan yalnızca tahta parçaları arta kaldı; oysa kayada bir iz bile yoktu. Taş araç kuramı, çağımıza yakın günlerde yapılan küçük heykeller için geçerli olabilir; ancak Paskalya adasını ziyaret eden pek çok kişi, bu kuramın, dev heykellerde kullanılan hammaddenin volkanik kayalardan çıkarılmasına hiçbir biçimde uygulanamayacağı tanısındadır. Rano Raraku krateri, bugün de, çalışır durumdayken ansızın terk edilmiş dev bir heykel tıraş atölyesini andırmaktadır.
Başkan Ropo, biz kayaya bütün gücümüzle saldırırken, bir köşede durmuş sürekli başını sallıyordu. " Ne gülüyorsun? " diye sordu arkadaşım Hans Neuner, " senin ataların da böyle yapmamış mıydı? Ropo ağzını yayarak sırıttı. Yüzünde kurnaz bir ifadeyle: " Arkeologlar öyle diyor ," diye mırıldandı.
Bugüne kadar hiç kimse, yiyecek bulmakta bile güçlük çeken bir avuç Polinezyalının, 600'e yakın heykel yapmak için neden büyük acılara katlandığını açıklayamamış Hiç kimse taş blokları sert lav tabakalarından koparmakta kullanılan çok gelişmiş teknik konusunda bir tek ipucu bile verememiştir. Ve hiç kimse, Polinezyalıların ( heykelleri yapan onlarsa ) neden heykellerin yüzlerine, adada herhangi bir modeli bulunmayan biçim ve ifadeler verdiğini açıklayamamıştır:
Paskalya Adası heykellerin biraz hayvanca, biraz ahmakça görünen suratları, Dünyada hiçbir kültür çevresine uymamaktadır. Ne bugünkü Meksika'daki Tııla heykelleriyle bir yakınlığı vardır ne aynı ülkenin ovalarındaki şiş dudaklı, yayvan burunlu, kafaları miğferli heykelleriyle, hele Mayaların ve Ant Dağları halklarının yumuşak dudaklı, çukur yanaklı, kartal burunlu profilleriyle yakınlığı söz konusu bile edilemez. Ada halkının yumuşak yüz çizgileri, bütün Polinezyalılar gibi yassı burunları, siyah saçları, hafifçe şişkin dudakları var dır. Gözleri badem biçimindedir, çeneleri yuvarlakçadır.Buna karşılık heykellerin sımsıkı kapalı incecik dudakları uzun sivri burunları, derine kaçmış gözleriyle daha çok robotta benzer donuk suratları vardır.
Yani adalıların atalarından bambaşka şeylerdir.O halde Paskalya Adalılar taş heykellerde kimi anlatmak istemiş olabilirler? Bir önderlerini mi? Çok değer verdikleri atalarının soyu tükenmiş ırkını mı? Böylesine derin saygı gösterdikleri kimlerdi? Hayır, bunlar olamaz. Bu eserleri yapmaya onları iten hangi hangi dürtüdür? Yerliler bu küçücük adalarına "Dünyanın göbeği" diyorlar Böyle bir adın konulması, ancak başka ülkelerin varlığının bilinmesiyle olabilir. Oysa Paskalya Adası'nın bin beş yüz kilometre çevresinde minik bir adadan başka kara parçası yoktur, Ondan sonra da git gidebildiğin kadar, hiçbir kara görülmez. Hiç kimse heykellerin kimleri temsil ettiğini bilmemektedir.
