ESKİ TÜRKLER VE TÜRK MİTOLOJİSİ |
TÜRK DESTANLARI |
1.Altay Yartılış Destanı
2.Alp Er Tunga Destanı
3.Oğuz Kaan Destanı
4.Bozkurt Destanı
5.Ergenekon Destanı
6.Uygur Türeyiş Destanı
7.Uygur Göç Destanı
8.Maaday Kara Destanı
9.Ural Batır Destanı
10.Ak Boz At Destanı
11.Altın Arıg Destanı
12.Manas Destanı
13.Kara Yorga Destanı
14.Alpamış Destanı
1-YARADILIŞ |
Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han (Kuday)vardı, ancak yalnızdı ve canı sıkılıyordu, sudan gelen bir ses ona “yarat” dedi.O da kendi gibi birini yarattı ve ona kişi dedi. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kayra Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kayra Han’ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı’dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. Bana yardım et ! diye bağırıp Kayra Han’dan yardım istedi.
Tanrı Kayra Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, ‘Sağlam bir taş olsun ! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kayra Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kayra Han, Kişi’ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı’nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kayra Han’a götürdü. Kayra Han, Kişi’nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun ! diye buyurdu.
Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kayra Han, yine Kişi’ye Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kayra Han’dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kayra Han’dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kayra Han’a uzattı. Kayra Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kayra Han’ın suya serptiği toprak gibi, Kişi’nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kayra Han’ın varlığını hissediyordu. O’ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı’ya yalvarmağa başladı: Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et. Kayra Han, Kişi’ye Ağzındaki toprağı ne için sakladın dedi. Kişi, Kendime yer yaratmak için saklamıştım diye yanıt verdi. Kayra Han da, Öyleyse at ağzından ve kurtul dedi. Kişi’nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kayra Han, Artık sen günahlı oldun dedi, Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kayra Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun ! dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kayra Han, Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun ! dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kayra Han’a gürültünün nedenini sordu. Kayra Han, Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır ! dedi. Erlik, Kayra Han’dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kayra Han, Olmaz ! diye karşıladı; Sen git kendi işine bak !
Erlik’in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kayra Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı’nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor.Bu yanıt, Erlik’i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona Kayra Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay’ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece’ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kayra Han’ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece’nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar.
Kayra Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kayra Han, Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece ! diye haykırdı, Neredesiniz ?. Doğanay ile Ece Ağaçların arkasındayız dediler, Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kayra Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. Şimdi sen de Erlik’ten bir parça oldun diyerek yılana verdi ilk cezayı. İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler ! dedi. Ece’ye döndü, Sen, Erlik’in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın. Doğanay’a da şöyle diyerek cezasını verdi: Erlik’in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik’in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, Karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek. Kayra Han, Erlik’e de kızdı. Benim adamlarımı niçin aldattın ? diye sordu öfkeyle. Erlik Ben istedim, sen vermedin dedi, Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım. Kayra Han da, Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan Karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum diyerek Erlik’i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok dedi, Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul’u (May-Tere) göndereceğim.
Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul’a yalvardı: Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kayra Han’dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana. Gök Oğul, Erlik’in dileğini Kayra Han’a iletti. Kayra Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Kayra Han, Erlik’e haber gönderdi: Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin ! Erlik, söz verdi. Kayra Han’ın katına çıktı. Baş eğdi. Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım diye yalvardı. Kayra Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kayra Han’ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik’in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor. Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik’e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi’yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kayra Han’ın katına çıktı. Kayra Han, Nereden geliyorsun ? dedi. Ulu Kişi, Erlik’in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik’in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik’le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kayra Han, üzülmemesini söyledi. Erlik’e benden başka kimsenin gücü yetmez dedi, Erlik’in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik’in gücünden üstün olacak. Ulu Kişi’nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kayra Han, Ulu Kişi’yi yanına çağırdı. Var git. Güçlendin artık. Erlik’in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin dedi, Sana, kendi gücümden güç verdim. Ulu Kişi şaşırdı: Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik’i nasıl yok edebilirim?. Kayra Han, Ulu Kişi’ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik’in göklerine gitti. Erlik’i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik’in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı’nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik’in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kayra Han’dan kendine yeni bir yer istedi. Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı dedi. Kayra Han, Erlik’i yerin altındaki Karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim dedi.
Bunun üzerine Erlik, Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim dedi. Kayra Han, Hayır, onları da sana vermeyeceğim dedi, İstiyorsan kendin yarat. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kayra Han, Erlik’in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kayra Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kayra Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kayra Han, insanlara Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (YapKara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi’ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki Karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul’a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları koğar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay’ı ve Güneş’i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret.
Sonra, Kayra Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kayra Han’ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek. Bir yel geldi, Ulu Kişi’yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara Ulu Kişi’yi Tanrı Kayra Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kayra Han böyle istedi dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
2-ALP ER TUNGA |
Başta Şehname olmak üzere çeşitli kaynaklardan derlenen Alp Er Tunga destanının özeti şöyledir:
Turan ile İran birbirine komşu ve düşman iki devlet idi. iran ülkesinin tahtında Minuçehr, Turan ülkesinin tahtında ise Alp Er Tunga’nın babası Peşeng Kağan vardı.İran hükümdarı Minuçehr ölünce, Kağan Peşeng oğlu Alp Er Tunga’ya şöyle dedi: “Bu İranlıların bize yapmadığı kötülük yoktur. Şimdi Türk’ün öç alma zamanı gelmiştir!” Alp Er Tunga da bunu istiyordu. “Arslanlarla bile çarpışacak güçteyim ve İran’dan öç alacağım” dedi. Peşeng’in öbür oğlu Alp Arız, İranlılarla savaşmak yanlısı değildi. Fakat karar verildi ve Alp Er Tunga savaş hazırlığına başladı.
Alp Er Tunga arslan yeleli, servi boylu idi. Saldırırken timsah kadar cesur, av avlarken erkek arslan gibi çevik, vuruşmada savaş fili kadar kuvvetliydi. Yürüdüğü zaman yeri sarsıyor, ard arda attığı oklar vınlayarak göğü inletiyordu. O, hiddetlenip savaşa girecek olsa, ayak basıp toz kaldırdığı yerde ova, kandan bir ırmağa dönerdi. Dostlarına umut veren, kut veren dili, düşmanları için keskin bir kılıç idi. Bilgelikte de ondan üstünü yoktu. Yüreği derya kadar geniş, eli ise yağmur yağdıran bulut kadar cömertti. Babasının adı Peşeng, üçüncü göbekten atasının soyu gibi adı da “Türk” idi.
Alp Er Tunga’nın oğulları ve kızları da vardı. Kızlarından birine, kaz (kuğu) kadar güzel olduğu için Kaz adını vermişlerdi. Babası ona, “İle Suyu”na akan büyük bir çayın kenarında bir kale-saray yaptırmıştı. Kaz, burada oynar-yüzerdi. Onun için Türkler bu suya “Kaz Suyu” dediler. Daha sonra Kaz’ın oturduğu, oynaya oynaya büyüdüğü yer büyük bir şehir oldu. Bu şehre de Kaz Oynı (Kaz Oyunu) adı verildi. (Bugünkü Kazvin şehri)…
Alp Er Tunga ordusu ile İran üzerine yürüdü, iki ordu Detıistan bölgesinde karşılaştılar. Türk ordusundan Barman adlı bir yiğit, atını öne sürerek, teke tek dövüşmek için iranlılardan er diledi. Barman’ın karşısına Iran kumandanının kardeşi Kubad çıktı, iki savaşçı sabahtan akşama kadar vuruştular. Sonunda Barman kargısı ile Kubad’ı devirdi ve Alp Er Tunga’nın yanına zaferle döndü.
Bundan sonra iki ordu birbirine girdi ve o güne kadar görülmemiş derecede şiddetli bir savaş oldu. Bu savaşı Alp Er Tunga kazandı. Meydan, ölen İranlılarla doldu ve İran padişahı geri çekilip Dehistan kalesine sığındı. Fakat Alp Er Tunga kaleyi kuşattı ve sonunda İran padişahını tutsak etti.
Bundan sonra, İran’a bağlı Kabil ülkesinin, kahramanlığı ile ünlü padişahı Zâl, İranlıların yardımına geldi, ani bir hücumla Türk ordusunu dağıttı. Buna pek kızan Alp Er Tunga tutsak İran padişahını öldürttü. Öbür tutsakları da öldürmesine kardeşi Alp Arız engel oldu. Tutsakları ‘Sarı’ şehrine gönderdiler. Daha sonra bu tutsakların kaçmasına engel olamadığı veya göz yumduğu için hiddetlenen Alp Er Tunga kardeşi Alp Arız’ı da öldürttü.
Alp Er Tunga yine galipti ve Rey şehrine giderek İran tacını da giymişti. İranlılar ise öldürülen padişahlarının yerine Zev’i getirmişti. İki ordu tekrar savaştılar. Savaş sırasında büyük bir kıtlık oldu. Bunun üzerine “savaş ve kıtlık insanlığı bitirmesin” diye, barış yaptılar, İran’ın kuzey eyaletleri Turan’ın oldu.
İran padişahı Zev ölünce barış yine bozuldu ve Alp Er Tunga tekrar saldırıya geçti. İranlılar Zâl’den yardım istediler. Zâl artık kocadığı için kahramanlıkta kendisini aşan oğlu Rüstem’i gönderdi. Zâloğlu Rüstem ordusunun başında ilerleyerek Türkleri bozguna uğrattı ve İran tahtına Keykubad’ı çıkardı.
Rüstem, bir hücumda 1160 Türk kahramanını öldürdüğü için Türkler çekildiler ve barış imzalamak zorunda kaldılar.
Daha sonra İran tahtına Keykâvus geçti. O sırada İran’ın egemenliğinde olan Araplar isyan ettiler. Bu kargaşalıktan yararlanan Alp Er Tunga iran içlerine daldı ve pek çok tutsak aldı. Fakat Kabil padişahı tekrar İran’ın yardımına geldi ve Türkler yenildi.