Thor Heyerdahl bile! Heyerdahl'ın, heykellerin taş araçlarla yapıldığını ileri süren kuramı reddetmem ve bunun tam tersini kanıtlamak, yani heykellerin bu yolla yapılmış olamayacağını göstermek için birkaç yüz taş aracı kullanmam cüretli bir davranış gibi gelebilir. Söz konusu kurama inanmak güç olduğuna göre, işte benim açıklamam;
Elbette her zamanki gibi hayali görünüşte bir açıklama. Yüksek teknolojiye sahip birileri yada bir grup, "teknik bir aksaklık " yüzünden Paskalya adasına çıkmak zorunda kalmıştı. Grubun yüksek bir bilgi düzeyi, çok gelişmiş silahları ve dünyanın birçok yerinde görülen örneklerde olduğu gibi bizce bilinmeyen bir taş işleme yöntemleri vardı. Yabancılar aranmayı, kendi insanları tarafından bulunmayı ve kurtarılmayı umuyorlardı, ama en yakın kara parçası 4.000 kilometre uzaktaydı. Günler bomboş geçiyordu, Adada hayat gitgide sıkıcı ve tekdüze oluyordu. Bilinmeyen akıllı yaratıklar yerlilere, konuşmanın esaslarmı öğretmeye ve onlara yabancı dünyalardan, yıldızlardan, güneşten söz etmeye başladılar. Belki yerlilere ziyaretlerinin kalıcı bir anısını bırakmak, belki de kendilerini arayan arkadaşlarına işaret dikerek; yardımcı olmak amacıyla, volkanik taşlardan bir heykel yaptılar. Sonra daha başka heykeller de yaparak bunları taş kaideler üzerine diktiler ve uzaklardan görülebilmeleri için kıyı boyunca dizdiler. Sonunda kurtarıcıları çıkageldi.
Adalılar yeni başlanmış ve yarı tamamlanmış heykellerle baş başa kaldılar Bitime en yakın olanları seçtiler ve ellerindeki ilkel taş baltalarla bunları işlemeye çabaladılar. Ancak aylarca süren çalışmaları, kaya yüzüne oyulmuş heykel taslaklarının üzerinde "pire yeniği "nden öte bir iz bırakamadı. Sonunda adanın kaygısız sakinleri, ki bugün bile zorlu çalışmadan pek hoşlanmazlar, sonuç vermeyen çabaların bıraktılar ve araçlarını bir yana fırlatarak ilkel mağaralarına ve kulübelerine döndüler.
Bir başka deyişle, kayalarda iz bile bırakmayan taş araçlar asıl heykeltıraşlar tarafından değil, bu yerliler tarafından bırakılmıştır. Taş araçların, üstesinden gelinemeyen bir işten el çekişin delili dir . Ayrıca aynı yabancıların, Paskalya adasında olduğu gibi Tiahuanaco'da, Sacsayhuaman tepelerinde, Pisco körfezinde ve daha birçok yerdeişler yaptığı. Bu görüşe, aradaki uzaklıkları ileri sürerek katılmayanlar olabilir. Ancak o durumda asıl kuramımı göz önüne almamış olurlar Uzak geçmişte uzun mesafeleri değişik türlerde hava gemileri ile aşmayı bir sorun saymayan ve çok gelişmiş bir teknolojisi olan akıllı yaratıkların var olduğunu ileri süren bu kuramı savunan da yalnız ben değilim. Kuramımdan kuşku duyanlar olabilir, ancak bu kişilerin, asıl heykeltıraşlar için kayaları kesmenin çocuk oyunundan farksız olduğunu kabul etmeleri gerekir. Bu belki onlar için boş zamanlarını değerlendirdikleri bir çalışmaydı. Belki de kafalarında belirli bir amaç vardı. Bir gün bu heykel oyununda sıkılmışlar mıydı? Yoksa durmalarım belirten bir emir mi gelmişti? Her ne olursa olsun, ansızın kaybolmuşlardı. Bugüne kadar derin kazılar yapılmamıştır. Alt tabakalarda daha eskiye giden tarihlemeler yapmaya yarayacak kalıntılar bulunabilir. Adada Bilmeceyi çözebilecek ciddi arkeolojik incelemeler ise yapılmamaktadır.
HEYKELLERDEKİ ŞAPKALAR |
Adalıların Moai dedikleri heykellerin kafasında, Bir zamanlar ayrı bir ocaktan çıkarılan taşlardan yapıldığı ileri sürülen, kırmızı şapkalar bulunduğu bilinmektedir.Şapkaların çoğunun içi oyuktur. Bunları yapanlar taşıma güçlüklerini göz önüne alarak ağırlıktan kazanmak mı istemişlerdi? Şapkaların çakıl ve topraktan yapıldığı kabul edilirse, taşıma sorunu da kendiliğinden çözümlenmiş olur. Yuvarlak şapkalar, her zaman aşağılara dikilen heykellere doğru yuvarlanmışlardı. Bu ihtimal Başkan Ropo'yla tartıştığımızda, şapkaların çakıl çukurlarında yapıldıkları zaman çok daha büyük olduklarını ancak taşınırken sürtünme dolaysıyla genişliklerini kaybettiklerini sandığını söyledi.