Bu savaştan sonra Zâloğlu Rüstem birliğini alıp Türklere ait avlakta dolaşmaya başladı. Bunun üzerine Alp Er Tunga ordusunu tekrar harekete geçirdi. Fakat, kötü bir rüya görmüştü. Bunu yorumlattı ve beylerin de fikirlerini alarak iran’la barış imzaladı. Bu anlaşma ile Buhara, Semerkand ve Çac şehirlerini İranlılara bırakıyordu.
Bu barışı istemeyen Keykâvus, Rüstem’e ve oğlu Siyavuş’a kötü muamelede bulunarak onları küstürdü. Rüstem kendi ülkesine çekildi. Siyavuş ise Türklerin o zamanki başkenti Gang şehrine giderek Alp Er Tunga’ya sığındı.
Siyavuş kendini Türklere çok sevdirdi. Başlangıçta bir Türk gibi hareket ediyordu. Burada Türk kahramanlarından biri olan Piran’ın kızı ile evlendi. Bu evlilikten bir oğlu oldu ve ona Keyhüsrev adını verdiler. Siyavuş, bir süre sonra Alp Er Tunga’nın güzel kızı Ferengis ile de evlendi. Ama, bir süre sonra Türk töresine uymamaya ve bazı siyasî teşebbüslere başlayınca Alp Er Tunga onu öldürttü.
Siyavuş’un ölümünden sonra Rüstem bir ordu toplayarak tekrar saldırıya geçti ve bu defa Türkler ağır bir yenilgiye uğradılar. Vuruşmalarda Alp Er Tunga’nın oğullarından Sarka da ölmüş, Turan’ın birçok şehri yakılmıştı.Alp Er Tunga, Turan için kan ağladı ve öç almak için and içti. İran içlerine girerek ekinleri yaktı ve pek çok tutsak aldı. İranlılar yedi yıl süren kıtlıktan kırıldılar.
Artık, Alp Er Tunga ile Rüstem arasında savaş durup durup başlıyor, bazen Türkler, bazen İranlılar galip geliyordu. Bu savaşlardan birinde, ordusuyla Alp Er Tunga’nın emrine giren Çin hakanını da esir almışlardı. Alp Er Tunga son savaşta yenilerek çekildi.
Bu sırada İran tahtında, Turan’dan kaçırarak getirdikleri Keyhüsrev vardı. Türklerin yenilmesiyle dünya Keyhüsrev’e kalmış bulunuyordu. Fakat Türkler öç için fırsat buldukça akın ediyorlardı. Bunun üzerine Keyhüsrev İran’ın ünlü kahramanlarından Bijen’i Turan’a gönderdi. Bijen, Turan sınırından içeri girince, ormanda, neşe içinde eğlenen kızlar gördü. Bu kızlar Alp Er Tunga’nın güzel kızı Menije’yi eğlendiriyorlardı. Bijen, Menije’yi görür görmez âşık oldu. Menije de onu sevdi ve Turan’a, kendi sarayına götürdü. Bunu öğrenen Alp Er Tunga çok kızdı. Bijen’i bir zindana hapsetti, kızını da kovdu.
İran padişahı geri gelmeyen kumandanını bulup getirme görevini Rüstem’e verdi. Rüstem, tüccar kılığında Alp Er Tunga’nın sarayına kadar giderek hem Bijen’i kurtardı hem de Menije’yi kaçırıp İran’a gönderdi.Rüstem bir defa daha galip gelmişti. Karluğa çekilen Alp Er Tunga beğlerini toplayıp şöyle dedi:“Ben dünyaya hükmeden kağanınızdım. Bugüne kadar Iran Turan’a denk olmamıştı. Ama bugün İranlılar sarayıma kadar gelebiliyor. Bin kere bin kişiden oluşacak Türk ve Çin askerleriyle İran’a yürümeli, öcümü almalıyım!”
Alp Er Tunga, bin kere bin ordusunun üçte ikisini toplamıştı. Beykent şehrindeki karargâhında, altınlı ve mücevherli tahtında oturuyordu. Fakat artık iyice yaşlanmıştı. İleriye gönderdiği ordunun yenildiğini öğrenince çok üzüldü. Hele teke tek bir dövüşte gencecik oğlu Şide’nin de ölmesi, gönlünde onulmaz yaralar açtı. Emrindeki kuvvetleri alıp yürüdü. Kükremiş arslanlar gibi saldırıyordu. Çok kocamış olmasına rağmen İran’ın en ünlü pehlivanlarından birkaçını teke tek vuruşmada öldürdü. Nihayet Keyhüsrev ile Alp Er Tunga karşı karşıya geldiler. Alp Er Tunga Keyhüsrev’le teke tek dövüş isteğiyle atını ileri sürdü. Fakat Turan pehlivanları onun İran padişahı ile dövüşmesini istemediler ve atının dizginini tutup geri getirdiler. Keyhüsrev en güçlü çağında olmasına rağmen Alp Er Tunga’dan çekinmiş, kocamış ve yaralı bir arslan olan Alp Er Tunga’nın vuruşmasına da beğleri izin vermemişti.
Bu durum Alp Er Tunga’ya pek ağır geldi. Ordusunu alıp Ceyhun ırmağının ötesine geçti. Burada Kara Han’ın ordusu ile birleşip Buhara’ya, daha sonra da başkent Gang’a geldi.
Gang cennet gibi bir şehirdi. Toprağı mis kokulu, tuğlaları altındandı. Kalesi o kadar yüksekti ki üzerinden kartal bile uçamazdı. Her köşesinde pınarlar, havuzlar vardı. Ambarları yiyecek dolu idi. Havuzların eni ve boyu bir ok atımı kadar büyüktü. Burada oturup Çin hakanına mektup yazdı ve yardım bekledi.
Keyhüsrev ve Rüstem önce geri çekilir gibi yapmış, sonra derlenip Turan içlerine girmiş, Gang şehrini kuşatmışlardı. Kalenin çevresinde hendekler kazdılar. Buraya odun yığıp katran döktüler ve ateşe verdiler. Alp Er Tunga 200 beği ile gizli yoldan çıkarak kurtuldu ve Çin hakanının yanına gitti. Çin hakanı büyük bir ordu hazırlamıştı. Bunu duyan Türkler de Alp Er Tunga’nın yanına gitmek için yollara düştüler.
Alp Er Tunga tekrar toparlandı ama Çin hakanı sözünde durmadı ve Keyhüsrev’le anlaşma imzaladı. Bunun üzerine Alp Er Tunga Keyhüsrev’e bir mektup yazarak, insanlardan uzakta ve kendisinin beğeneceği bir yerde teke tek dövüş teklif etti. Fakat en güçlü çağında olan Keyhüsrev, ihtiyar arslan Alp Er Tunga ile teke tek dövüşe cesaret edemedi.
Ordusuz kalan Alp Er Tunga perişan bir halde Zere denizine geldi. Bu derin denizi geçerek Gangidizi şehrine ulaştı. Keyhüsrev büyük ordusu ile onu takip ediyordu. Alp Er Tunga yapayalnız kalmıştı. Yiyeceği, içeceği yoktu. Bir kaya dağında, bu dağın tepesindeki bir mağarada oturuyor, kara talihi için dövünüyor, Tanrı’dan güç kuvvet istiyordu. Onun yakarışını duyan Hûm adında biri, Alp Er Tunga olduğunu anlamıştı. Çünkü bu Türkçe sözleri, böyle bir yakarışı ondan başkası söyleyemezdi. Hemen saldırdı ve onu tutsak etti. Fakat Alp Er Tunga onun elinden kurtularak kendini suya attı. Su başında bulunanlar onu kurtarmak istediklerini söyleyerek hile yaptılar ve sudan çıkar çıkmaz öldürdüler. (Tarih Keyhüsrev’in Alp Er Tunga’yı şölene davet edip hile ile öldürdüğünü söylüyor.)
Bu olay kısa zamanda her tarafta duyuldu ve Turan’ı mateme boğdu. Bütün Türkler kanlı gözyaşı dökerek, bağrışıp yakalarını yırtarak, sagular söyleyip yoğladılar.. yoğladılar. Yoğ töreninde kopuz çalan ozanlar şu saguyu söylüyorlardı:
Alp Er Tunga öldi mü Ödlek yırag közetti Ulşıp eren börleyü Begler atun argurup Ödlek arıg kevredi Ödlek küni tavratur Bilge bögü yançıdı Ögreyüki mundak ok Könglüm için örtedi |
Günümüz Türkçesi İle
Alp Er Tuna öldü mü? Kötü dünya kaldı mı? Felek (böylece) öcünü aldı mı? Şimdi yürek(ler onun ölümünün acısı ile) yırtılır
Gizli tuzak uzattı Beyler beyini şaşırttı Kaçan nasıl kurtulur
Bağrışıp yakalarını yırttılar Islıklaşmış sesle ağıt yaktılar Göz yaşlarla örtülür
Kaygı onları durdurdu Benizleri yüzleri sarardı (ki) (Sanki) onlara safran sürülmüştür (sanırsınız)
Zayıflar tembeller güçlendi Erdem yeniden azaldı Acunun (dünyanın) beyi böylece yok olur Feleğin günleri çabuk geçer İnsanın gücünü (gitgide) zayıflatır (Ve) dünyadaki insanları azaltır. (İnsanlar felekten kurtulmak için) kaçsalar bile geçilirler
Evrenin atı, gemi azıya aldı Edep ve erdemin eti çürüdü (Etler) Yere değip sürükleniyorlar Dünyanın geleneği böyle Gerisi bütünüyle bahane O gelip bir ok atsa Dağların başı kertilir
(Sanki beni) yetmiş yaş yaşlandırdı (Gönlüm o yiğidin yaşadığı) geçmiş günleri arıyor Gece gündüz (o günler) aranıyor |
3-OGUZ KAAN DESTANI |
Ay Kağan’ın yüzü gök, ağzı ateş, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir erkek evladı oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et, çorb a ve şarap istedi. Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü.
At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı.
Günlerden bir gün bu gergedanı avlamaya karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın bağırsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti.
Günlerden bir gün Oğuz Kağan, Tanrı’ya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce Gök Tanrı da gülüyor, kız ağlayınca Gök Tanrı da ağlıyordu. Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi. Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler.
Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kıza aşık oldu ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz’un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.
Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Çeşit çeşit yemekler, şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler. Toydan sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:
Ben sizlere kağan oldum Alalım yay ile kalkan Nişan olsun bize buyan Bozkurt olsun bize uran Av yerinde yürüsün kulan Daha deniz, daha müren Güneş bayrak gök kurıkanOğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi: “Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman bilirim. Onunla savaşır ve yok ettiririm.”
Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan’a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan’ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yürüdü. Kırk gün sonra Buz Dağın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi .O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: “Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim.” dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt İtil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu.
Urum Han’ın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Han’ın hanlığını ve halkını aldı. Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan’ın beylerinden Uluğ Ordu Bey İtil Irmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz’un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey’e “Kıpçak” adını verdi.
Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan’ın çok sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: “Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun.” dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş başladı. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı.
Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurtla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve ülkesine kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla birlikte evine döndü.
Günlerden bir gün Oğuz Kağan’ın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu evlatları arasında paylaştırdı.
4-BOZKURT DESTANI |
“…Türklerin ilk ataları Batı Denizi’nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin ülkesinin ordularınca yenilgiye uğratıldılar. Düşman çerileri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük demeden öldürdüler. Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk’ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar.
Düşman hükümdarı, çeri (asker) lerinin son bir Türk’ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle, Türklerin kökü tümüyle kazına… Düşman çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her yanı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dört bir yanı sarp dağlarla çevrili idi.
Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü, ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar. Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar, atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört bir yana yeniden egemen oldular. Ve Türk kağanları atalarının anısına hürmeten, otağlarının önünde hep kurt başlı bir sancak dalgalandırdılar…”
5-ERGENEKON DESTANI |
Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
“Türkler’e hile yapmazsak halimiz yaman olur !”
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler,
”Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler’in başında İl Kagan vardı. İl Kagan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: “Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.Türkler’in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye “ERGENEKON” dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki:
“Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki:
“Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.”
Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler’in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon’dan çıktıklarında Türkler’in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler’in Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler’in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine’yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti’ni dört bir yana egemen kıldılar.
6-UYGUR TÜREYİŞ DESTANI |
Hun kağanlarından birinin çok akıllı iki kızı vardı. Bu kızlar çok akılı ve çok güzel idiler. Kızlar o denli akıllı, o denli iyilerdi ki, babaları şöyle bir karara vardı:“Ben bu kızları kendim evlendiremem. Bunlar o denli iyiler ki, o denli akıllılar ki, bu kızları ancak Tanrı evlendirir.”
Kağan, kızlarını ülkesinin en kuzey ucunda, kişi ayağı değmeyen bir yere götürüp yüksek bir dağın başına koydu. Kızlar bu tepede bekleye durdular. Aradan epey zaman geçti. Bir zaman sonra, tepenin çevresinde yaşlı ve erkek bir Bozkurt göründü. Kurt, tepenin çevresinde dolaşmağa başladı ama kızların yanına gitmedi. Kızlardan küçük olanı bu durumu görünce kardeşine:
“İşte bu kurdu, ikimizden birinin evlenmesi için Tanrı gönderdi” dedi ve kurdun yanına doğru gitti. Kardeşi gitme dedi ise de onu dinlemedi. Tepeden inerek kurtla evlendi. Bu evlenmeden birçok çocuk doğdu. Bunlara Tokuz Oguz-On Uygur (Dokuz Oğuz-On Uygur) denildi. Bu çocukların sesi, Bozkurt sesine benzerdi. Çocuklar, birer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar. Ve Tölesler, bu kız ile kurdun soyundan türediler…
7-UYGUR GÖÇ DESTANI |
Uygur ülkesinde, Togla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır. Bu tepenin adına Hulin dağı denirdi. Hulin dağında birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü. Bu ağaçlardan biri kayın ağacı idi. Bir gece, kayın ağacının üzerine gökten bir mavi ışık düştü. İki ırmak arasında yaşayan kişiler bu ışığı gördüler, ürpererek izlediler. Kutsal bir ışıktı bu; kayın ağacının üzerinde aylar boyu kaldı. Kutsal ışığın kayın ağacının üzerinde kaldığı süre içinde ağacın gövdesi büyüdükçe büyüdü, kabardı. Ağaçtan, çok güzel türküler gelmeğe başladı. Gece oldu mu, ağacın otuz adım ötesine değin bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu.
Bir gün, ağacın gövdesi birdenbire yarılıverdi. İçinden beş küçük odacık görünümünde beş küçük çadır çıktı. Her odacığın içinde bir çocuk vardı. Çocukların ağızlarının üzerinde asılı birer emzik vardı; onlar bu emziklerden süt emiyorlardı. Işıktan doğmuş olan bu kutsal çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler.
Çocukların en büyüğünün adı Sungur Tigin, ondan sonrakinin Kotur Tigin, üçüncüsünün Tükel Tigin, dördüncüsünün Or Tigin, beşinci ve en küçüğünün adı da Bögü Tigin idi. İnsanlar, bu beş çocuğu Tanrı’nın gönderdiğine inandılar. İçlerinden birini Kağan yapmak istediler. Bögü Tigin ötekilerden daha güzel, daha yiğit, daha akıllı idi. Halk, Bögü Tigin’in hepsinden üstün olduğunu anladı, onu Kağan seçti. Bögü Han, büyük bir törenle tahta çıktı. Kendisinden sonra gelen otuzdan fazla soyu da Uygurlar’ın başında kaldı.
Yıllar yılları kovaladı. Bir gün geldi, Yolun Tigin Uygurlar’a Kağan oldu. Yolun Kağan’ın Kalı Tigin adında bir oğlu vardı. Yolun Kağan, oğlu Kalı Tigin’e çin konçuylarından (=prenseslerinden) Kiu-Lien’i eş olarak almayı uygun gördü. Kalı Tigin ile Kiu-Lien evlendiler.
Evlilikten sonra Kiu-Lien, sarayını Kara-Kurum’daki Hatun Dağı’nda kurdu. Hatun Dağı’na “Gök Ruhlarının Dağı” adı da verilirdi. Hatun Dağı’nın çevresinde daha bir çok dağ vardı. Bu dağlardan biri Tanrı Dağı idi. Tanrı Dağı’nın güneyinde de Kutlu Dağ bulunmaktaydı. Kutlu Dağ, koca bir kaya parçası idi.
Günlerden bir gün Çin elçileri, yanlarında falcılarla birlikte Kiu-Lien’in sarayına geldiler. Çin elçileri ile falcılar aralarında konuşup şöyle dediler.
“Türk ülkesinin tüm varlığı, bütün mutluluğu Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkler’i yıkmak istiyorsak bu kayayı ellerinden almalıyız.”
Elçiler aralarında böyle konuşup anlaştıktan sonra Kalı Kağan’a gittiler. Ona dediler ki:
“Siz bizim bir konçuyumuzla evlendiniz. Bizim de sizden bir dileğimiz olacak. Kutlu Dağ’ın taşları sizin saygıdeğer ülkenizce kullanılmamaktadır. Sizin yerinize biz bu taşları değerlendirelim.”
Yeni Kağan, bu isteği yerine getirdiğinde sonucun nereye varacağını düşünemedi; Çinliler’in isteğini kabul etti. Böylece yurdun bir parçası olan kayayı onlara verdi. Oysa Kutlu Dağ kutsal bir kaya idi. Türk ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıydı; kutsal taş Türk yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu. Tılsımlı kaya düşmana verilirse bu bütünlük parçalanacak, Türkler’in tüm mutluluğu yok olacaktı. Kağan bu kutsal kayayı Çinliler’e verdi. Ama kaya, kolay kolay sökülüp götürülecek gibi değildi. Bunu gören Çinliler kayanın çevresine odun kömür yığdılar, kayayı ateşe vurdular. Kaya iyice kızınca üstüne sirke döküp paramparça ettiler. Her bir parçayı aldılar, ülkelerine götürdüler.
İşte, ne olduysa o zaman oldu. Türkeli’nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanı dile geldi; kendi dillerince kayanın düşmana verilmesine duydukları acıyı anlattılar, ağladılar. Yedi gün sonra günahı bağışlanmaz düşüncesiz Kağan öldü. Ne var ki, Kağanın ölümüyle de ülke felaketten kurtulamadı. Bir Çin konçuyu (=prensesi) uğruna çekinilmeden bağışlanan yurdun kayası, Türkeli’nin felaketine neden oldu. Halk rahat yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buğulaştı, uçup gitti. Topraklar kurudu, ürün vermez oldu. Yolun Kağan’dan sonra başa geçen Kağanlar da arka arkaya öldüler.
Günlerden sonra Türk tahtına Bögü Kağan’ın torunlarından biri oturdu. O zaman yurtta canlı-cansız, evcil-yaban, çoluk-çocuk, soluk alan-almayan her ne varsa bir ağızdan “Göç!… Göç!…” diye çığrışmağa başladılar. Derinden, iniltili, hüzün dolu, eli böğründe kalmış bir çığrışmaydı bu. İnlemelere yürek dayanmıyordu.
Uygurlar bu çığrışmaları bir ilahî buyruk bildiler. Toparlandılar, yola koyuldular. Yurtlarını, yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere göç ettiler.
Sonunda adına Turfan denilen bir yere geldiler. Burada sesler kesildi. Uygurlar bu yere kondular, beş kent kurup yerleştiler. Adını da Beş-Balıg koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar.