Bu doğru olabilir, ama şapkalar bugün bile 7.60 metre çap ve 2.18 metre yükseklikleriyle hatırı sayılır büyüklüktedirler. Bunların yerden 10 metre yükseklikteki kafalarına yerleştirmek pek kolay olmasa gerek.Ancak kırmızı şapkalar bu garip heykellerin başına neden konmuştu Bugüne kadar Paskalya adası üzerine yazılıp söylenenler arasında bu konunun bir tek inandırıcı açıklamasına rastlayamadım. Bu yüzden kendi kendime şu soruları soruyorum.Adalılar başlık giymiş "tanrılar " mı görmüşlerdi? Heykellerde şapka-başlıklar bulunmayınca eksiklik sezmelerinin nedeni bu muydu? Kendi kendime yönelttiğim sorulardan biri de, Paskalya Adası heykellerinin niye hep kırmızı şapkalı olduğudur. Bunlar neyi simgeliyordu? Yerlileri bir zamanlar böyle kocaman kırmızı şapkaları olan birileri mi ziyaret etmişti? Ya da onlara başlıksız heykeller tamamlanmamış gibi mi gelmişti? Bunu anlaması gerçekten çok zor; çünkü adalılar, şapkadan filan vazgeçtik, üzerlerinde doğru dürüst giysi bile taşımıyorlar.
KİM BUNLAR |
Dünyanın dört bir yanımdaki tarih öncesi mağara resimlerinde görülen " başlık " ve " hale "lerle aynı anlama mı geliyorlardı? İlk beyaz adamlar Paskalya adasına ayak bastıkları zaman, Moailerin boyunlarında üzerleri yazılı tahta tabletler sallanıyordu, ama bu meraklı konuklar bile yazıların nasıl okunduğunu bilen bir tek adalı bulamadılar. Tahta tabletler sırlarını bugüne kadar açığa vurmamışlardır. Bununla birlikte eski Rapanuilerin, hayret verecek ölçüde Çince’ye benzeyen bir yazı türünü bildiklerinin delilidirler. "Tanrıların ziyareti"nden sonra gelen kuşaklar, ötekilerin öğrendiklerini unutmuşlardı. Harfler ve açıklanmayan simgeler petrogliflerin (kumsalı hali gibi kaplayan, üzerlerinde yazılar ve resimler bulunan yassı taşlar) üzerinde de vardır. Bu yarılmış ve çatlamış taşların çoğunun alanı 20 metrekaredir. Yerin düzgün olduğu her yerde bunlardan bir tane bulunur. Üstleri balık, tanımlaması güç ufak nesneler, güneş simgeleri, toplar ve yıldızlarla kaplıdır.Başkan Ropo daha iyi görebilmemiz için resimlerin üzerinden tebeşirle geçti. İşaretleri açıklayabilecek birinin bulunup bulunmadığını sorduğumda, anne ve babasının bile bu konuda bir şey bilmediklerini söyledi. Petrogliflerde astronomik bilgilerin gizlendiği kanısındaydı. Adadaki bütün tapınakların güneşe ve takım yıldızlara göre dizildiğini de belirttik Paskalya Adası, bugün siyasal bakımdan Şili'ye aittir. 118 kilometre kare yüzölçümü vardır, en yüksek yeri deniz yüzeyinden 615 metre yukardadır. Bu küçük ada volkanik kökenlidir; o nedenle de çok az bir ağaç varlığına sahiptir. Geçen yüzyılda durumun farklı olduğunu, adanın sık ormanlarla kaplı bulunduğunu okudum. Böyle bir şeyin olabileceğinden kuşkuluyum. Kraterlerin yamaçlarında binlerce yıl önce de tek ağaç yoktu; kraterler arası bölgede ise balta girmemiş bir orman içip yeterli alan bulunmamaktadır. Bilim adamlarının karşısına burada dikilen birinci sorun, çalışma tekniği oldu. Nasıl olmuştu da adalılar toplam altı yüzden fazla kocaman heykeli volkan taşından yontup yapabilmişlerdi?