8- MAADAY KARA DESTANI |
Bu refah ve huzurun simgesi olarak Maaday-Kara ülkesinde Ulu Tanrı Uç-Kurbustan tarafından yaratılmış olan ölümsüz ağaç (demir kavak) vardır. Bu ölçüme gelmez devasa ağacın ortadaki dalları üzerinde iki benzer kara kartal tünemekte ve düşman bahadırın gelme ihtimali olan yolu beklemektedir. Ağacın altında zincire vurulmuş Azar ile Kazar adlı köpekler ise kahramanın memleketini düşman bahadırlardan ve yeraltının kötü güçlerinden korumak için oradadırlar. Ancak güçlü bahadır Maaday-Kara yaşlanmış, kuzgun karası saçları ağarmış, keskin kılıç gibi olan dişleri ince dallar gibi kırılmış, tan yıldızı gibi parlayan gözlerinin feri sönmüştür. Artık Maaday-Kara ölüme yaklaşmış, atı ise kesimlik olmuştur.
Yaşlı bahadır Maaday-Kara uzun bir uykuya yatmıştır. Bu arada otlaklardaki mal-davar sahipsiz bir şekilde dört tarafa yayılmış, halk ise ortalıklarda görünmemektedir. Memlekette olağan dışı hadiseler zuhur etmiştir. Yaşlılığından istifade ile Kara-Kula Kağan Maaday-Kara' nın ülkesini yağmalamaya gelmektedir. Karısı Altın-Targa, Maaday-Kara' yı uykusundan uyandırır, Maaday-Kara bahadır kıyafetini giyip dört bir tarafa dağılmış olan halkını ve hayvanlarını geri getirmek için yola çıkar.
Soyunu sürdürecek çocuğu olmadığından üzülen Maaday-Kara evine dönünce karısının bir erkek çocuk doğurduğunu öğrenir. Çocuğun doğumu için kutlamalar yapılmakta birlikte çocuğa isim verilmemiş, babası beklenmiştir. Maaday-Kara olağanüstü özellikler gösteren çocuğunu alarak kayın ağaçlarıyla kaplı dağa götürür. Oğluna beşik hazırlar, beslenmesi için de gerekli tertibatı alır. "Eğer ölürsen kemiklerin burada kalsın, başına saç veren Bay-Altay yardımcın olsun, baldırına et veren sık yapraklı kayın ağacı sana kut versin" diyerek oğlunu ormana terk eder.
Kara-Kula Kağan, yeryüzünün yetmiş kağanını, Altay' ın altmış kağanını yenerek Maaday-Kara' nın ülkesine ulaşır. Ortalığı kasıp kavurur, yerde ne bir sap ot bırakır ne bir çalı ne de bir ağaç. Maaday-Kara ve halkını esir alıp yurduna doğru yola çıkar. Maaday-Kara' nın ülkesinin simgesi olan "At Çakı" yı devirmek ister, başaramaz. Çocuğun bulunduğu dağa çıkmak ister, olağanüstü güçler buna engel olur.
Kara-Kula Kağan' ın götürmekte olduğu sürülerin içinden bir boz kısrak kaçıp gerisin geri Altay' ın yolunu tutar. Kara-Kula Kağan kaçan bu boz kısrağın peşine düşer. Altay' ı altı kez dolaşır, yeryüzünü yedi kez dolaşır ama boz kısrağı bir türlü yakalayamaz. Boz kısrak yeryüzündeki yedi engeli aşarak Maaday-Kara' nın memleketine sığınır. Kara- Kula Kağan bunun üzerine kurtlara ve kuzgunlara boz kısrağı yakalayıp yemeleri için emir verir ve bitkin bir halde kendi yurduna döner.
Kara-Kula Kağan' ın eşi ve aynı zamanda yeraltı dünyasının hakimi Erlik-Bey' in kızı olan Abram-Moos Kara Taacı karşılar ve sağlığıyla ilgilenir.
Maaday-Kara' nın ülkesine dönmüş olan boz kısrak gök bir ineğe dönüşür. Gök ineğin böğürmesiyle Altay' ın ruhu, yaşlı bir kadın suretinde ortaya çıkar. Bir zaman sonra yaşlı kadın ormana terk edilmiş olan çocuğu iki yaşında olarak bulur. Çocuğu korumaya alan yaşlı kadın gök ineğin sütüyle onu besler. Ona ok ve yay yapar. Çocuk kuş, tavşan ve maral avlayarak yaşlı kadına getirir.
Boz kısrağı yakalayıp yemek için görevlendirilen kurtları ve kuzgunları da öldüren çocuk artık kim olduğunu sorgulamaya başlar. Altay' ın ruhu olan kadın çocuğa annesinin ve babasının nerede olduğunu söyler. Yer altından bir atın çekip çıkardığı arabadaki bahadırlık elbiselerini giydirerek adının Kögüdey-Mergen olduğunu söyler.
Gök inek de koyu kır ata dönüşür. Bunun üzerine Kögüdey-Mergen, Kara-Kula Kağan' ın ülkesine doğru yola çıkar. Karşılaştığı ilk engel Erlik Bey' in elçileri olan iki benzer kara bahadırdır. Yedi yolun kavşağında nöbet tutmaktadırlar ve gelen geçeni yok etmektedirler. Kögüdey-Mergen atının yardımıyla bu ilk engeli geçer. Bahadırın karşılaştığı ikinci engel alt tarafı Toybodım Irmağı' na üst tarafı mavi kayalıklara uzanan zehirli sarı denizdir. Geçit yeri olmayan bu denizi Kögüdey-Mergen atının bir yıllık mesafeden hız almasıyla geçmeyi başarır.
Kögüdey-Mergen' in karşılaştığı üçüncü engel ise açılıp kapanan iki dağdır. Gece gündüz birbiriyle boynuzlaşan iki boğa gibi bu iki kara dağ, ne rüzgara, ne ay ışığına ne de canlılara yol vermektedir. Kögüdey-Mergen biraz dinlendikten sonra yine atının maharetiyle bu engeli de geçmeyi başarır.
Kara-Kula Kağan' ın ülkesine babasının esir edildiği yere ulaşır. Bu ay ve güneş ışığı olmayan dünyayı Kara-Kuşa Kağan' ın bulunmadığı zamanlarda Erlik Bey' in kızı Abram-Moos Kara-Taacı yönetmektedir. Olağanüstü güçlere sahip olan Abram-Moos Kara-Taacı, Kögüdey-Mergen' in Kara-Kula Kağanı yeneceğini bilmekte ve genç bahadır ile evlenmek istemektedir. Böylelikle yeryüzünde kalacaktır.
Kögüdey-Mergen keten giysili Tastarakay, atı da torbok şekline dönerek Kara-Kula Kağan' ın ülkesinde ilerlemeye başlarlar. Babasının çadırına giderek onlarla görüşür. Anne ve babası onu tanıyamaz. Kögüdey-Mergen Abram-Moos Kara-Taacı' nın bindiği kara boğa ile deve sürüsünün başı olan deveyi öldürür. Etler pişerken dinlenmek için uzanır. Annesi ve babası iki kürek kemiği arasındaki benlerden bu Tastarakay' ın kim olduğunu anlayıp ağlarlar.
Kögüdey-Mergen kim olduğunu açıklayarak, onları kurtarmaya geldiğini söyler. Babasının ısrarı üzerine Kögüdey-Mergen yedi sarılı lamadan Kara-Kula Kağan' ın ruhunun nerede olduğunu öğrenip ele geçirdikten sonra tekrar dönmek üzere veda eder.
Yedi lama insan ömrünün süresini ve huzurlu yaşamın yolunu bilmektedirler. Yeniden Tastarakaya dönen Kögüdey-Mergen Aracan Ve Korocon içkileri hazırlayarak lamaların yanına gider. Onlardan Kara-Kula Kağan' ın ruhunun üç kuşak göğün derinliklerindeki üç maraldan birinin karnında altın kutu içinde iki bıldırcın yavrusu şeklinde saklı olduğunu öğrenir.
Üç maralın yavrusu altmış çatal boynuzlu andalba ise yeryüzündedir. Kögüdey-Mergen ve atı, ala geyik şekline girerek andalbanın yardımını ve üç maralın gökyüzünden yere inmelerini sağlarlar. Kögüdey-Mergen bir okla ortanca maralın karnını yarar ve altın kutu yere düşer. Kutuyu kırıp bıldırcın yavrularını ele geçiren Kögüdey-Mergen tekrar Kara-Kula Kağan' ın ülkesine doğru yola çıkar.
Bu arada Kara-Kula Kağan hastalanmıştır. Neden hastalandığı öğrenmek için yer altından kam Tordoor' u getirip şaman töreni yaptırır. Kögüdey-Mergen boz bir sıçana dönerek tören yapılan yere girer. Daha sonra kara bir ayıya dönüşerek kam Tordoor' un kafasını parçalar. Tekrar kendi kılığına dönen Kögüdey-Mergen ele geçirdiği bıldırcın yavrularını öldürerek önce Kara-Kula Kağan' ın atını, sonra da kendisini öldürür.
Tutsak edilmiş halkını kurtaran Kögüdey-Mergen, Erlik Bey' in kızı ile halkının yer altına gönderilmesini emreder. Yeryüzüne alışmış olan Abram-Moos Kara-Taacı, Kögüdey-Mergen ile yeryüzünde kalmak istediğini söyler. Kögüdey-Mergen bunu reddeder ancak Abram-Moos Kara-Taacı yedi gün içinde intikam alacağını söyleyerek yer altına iner.
Kögüdey-Mergen yurduna dönmek için yola çıkar. Erlik Bey' in kızı bir büyü ile Kögüdey-Mergen' in atını takatten düşürür. Kögüdey-Mergen sadık atını bırakıp al donlu bir ata biner. Al donlu at da Kögüdey-Mergen' i alarak Erlik Beyin kızına götürür. Erlik Bey' in kızı onu alaylı bir şekilde karşılar ve ruhuyla birlikte yaşayacağını söyler. Kögüdey-Mergen' in atı dört kanatlı kara bir kartal şeklinde gelir ve Kögüdey-Mergen' i kurtarır. Onu süt gölüne batırıp çıkaracak iyileşmesini sağlar.
Kögüdey-Mergen memleketine döner. Hayat huzur içinde devam ederken Kögüdey-Mergen, babasına evlenmek istediğini söyler. Babası da birçok talibi olan Ay-Kağan' ın kızı Altın-Küskü' yü önerir.
Kögüdey-Mergen bahadır kıyafetini giyinir, atını hazırlar ve yola çıkar. Yolda kendisine bu evlilik sınavında yardımcı olacak tıpatıp kendisine benzeyen altı kişi ile karşılaşır. Onlarla birlikte Ay Kağan' ın ülkesine varırlar. Altın-Küskü' yü istemek için Erlik Bey' in oğlu Kuvakayçı ile kız kardeşi Abram-Moos Kara-Taacı da oraya gelmiştir.
Ay Kağan kızını vereceği bahadırı seçmek için birçok zor yarış düzenler. Bunların hepsini Kögüdey-Mergen kazanır. Bunun üzerine Erlik Bey' in kızı, Altın-Küskü' yü alarak yer altına götürür ve ihtiyar karı şekline sokar. Kögüdey-Mergen atının yardımıyla Altın-Küskü' yü bulur ve babasına geri getirir.
Ay Kağan, Kögüdey-Mergen' den son olarak yeri üzerinde taşıyan iki balinanın kanadını ve bir ayı yakalayıp getirmesini ister. Bu iki zor görevi de başaran Kögüdey-Mergen Altın-Küskü' yü alarak Altay' a döner.
Altay' a gelince düğün yaptılar. Huzurlu bir şekilde hayat devam ederken Altay' ın huzur ve refah sembolü olan sık yapraklı bay-terek batıya eğilir. Bunun anlamı ölüm demektir. Kögüdey-Mergen' in annesi ile babası ölür, Kögüdey-Mergen ne kadar uğraşsa da annesi ile babasını diriltemez.
Kögüdey-Mergen, Erlik Bey' den intikam almak için atını ters eyerleyerek yer altı dünyasına iner. Dünyada suç işlemiş olan insanların orada nasıl cezalandırıldıklarını görür.
Erlik Bey ile karşılaşıp onu yakalar ve kara kömüre çevirerek öldürür. Okuyla Erlik Bey' in adamlarını da öldürerek kötülük yapmış olanları orada bırakıp iyileri yanına alarak Altay' a döner.
Altay' a dönen Kögüdey-Mergen' in sürüleri çoğalmış, halkı artmıştır. Halkına bütün düşmanları yendiğini, artık huzur içerisinde yaşayabileceklerini söyleyerek eşi Altın-Küskü ile birlikte yıldız olup göğe yükselir.
9- URAL BATIR DESTANI |
10- AK BOZ AT DESTANI |
11- ALTIN ARIG DESTANI |
Huban Arığ’ın ilk savaşı kara yerin altında yaşayan, alp üstünü Kök Molat ve Kögetey Mirgen ile olmuştur. Bu iki düşman, onun yurdunu ve malını alıp götürmektedir. Huban Arığ bu savaş sahnesine Kök Nincil ile birlikte çıkar. Çelik kılıcını çıkartıp uzaya kadar kaldıran Huban Arığ, kanlı savaşın içine koşup düşman ile savaşmaya başlar. Çok sayıda tok ve semiz mallar kişneyerek,yiğitler ise haykırarak bu hayattan ayrılır. Çok kişinin kanı dökülür. Öyle bir savaş olur ki ak ve kök duman yerden kalkmaz. Ay’ın gözü beyazlaşarak, Güneş’in gözü yeşererek ölür. Kara yer elek gibi sallanır. Ağaçlar ve taşlar ezilir. Yatan ağaç yatay yarılır, duran ağaç dikey kırılır. Ulu dağlar gürülder, ulu sular şarıldar, yırtılır gider. Akan sular akamaz olur. Kalan mallar otlayacak yer, yırtıcı hayvanlar yatacak yer, kuşlar ise konacak yer bulamaz. Gecenin geldiği göze karanlık vurduğunda, gündüzün geldiği göze ışık çarptığında anlaşılır. Göğün dibi kurur, yerin ucu kesilir. Bu savaşta Huban Arığ ile Kögetey Mirgen’in güreşi tam dokuz gün sürer. Dokuz günün sonunda, tuttuğu yerlerden koca koca etleri kopan Kögetey Mirgen’i Huban Arığ dağın yukarısınadayar, kaptığı gibi havaya kaldırır ve kara kayaya çarparak öldürür. Kök Nincil de benzer bir kahramanlıkla Kök Molat’ın canını bedeninden çıkartır
12- MANAS DESTANI |
Kırgız ve Kazaklar Çin hükümdarı zalim Esen Han ‘ın esareti altında esir ve sürgün oldukları bir sırada Yakup Han ile Çıyırdı Hatun ‘dan Manas doğar. Beşiğinde konuşur, 10 yaşında usta binici ve silahşor, 14’ünde yenilmez yiğit olur. Kafir Kalmuklar ile Çinliler üzerine seferler yaparak İslam ‘ı yaymak, anayurdunu onlardan arındırmak, Kırgızları, zengin, hür ve hakim kılmak başlıca amacıdır. Bu uğurda birçok savaş yapar, kazanır. Türklerin başkahramanı, Çin ve Kalmukların baş düşmanı olur. Kalmuk Hanı’nın oğlu Almambet, babasının yerine tahta geçince bazı adamları getirip önünde kurban etmeye kalkarlar. O da böyle çirkin töreleri olan bir kavim içinde yaşamaktan nefret ederek kaçar gelir ve Kıpçak Hanı’na sığınarak Müslüman olur. Sonra Manas’a gelerek onun sağ kolu ve Kırgızların ikinci kahramanı sayılır. Manas, Buhara Beyi Temir Han ‘ın kızı Kanıkey ile büyük ağırlıklar vererek ve türlü maceralardan sonra evlenir. Bu kadın, Manas oğlu Semetey’in anası ve destanın başkişi/erindendir. Güzel, akıffı, tedbirli ve hünerli bir şehir kızıdır. Manas, bir zaman sonra hileye, oyuna getirilip zehirlenerek öldürülür. Ak-saray adlı mezarına gömerler. Karısı, ana babası yoksulluğa düşerler, göçebe ve hayvancı iken ekip biçmeye ve hatta dilenmeye mecbur kalırlar. Fakat, Af/ah, Manas’a bağlı olan karısına ve hayvanlarına acıyarak bir de Kırgızların İslam’ı yaymalarını istediği için Manas’ı tekrar diriltir. Yeniden ona büyük zaferler bahşeder
.Kalmuklarla yeni birçok savaştan sonra Manas ve Akkula adlı atı ihtiyarlamıştır. Savaşta ölen Manas, büyük yuğ (ölüm I yas) töreniyle gömülür. Öldüğü sırada Kanıkey, oğlu Semetey’e gebedir. Kanıkey’i o haliyle Manas ‘ın kardeşine vermek isterler, kabul etmez. Oğlunu alarak kaynanasıyla birlikte çok cefaya katlanarak Buhara ‘ya babasının sarayına varır. Semetey de babası gibi güçlü bir kahraman olur ve onun yurduna döner, babasının hanlığını sürdürür; savaşlarını devam ettirir. Akın Han’ın kızı Ay-Çörek’le evlenir. Onun gördüğü bir rüyaya önem vererek sefere çıkar ve bir ihanet sonucunda ölür. Ay-Çörek’ten Seytek adında oğlu doğar. O da babası ve dedesi gibi yenilmez alp olarak Kırgızları zafere, refaha, servete kavuşturur. Talas’tan Taşkent’e kadar ülkelerde Türklerin Hakanı olur.
13- KARA YORGA DESTANI |
14- ALPAMIŞ DESTANI |
On altı boydan oluşan Kongratların beyi Alpun (Alpin), Davan (Daban) Bey'in oğludur. Alpun'un Baybörü ve Baysarı adlarında iki oğlu olur. Ne var ki bu ikisinin de çocukları olmaz. Bu yüzden her fırsatta toplum tarafından aşağılanırlar. Sözgelişi gittikleri bir düğünde bunları kimse karşılamaz, önlerine yemeğin en kötüsü getirilir. Bu ve buna benzer hareketlerden rahatsız olan iki kardeş kırk gün tanrıya yalvarırlar. Rüyalarına giren dervişten çocuklarının olacağını öğrenirler. Dervişin dediği çıkar ve zamanı geldiğinde, Baybörü'nün bir oğlu bir kızı olur. Büyük bir ziyafet verilir. Derviş kimseye görünmez, sadece iki kardeşe görünür. Oğlana HakimBek, kıza Kaldırgaç adını kor. Baysarı'nın da kızı olur. Derviş bu kıza da Ay Barçın adını kor. Baybörü ve Baysarı’ya Hakim Bek'le Barçın'ın evleneceklerini, Hakim Bek'in ileride bileği bükülmez bir yiğit (batır) olacağını söyler, gözden kaybolur. Ailelerin anlaşmasıyla Hakim'le Barçın birbirine beşik kertme edilir. Çocuklar üç yaşında mektebe gönderilir. Hakem yedisine gelince babası onu beyliğin vecibelerini öğretmek üzere onu mektepten alır. Hükümdarlığa hazırlanan Hakim, dedesi Alpun'dan kalan on dört batman pirinç yayı çeker. Fırlayan ok yıldırım gibi gider, önüne çıkan Askar dağının tepesini koparır. Kongratlılar toplanıp müşavere ederler ve “Dünyadan biri eksik doksan alp geçti ve alpların başı destan kahramanı Rüstem'di, sonuncusu da Alpamış olsun." (Kurgan, 1943; 73-76) deyip Hakem'in adını Alpamış koyarlar. Şah-ı Merdan (Hz. Ali) Alpamış'ın sırtını sıvazlar. Bu yüzden ateşe atılsa yanmaz, Alpamış'a ok atılsa işlemez ve yanından "Kırklar" ayrılmaz olur. Diğer taraftan Baybörü'nün kardeşi Baysarı da; " Gök Kamış gölünde koyun sağdırıp hayvan bakımını öğreteyim." diyerek kızını mektep ten çıkarır. Kongrat kabilesinin başkanı olan Baybörü, zalim, merhametsiz ve tamahkârdır. Dini işlerde kullanmak için herkesten zekât almak ister. İşe, kardeşi Baysarı'dan başlar. Baysarı, karşı çıkar ve ağabeyi Baybörü'ye baş kaldırır. Böylece Kongrat kabilesi ikiye ayrılır. Baysarı, ailesini ve adamlarını toplar kâfir eline gitmek üzere yola çıkar. Doksan dağ geçip, altı ay yolculuk ettikten sonra, Kalmuk Şahı Tayça Han'ın yanına gider. Kalmuk ülkesinde, Baysarı'nın adamları ot zannederek ekili alanlarda hayvanlarını otlatırlar.