Thor Heyerdahl, büyük bir azimle, bu sorunun cevabım aramaya koyuldu. Krater duvarındaki taş.. parçaları içinde yüzlerce ilkel alet buldu, bunlar gelişigüzel etrafa saçılmıştı. Çok sayıda ilkel aletin bulunması olgusundan, kaç kişi oldukları kestirilemeyen bir yığın insanın, burada taşçılık yaptığı çıkarımına vardı. Sonunda da bu Norveçli, bir grup adalıyla birlikte, yapımına başlanıp bırakılmış bir heykelin yontusuna girişti, ilkel el aletleri kullanıyordu. Sonra konuya ilişkin yayınlarda okuduğuma ve sözüne güvenilir bazı eleştirmenlerden işittiğime göre, Heyerdahl ile Paskalya Adalılardan oluşan ekibi, güya bir heykeli yapmayı başarmışlar. Doğru değil bu. Adalılar avuçlan kan içinde kalıncaya kadar ilkel aletlerini kullandıktan sonra bu işten vazgeçtiler ve işe yaramayan aletlerini de bıraktılar.
Konuya böyle bir bakış açısıyla yaklaşınca Heyerdahl'ın bulduğu ilkel el aletleri heykellerin yapımı için bir kanıt olmuyor, bunun tam tersine heykellerin yapılamayışının kanıtı oluyor. Eğer heykellerin yapımı tamamlanmış olsaydı, elbette böyle bir tersine çıkarım yapamazdım. Ne var ki heykeller, kimi yerde kimi ayakta, sağa sola yayılmış halde karşımızda, iki yüz tane, hepsi de yarım kalmış. Boşa gitmiş zorlu çabanın ürünü hepsi de ve her geçen durdukları yerde biraz daha harap olup gidiyorlar.Peki, heykeller adanın engebeli yörelerine nasıl taşınabilmişti acaba? Gerçi heykellerin şimdi dunduklanı yerlere uçarak geldiklerini anlatan iki efsane var. Ama bunlara hiç değinmedik. .
Yine de Paskalya Adası'nda birçok soru cevapsız kalmıştır. Bir an için altı yüz heykelin, taş keskileriyle lav kayalarından gerçekten yontulduğunu göz önüne getirelim. Taştan heykel yontma işinde en iyi taşçı ustası dahi yanlış bir vuruş yapamaz mı? Bir dudak parçalanıp bir burun kanadı kopamaz mı? Ya da bir gözkapağı yarılamaz mı? Ne var ki Paskalya Adası'nın heykelcileri tek kusur işlemeden çalışmışlardır; her çekiş vuruşu, her seferinde hep yerine oturmuştur; kusur denilebilecek bir şeyden ufak bir iz yoktur.. Fakat yontu yapılan yerde kırpıntı olur. Lav taşlarıyla heykeller arasında kalan mesafeyi ölçtüm. 32 metre uzunluğu, 1.84 metre eni olan bu aralıkta çöpler havaya uçamazdı. Taş kırpıntıları nereye gitmişti? .Soruların asıl en zorlusu da şu: Bu çok zahmetli zorlu çalışma ne diye yapılmıştı?