Halk Tayça Han'a Baysarı'yı şikâyet eder. Tayça Han, hoş görür ve topraklarında yaşamalarına izin verir. Aradan yedi sene geçer. Baysarı'ya bağlı olan boy, huzur içinde hayatını sürdürür. Bu arada Barçın büyür ve alımlı bir güzel olur. Daha çocukken Alpamış'a beşekkertme yapılan Barçın devamlı Alpamış'ın yolunu gözler. Güzelliği herkesçe bilinen ve henüz on dört yaşında olan Barçın'ı, Surkayıl denilen ve yedi oğlu olan düzenbaz kadın, küçük oğlu Karacan'a almak ister. Bu yedi kardeş Tayça Han'a hizmet eden 90 batırın en iyisidir. Surkayıl, Barçın'a dünür olur. Kızın annesi beşekkertmeli olduğu için ret cevabı verir. Diğer pehlivanlar (batırlar) da Barçın'ı kendilerine almak isterler. Yoğun baskı altında kalan Barçınaltı ay izin ister. Bu arada on hızlı süvariyle Alpamış'a haber gönderir. Süvariler, mektubu Baybörü'ye verirler. Baybörü, Alpamış'ın gitmesine rıza göstermez, mektubu da börkünün içinde saklar. Kaldırgaç, babasının odasını temizlerken mektubu bulur ve Alpamış'a bildirir. Alpamış, kardeşi Kaldırgaç'ın ve at bakıcısı Kultay’ın yardımıyla iyi cins at olan Bayçıbar (Bayçalbır)'a binip hızla Kalmuk ülkesine doğru yola çıkar. Yolda rastladığı Barçın’ın habercilerini geçer, sonunda Barçın'ın yaşadığı yere yaklaşır. Yolda, amcası Baysarı'nın yanında çalışan Kaykubatadlı çobana rastlar. Kaykubat onu, o gece misafir eder. Ertesi gün amcasının yurduna ulaşır. Orada Karacan Batır'la karşılaşır ve onunla arkadaş olur. Karacan,annesi Surkayıl’ın muhalefetine rağmen, Alpamış'ı misafir eder. Barçın'a tanınan altı aylık süre de bu sırada dolmuştur.
Çaresiz kalan Barçın, dört yarış şartı getirir ve bu yarışlardan kim galip çıkarsa, onunla evlenebileceğini söyler. Yarışlar şöyledir: Uzun mesafeli at yarışı, ok atışı, bin adımdan bir gümüş paranın tüfekle vurulması ve güreş. 45 gün sürecek olan at yarışına 490 kişi katılır. Yarışçıların içinde Alpamış'ı temsilen Kalmuklardan ayrılan ve Müslüman olan Karacan'da vardır. Karacan, Bayçıbar’la yarışır. Kalmuklar, haset edip Karacan’ı bağlarlar, Bayçıbar'ın toynaklarına çivi çakarlar ve geriye dönerler. Bağlarından kurtulan Karacan, atını tedavi eder, onların arkalarından yetişir ve yarışı birinci olarak bitirir. İkinci yarışta, dedesinin yayı ile yarışan Alpamış en uzağa oku atarak birinci olur. Üçüncü yarışta da yarışmacılara yarı yarıya fark yaparak 1000 metre mesafeden tüfekle gümüş parayı vurur. Son yarışta Kalmuk batırlarını birer birer güreşip öldürür. Batırların en yiğidi ve Surkayıl’ın en büyük oğlu olan Kokaldas'ı da bu arada öldürür. Böylece Barçın’la evlenmeye hak kazanır. Alpamış, Barçın'ı ve Kongrat halkını alıp ülkesine doğru yola çıkar. Baybörü'nün tavrına üzülen amcası ve kayınpederi olan Baysarı,orada kalır. Tek kalan Baysarı, Kalmuk Şahı'na köle olur, kendisine yapılan kötülükleri göğüslemeye çalışır. Alpamış'ın yaptıklarını hazmedemeyen Surkayıl,Tayça Han'ı tahrik ederek, Alpamış'tan intikam almaya zorlar. Kalmuk Şahı onları öldürmek için arkalarından kuvvet gönderir. Alpamış ve Karacan gelen kuvvetleri mağlup eder. Esenlikle ülkelerine verirlar. Alpamış’ın Baysarı’nın yanına ikinci gidişi de onu tutsaklıktan kurtarmak düşüncesiyle olur. Babası Baybörü buna mani olmak ister. "Sana Baysarı'nın kızı lâzım idi. Kalmuk ülkesine gittin, onu getirdin, kendine eş ettin. Kardeşim Baysarı'yı getirip başıma dert açacaksın. Kardeşim ölürse bırak orada ölsün, yoksa kendine tabi olanların içine dönsün. Onun için ölmene değer mi?" der. Alpamış, kararından döndüremez. 40 yiğidini yanına alıp Kalmuk ülkesine gitmek üzere yola çıkar. Onun geleceğini haber alan Surhayıladındaki fitne kadın, oğullarını mağlup edip mahvolmalarına sebep olduğu için, intikam duygusuna kapılır. Güzergâh üzerine bir ev yaptırıp 40 hizmetçisiyle burada yaşamaya başlar. Orada geçen Alpamış, niçin yalnız başına orada yaşadığını sorar. O da Kalmuk Şahı Tayçan'a kırgın olduğunu ondan uzakta yaşamak için buraya geldiğini söyler. Alpamış ve arkadaşlarını misafir eder. Onlara ilaçlı şarap verir, bayıltır. Dışarı çıkar, evi ateşe verir. Alpamış'a ateş dokunmaz ve yangından sadece o kurtulur. Tayçan gelir, Alpamış'ı baygın bulur. Başını kesmek ister. Lâkin hiç bir silah Alpamış'a tesir etmez. Surkayıl'ın teklifi üzerine derin bir kuyu kazdırılıp içine atılır. Etrafa Alpamış'ın öldüğü haberi yayılır. Haber Barçın'ın kulağına kadar gelir. Barçın, acıyla kıvranır. Bir oğlu olur; adını Yadigârkoyarlar. Baybörü'nün evlatlığı Ultandaz (Ultan) bu dedikoduyu fırsat bilerek yönetimi ele alır. Barçın'a göz koyup kendisine eş edinmek ister.
Hana ve yakınlarına kötülük eder. Öyleki, Alpamış'ın kız kardeşi Kaldırgaç, evini terk edip dağlarda deve çobanlığı yapar. Alpamış, kuyuda yedi sene kalır. Birgün, kuyuya yaralı bir kuş (veya uçan bir kaz) düşer. Alpamış kuşu tedavi eder. Kanadına, yazdığı bir mektubu bağlayıp salıverir. Günün birinde mektup tarlada bulunan bir kadınla, bir küçük oğlanın eline geçer. Bu kadın Kaldırgaç'tır. Kadın mektubu okur, hemen Karacan'a haber verir. Karacan,Alpamış'ı kurtarmaya gider. Bin bir zorlukla kuyuyu bulur. Yaptığı ipekten halatla Alpamış'ı yukarıya çekmeye çalışır. Ne var ki, Alpamış kuyudan çekilerek kurtarılmayı istemez, ayaklarını kuyuya dayayarak Karacan'ın işini zorlaştırır. Karacan, ister istemez eli boş geri dönmek zorunda kalır. Kalmuk Şahı'nın kızı Tabka-ayım'ın uzun tüylü kar beyazı bir keçisi vardır. Bu keçiye bakan Keykubat aynı zamanda Şah'ın kızına da âşıktır. Keçi birgün sürüden ayrılıp yalnız dolaşırken, Alpamış'ın bulunduğu kuyuya düşer. Keçiyi kuyuda bulan Keykubat, orada Alpamış'ı da görür ve onu tanır. Keykubat, hergün Alpamış'a bir koyun atar. Bu arada Alpamış, Keykubat'tan Tabka-ayım'a âşık olduğunu öğrenir. Elindeki koyun kemiklerinden bir kaval yapar, Tabka-ayım'a gönderir. Tabka-ayım bunu yapanı merak eder ve görmek ister, kuyunun başına gelir. Alpamış'ı görünce âşık olur. Evi ile kuyu arasında tünel kazdırmayı düşünür. Bu uzun bur zaman alır. Tünel bittiğinde Alpamış'ı ziyarete başlar. Tünelin çapı kız için normaldir, ancak Alpamış’a göre dardır. Birgün Surkayıl, Tabka'yı ziyarete gelir. Kaza ile tünelin çıkışını örten halıya basar ve tünele düşer. Merakla tünelin içinde yürür. İleride Alpamış'la Tabka'yı konuşurken görür. Kadını fark eden Alpamış kendisi tünele sığamadığı için, Tabka'dan onu yakalamasını ister. Ancak Tabka bunu başaramaz, kadın kaçıp kurtulur. Alpamış,Tabka'dan atı Bayçırbar'ın yerini öğrenir. Kıza, bir avuç kokulu saman verir. Kız samanı ata verdiğinde zincirleri kırıp ahırdan kaçar, derhal kuyunun başına gelir. Alpamış'ın sesini duyunca, kuyruğunu kuyuya salıverir. Kuyruk, Alpamış tutuncaya kadar uzar. Alpamış kuyruktan tutunarak kuyudan dışarı çıkar. Diğer taraftan Surkayıl, doğruca Şah’ın yanına gider ve gördüklerini Şah’a anlatır.
Şah, Alpamış'ı diri diri gömmek için adamlarını gönderip kuyuya taş toprak doldurtur. O sırada dışarıda olan Alpamış, Şah'ın adamlarını öldürmekte zorluk çekmez.. Tek başına orduyu yenip Şah'ı ve Surkayıl'ı da öldürür. Keykubat'ı Kalmuk tahtına oturtur ve tabka'yı ona eş eder. Sonra, ülkesine dönmek üzere onların yanından ayrılır. Yolda bir kervana rastlar. Yokluğunda ülkesinde pek çok hadise cereyan etmiştir. Karısı Barçın'dan Yadigâr adında bir oğlu olmuştur. Baybörü'nün evlatlığı Ultandaz (Ultan) kuvvet toplayıp Baybörü'yü devirerek Kongratların idaresini ele almıştır. Barçın'la evlenmek için Böybörü'ye, Kaldırgaç'a Yadigâr’a ve ailenin diğer fertlerine baskı yapmaktadır. Kervancı, kabilesinin dağıldığını ve Ultan'ın, eşi Barçın'la evlenmek için düğün hazırlıklarına başladığını haber verir. Ülkesine döndüğünde, Kaldırgaç’ı görür ve kendini ona tanıtmaz. Yoluna devam eder ve yılkı çobanı Kultay'a rastlar. Kultay, omuzunda Hz.Ali nişanesi bulunan Alpamış'ı tanır. Alpamış çobanla elbisesini değişir, düğün evine gider. Alpamış, düğün evinde ok atışına iştirak eder, birinci olur. Bu arada on batmanlık yayına kavuşur. Barçın'a manzum olarak duygularını ifade eder, o da aynı şekilde cevap verir. Barçın onu tanır, oğlu Yadigâr’a babasının döndüğünü söyler. Bu arada Kultay, Alpamış'ın elbisesi ve atı Bayçıbar'a binip düğün evine gelir. Alpamış,Ultandaz'la vuruşur ve onu öldürür. Böylelikle yeniden Barçın’a kavuşur. Amcası (kayınpederi) Baysarı Kalmuk ülkesinden geri döner
TÜRK MİTOLOJİSİNDE TANRILAR VE TANRICALAR |
AY-ATA (AY DEDE)
AYAZ ATA (DEDE)
Türk, Altay ve Orta Asya mitolojilerinde, özellikle Kazak ve Kırgız Türklerin de ve Türkmenlerde Soğuk Hanı olarak tanımlanmaktadır. Mitolojilere göre kışın soğukta ortaya çıkan, kimsesizlere ve açlara yardım eden günümüz karşılığı ile bir evliyadır denilebilir. Ayas Han olarak da bilinir. Tüm Türklerde Ayaz yakıcı soğuk manasına gelmektedir. Özellikle Ay’ın net olarak görüldüğü havanın açık olduğu gecelerde Ay Tanrısının ona bağlı bulunan Ayas Han’ı Türkleri koruması için gönderdiği düşünülürdü.Ayaz Ata bu hali ile Noel Babaya çok benzemektedir. Hatta Kazaklarda birebir “Noel Baba” ile özdeşleşmiştir. Bazı kişiler her ne kadar bu kişinin Hristiyan olduğunu iddia etse de, etimoloji ve kültürel olarak Türk kültüründe zaten var bulunan bir kişilik olduğu kesindir. Ayrıca Azerice’deki Şahta Ata “Şaxta Baba” sözcüğü de yine birebir çeviriyle Soğuk Ata veya Ayaz Ata anlamına gelir.Özbekçede “Şahta” sözcüğünün “Ocak” anlamına gelmesi ise kelimenin anlamı açısından dikkat çekicidir. Azerbaycan Türkleri’nde de “Şahta Baba” olarak geçer. Başkurt dilinde, Ayaz Ata, “Kış Babay” (“Kış Babası”) olarak yer alır. Torunu ise “Karhılıu” (“Kar Güzeli”) adıyla anılır. Tatar kültüründe “Kış Babay”, (“Kış Babası”), torunu ise “Kar Kızı” (“Кar Kızı”) olarak bilinir.
AK-ANA
Sonsuz sulardan çıkıp, Ülgen’e yaratma emrini veren ve tekrar sulara dönen tanrıça ak anadır. Altay Türklerinin inancına göre, ışıktan bir kadın hayali şeklindedir. Ülgen ilk yaratılış ilhamını Ak anadan alır ve dünyaya destek olması için üç tane de balık yaratır.Türk mitolojik görüşlerine göre Ak ana boynuzlu olarak betimlenir. Eski çağlarda Ana tanrıça heykelcikleri de boynuzlu olarak simgelenmiştir. Türk ve Altay başta olmak üzere birçok mitolojide, Deniz Tanrıça’dır. Türk dillerinde; Ağ Ana, Ürüng Ene, Şura Ene olarak anılırken, Moğollarda Sagan Ece olarak bilinir. Hiçbir şey yaratılmadan önce yalnızca sonsuz su varken çıkmıştır. Tanrı Ülgen’e yaratma ilhamını vermiştir ve yine suya dönmüştür. Işıktan bir bedeni bulunur ve başında gücünü simgeleyen taç benzeri boynuzları vardır. Denizkızı gibi uzun bir balık kuyruğu da bulunur ve bu kuyruk, maviye çalan bir renktir. Etrafında denizyıldızları dolaşırken tasvir edilir.Hayatın başlangıcında, her şeye ruh veren ve yaşam döngüsünü başlayan tanrıça, Akdeniz’de yaşar. Geyik şekline girerek su yüzünden çıktığı, Göktürklerin Atası ile evlendiği söylenir.
AKBUGA
Akbuğa – Türk ve Altay mitoljisinde Tıp Tanrısı. Akböğe (Akböke, Akbüke, Akbüğe) olarak da bilinir. Hekimlerin koruyucusudur. Kolunda taşıdığı büyük beyaz bir yılan ile simgelenir. Hekimler kendisine dua ederler ve yardım dilerler. Elinde bilgiyi ve bilgeliği temsil eden bir asası vardır. Bu asa ile kime dokunursa hemen iyileşir. Ak Yılanı ise yeryüzündeki yılanlardan farklı olarak ağulu (zehirli) değildir. Onun ağusu ilaçtır, her tür hastalığı sağaltır.
BAY-ULGEN (İYİLİK TANRISI)
Bay Ülgen göğün 16. katında Altın dağda ikamet eder ve altın bir taht üzerinde oturur. Tahtı ay ve güneşin ötesindedir. Ülgen, gök cisimlerini yönetir, yağmur yağdırır, gök gürültüsü ve yıldırımları da o gönderir. Tanrı Ülgen biri ak biri kara taşla gelerek ateşin nasıl yakılacağını insanlara öğretmiştir. Eliade’ya göre gök gürültüsü ve şimşek tüm mitolojilerde gök tanrının silahıdır ve yıldırımıyla vurduğu yer kutsallık kazanır.
Türk mitolojisinde yani tengricilik döneminde, iyilik tanrısıdır. Ülken, Ulgan gibi farklı isimlerle de anılır. Göğün 16. katında yaşar ve Kayra Han’ın oğludur. Aynı zamanda Kayra Han’dan sonra ikinci derece öneme sahiptir. Tek tanrı inancına göre; Gök Tanrı’nın oğludur ve gökyüzünün hükümdarıdır. Sibirya kavimlerinde ise yaratıcı tanrı olarak isimlendirilir. Altın Dağ’da, altın bir sarayda yaşar. Ayrıca altın bir tahtta oturur.
Gök cisimleri yöneten Ülgen; hava durumu, verimlilik, doğurganlık gibi konularla ilgilidir. Yani göksel ve mitolojik olayların ilk kaynağı olarak bilinir. Aynı zamanda biri beyaz, biri siyah iki taşla gelip, insanlara ateş yapmayı öğrettiği de söylenir. Uzun saçlı ve büyük kalkanlı bir karakterdir. Yunan mitolojisindeki “Tanrıların babası Zeus” gibi yıldırımlar ve şimşeklerle tasvir edilir. Yıldırımla vurduğu yerin ise kutsandığı düşünülür. Ülgen’in 7’şer oğlu ve kızı vardır. Eşinden ise Taz Hanım (Kel Hanım) olarak, birkaç kaynakta bahsedilir. Kendisi gibi çocuklarının da insan şeklinde göründüğü bilinir. Göğün hakimi olduğu için mavi renk ile simgelenir. Ayrıca dünyayı taşıması için 3 balık yaratır. Göğün 16. katı olarak belirtilen yaşadığı yer ise Ay, Güneş ve yıldızlardan çok uzaktadır. Sağında ve solunda iki ak Güneş bulunur. Bunlar ise kendisine ulaşmak isteyen şamanlar için bir engeldir. Şamanların en güçlüsünün bile Altın kazık yani Kutup Yıldızı’na kadar ulaşabildiği söylenir.