Hiç kimse yüzlerce heykeli taşlardan hiç bir zorlukla adanın çepeçevre kıyılarına taşıyarak, kafalarına iki metre boyunda şapkaları oturtup parıltılı incilerden göz yaparak, önceden hazırlanmış düzlüklere bu heykelleri sırf böyle işleri becerebildiği için dikmez. Paskalya Adası'nda, tüm Dünya'da karşımıza milyonlarca kez çıkan petroglifler, kaya resimleri de var. Bizim Taş Çağı atalarımız, parşömen ve tuvalet kağıdı olmaksızın yaşamak zorunda kaldıklarından, yeryüzünün her yanında mesajlarım taşlara kazımışlar; böylece de gelecek kuşaklara, nelerin kendilerine çok önemli göründüğünü bildirmişlerdir. Paskalya Adası 'nda petroglifleri, örneğin duvarcıkları tamamlayıcısı olan yuvarlak büyük kayaların üstünde görebileceğiniz gibi; onları mağara duvarlarında, hatta deniz kıyısında parçalanıp yok olacakları günü sessizce bekleyen büyük kayaların yüzeylerinde de bulabilirsiniz. Aralarında tebeşirle çizilmiş gibi olan acayipleri de vardır. Ne olabilir bu? Bir balık mı? Bir çiçeği. tomurcuğu mu? Ya da teknik bir mekanizmanın şematik betimlemesi mi? Hayal gücü olan kimse bu kaya resminin ardında bir jet motorunun yapısını hemen görebilir: Önde hava girişi vardır, soma daralan jet supapları gelmekte, ortada ateşleme çakımı bulunmaktadır hatta, arkada da dar ama giderek genişleyen egzoz borusu yer almaktadır. Hatta bir yakıt sistemi şeması bile unutulmamıştır.
Bunu özellikle vurgulamak istedim bir eğlence, bir oyalama dan başka bir şey değil; ama bir yığın soru sırada beklerken, bu kadarcık bir aykırı düşünmenin bir zararı olmasa gerek. Paskalya Adası heykellerinin birkaçında boyunlarına asılı tahta levhacıklar vardı, bunlar çok eskiden kalmış olmalı. levhaların üstündeki yazılar deşifre edilmek istendi; fakat ortaya hiçbir şey çıkarılamadı. Altmışlı yıllarda Paskalya Adası levhacıklarındaki hendjo-Daro kökenli bir yazı arasında bir yakınlık keşfedildi bu yazı bugünkü Pakistan'da İndus vadisinde bir zamanlar bir kültüre aitti. Ancak zaman konusunda bir paralelik bulunamadı Paskalya Adası'nın iskan edilmesi, uzmanlara göre MS yaklaşık 350 yıllarında olmuştu; oysa Mohendjo-Daro kültürü bundan üç bin yıl öncesine aitti.
Paskalya Adası'nın geçmişi üzerinde kasten durmuyoruın bir zamanlar savaşmış olan uzun kulaklı denilenlerle kısa kulaklı denilenleri de anlatacak değilim. Çünkü bu öykülerin, herhangi bir nedenle yüzlerce heykeli çepeçevre adanın etrafına dikmiş, bunu da adeta herhangi bir tanrı tarafından keşfedilmeyi beklercesine yapmış olan ilk sanatçılar kuşağıyla doğrudan hiçbir ilişkisi yok. Paskalya Adası'na ilişkin en yeni teori, Alman arkeologu K. Horedt'e ait. Bu arkeolog, eski Cermenlerin Run yazısı ile Paskalya Adalıların komik yazısı arasında dikkate değer uyumlar keşfetti Kuzey Schleswig'de Gallehaus'ta 16. ve 17. yüzyıllarda iki satır bir yazı bulunmuştu; yazıda toplam dokuz işaret vardı. Bu harfler den yedisi, hemen hemen aynı biçimde Paskalya Adası tahta levhacıkların da da vardı. Bu tahtaları bin beş yüz yıl önce Paskalya Adası'ndaki heykellere Kuzey Cermenleri mi asmıştı? Arkeolog Kurt Horedt'e göre bu görüşün benimsenmesi taştan devlerin yüz çizgilerini de açıklamaktadır. Paskalya Adası heykellerinin kırmızı şapkaları da, Cermenlerin kızıl saçlı başlarıyla özdeş olabilir. O halde "Yüce Tanrılar"eski Cermenler miydi? Belki bir deniz kazasına uğramışlardı. Heykelleri çepeçevre ada kıyılarına dikmeleri, geçecek gemilerin dikkatini çekmek için miydi? Rastlantı sonucu bölgeye gelmiş başka Cermen gemilerinin tayfalarına merak mı uyandırmak istemişlerdi? Bu görüşü hiç de kötü bulmuyorum. Başımı ağrıtacak çok soru var: Güney Denizi' ne Cermenler nasıl ulaştılar? tan çok önce hem de! Oyle ya, Güney Denizi Cermenlerim evnin önünde değildi yoksa, bilmediğim başka bir şey mi ?