Karşıt Han: Karşıt Han – Türk ve Altay mitolojisinde Temizlik Tanrısı. Karzıt olarak da tanınır. İnsanlara temizliği öğretmiştir. Ülgen Han’ın oğludur. Ülgenin oğulları içinde en duygulu olanıdır. Temizlik Türk kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Su, ateş, toprak temizleyici unsurlar olarak görülmüştür. Su zaten en önemli temizleyicidir. Ateşin de gözle görülmeyen mikroskobik canlıları öldürdüğü günümüzde bilimsel bir gerçektir. Toprak ise ölen canlıların gömülerek hastalıklara neden olmalarını engeller. Köylerde kadınlar, kimyasal temizleyicilerin bulunmadığı dönemlerde tabak, çanak gibi mutfak gereçlerini ırmak ve dere kıyılarında mil ile (balçıklı kum) veya külle ovalayarak temizlemekteydiler. Karşıt Han, temiz insanlara yardımcı olur.
Pura Han:Pura Han – Türk ve Altay mitolojisinde At Tanrısı. Bura Han olarak da bilinir. Şamanların göğe çıkmak için kullandıkları atlara Pura (Bura) adı verilir. Sonraları İslamdaki Burak adlı binek ile özdeşleşmiştir. Bu hayvanlar kurt başlı olarak betimlenirler. Bu atları kendilerine Pura Han getirir. Pura Han ve Puralar şamanı kötü ruhlardan korurlar. Ülgen Han’ın oğludur. Şamanların gökyüzüne çıkmak için kullandıkları, kurt başlı atların adı. Bu atlar şamanları kötü ruhlardan korurdu.
Burça Han:Burça Han – Türk ve Altay mitolojisinde gönenç tanrısı. Yeryüzündeki huzur ve refah meydana getirir. Tanrı Ülgen’in oğludur.
Yaşıl Han: Yaşıl Han – Türk ve Altay mitolojisinde Doğa Tanrısı. Yeşil Han veya Çeçil (Çecil, Cecil) Han olarak da söylenir. Doğayı korur, bitkilere can verir. Yedi Altay boyundan birisinin koruyucusudur. Doğanın yeşillenmesini ve doğumunu (baharı) yönetir. Tanrı Ülgen’in oğludur. Türk kültürü doğayla bütünleşik ve onu kendi parçası gibi gören bir yaklaşıma sahiptir. Doğayı tüketmeyi ve onu cansız bir nesne görmeyi hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bunun en somut örneği Yaşıl Han’dır. Bahar aylarında derelere ve göllere dökülen sütler, çökelekler, peynirler, ekmekler hem bir Saçı (Kansız Kurban) hem de buralardaki canlılar için bir besin niteliğindedir. Doğaya yönelik bu saygıyı şu cümlelerde rahatlıkla görebiliriz.
Karakuş Han: Karakuş Han – Türk ve Altay mitolojisinde Kuşlar Tanrısı. Karaguş veya Harahus olarak da anılır. Karağuş şeklinde de söylenir. Kuşlara hükmeder. Tanrı Ülgen’in oğludur.1 Karakuş Türklerde büyük ve yırtıcı kuşları tanımlamakta kullanılan ortak bir tabirdir. Ayrıca, kam'ın ayin sırasında yaptığı hareketlerin, bazı yörelerde rastlanan kartal oyunu ile temsil edildiği görülmektedir. Kartal oyunu Siirt'te, “Harahusta”, Urfa ve Adıyaman’da “Karakustana” şeklinde söylenir. Hınıs'ta ise “Yarkusta” oyunu denir. Bu oyunun Karakuş Han’a bir saygı içermesi de muhtemeldir.
Kanım Han: Kanım Han – Türk ve Altay mitolojisinde Güven Tanrısı. Yeryüzündeki dürüst ve güvenilir insanları korur. Ülgen Han’ın oğludur. Er Kanım olarak anılır. Güvenilirlik Türk inanç sistemindeki önemli kavramlardan birisidir. “Eline, beline, diline sâhip ol!” (Hacı Bektaş-ı Veli) sözü bu anlayışın en özlü ve en muhteşem anlatımıdır.
Baktı Han:Baktı Han – Türk ve Altay mitolojisinde Lütuf Tanrısı. Paktı Han olarak da söylenir. Yeryüzündeki iyiliklere vesile olur. İnsanlara lütufta bulunur. Tanrı Ülgen’in oğludur. Şor Türklerinde güz mevsiminde kendisine “Paktıgan” adı verilen bir tören yapılır. Adı Koça Han ile birlikte anılır. Kök (bahar) mevsiminde ise “Koçagan” töreni gerçekleştirilir.
BUGÜ TENGRİ
En tanınmış adları “bögü” ve “tengri” idi. Bögü Uygurca alim, filozof anlamında kullanılır. Ayrıca büyücü sihirbaz anlamına da gelir. Kendisi savaşçı bir kağan değil, filozoftur. Bügü Kağan, Mani dinini Uygurların resmi dini olarak kabul etmiştir. Mani dinine mensup olanlar beyaz elbise giyerdi.
DENİZ TANRICASI
Göktürklerle ilgili bir mitoloji de, Göktürklerin atalarından birinin, (ki ataları kurttur) bir mağarada, ak geyik kılığına giren bir deniz tanrıçası ile ilişkisi olduğu anlatılır. Göktürkler nesillerinin kurttan geldiğini söylemekle beraber efsanelerinde dişi geyikte rol oynar. Dişi geyik bir ilahedir ve vücudundaki lekeler yıldız işaretleri olarak görülür. Dişi geyik eski Hun anlatılarında yol gösterici rolü oynar Göktürklere ait bir mitolojide, atalarından birisinin bir mağarada ak geyik kılığına giren bir deniz tanrıçası ile ilişkisi olduğu anlatılmaktadır. Nesillerinin kurttan geldiğini söyleseler bile dişi bir ak geyiğin rol oynadığını da söylerler. Bu nedenle de geyik tanrıça veya deniz tanrıçası olarak anılan, yol gösterici dişi bir geyik vardır.Geyik Tanrıça’nın kafasında geyik boynuzu bulunmaktadır. Aynı zamanda kanatları vardır ve siyah örgülü uzun saçlarıyla tasvir edilir.
Erlik, Altay Türklerinin mitik tasavvurlarında kötü ruhların başındadır, başkanıdır. Erlik “güçlü, kuvvetli” anlamlarına gelir. Bazı Türkologlara göre bu kelime “erklig” kelimesinin bozulmuş halidir. Bu araştırmacılara göre eski Uygur Buda metinlerinde yer altındaki karanlık dünyanın hakimi olan ve ölüm ruhu motifini karşılayan Yama’ya Erklig Yama denir. “Kudretli” anlamına da gelen bu kelime şamanist tasavvurlarda “Erlik” şeklinde, kötü ruhların başındaki antagoniste isim olmuştur.Şaman dualarında Erlilk’e “Kayrakan” olarak da seslenilir. Erlik insan için acı, eziyet ve ölümle eşdeğerdir. Erlik’in yeraltı diyarıyla ilgili farklı tasvirler de mevcuttur. Erlik yeraltı diyarında kara çamurdan bir sarayda veya duvarla çevrili kara demirden bir sarayda yaşar. Erlik’in sarayı insanların gözyaşlarından oluşan dokuz nehrin birleşerek Toybodım (Doymadım) Nehri’ne dönüştüğü yerde veya abra ve yutpa denilen korkunç su canavarlarıyla dolu olan Bay Tenis (Bay Deniz)’in yanında bulunmaktadır.
Yunan mitolojisindeki Hades ile eşdeğer görülen tanrıdır. Kayra Han tarafından cezalandırılmış ve yeraltının tanrısı olarak görevlendirilmiştir. Erlik Han, kötülük yapan Tanrı ruhu olarak tanımlanır. Gök Tanrı’nın oğludur. Günümüzde ise kötü cin olarak tanımlanır. Altayların yaradılış hikayelerinden birine göre Erlik Han; dünyanın yaradılışında Kayra Han’a kötülük yapmıştır ve cezalandırılmıştır. Bu nedenle de yeraltı aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda gümüş bir tahtta oturmaktadır. Bu sarayda koyu kırmızı ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. Emrinde ise dokuz semerli boğa bulunmaktadır.
Efsaneye göre; hayat ağacının dallarında türeyen halkın biri için Erlik, “bu halk benim olsun” der. Kayra Han da “git kendi halkını bul” der. Daha sonra Erlik, ağacın doğuya bakan 5 dalından istifade etmesine izin verilen halkı, diğer yasaklı dört dala geçirmek için baştan çıkartır. Erkek Törüngey ile kadın Eje, Erlik’in “bu dört dal aslında size yasak değil, meyveleri de pek tatlı, dilediğiniz kadar yiyin,” lafına kanar. Erlik, ağacı bekleyen yılan uyurken ağzına girerek ağaca çıkar. Eje’ye müsaade ettiğini söyleyerek meyve sunar, Törüngey’in de ağzına sürer.
Tanrı, bu durumu fark eder ve Erlik’i cezalandırır. Eje’ye “sen benim sözümü tutmadın, bundan sonra gebe kalasın ve doğum sancısı çekesin” der. Törüngey’e ise “sen benim sözümü tutmadın, 9 kızın 9 oğlun olacak ve hepsinden sen sorumlu olacaksın, insan neslini sen çoğaltacaksın,” der. Yılana, “sen benim sözümü tutmadın, bundan böyle şeytan diye bilinesin, herkes seni ezmeye öldürmeye çalışsın,” der. Sonra da Eje, Yörüngey ve yılanı, hanesinden kovar ve dünyaya gönderir.
Kısaca bildiğimiz Adem ve Havva hikayesinin, Türk mitolojisindeki benzeridir. Erlik; atletik yapılı, sağlam gövdeli, yaşlı bir varlık olarak düşünülür. Gözleri ve kaşları kapkara tasvir edilir. Ayrıca çatal sakalının dizlerine kadar uzandığı bilinir. Kulaklarının üstü, uzun kıllarla kaplıdır. Çenesi, tokmağa; boynuzları ise ağaç köklerine benzer. Kamçısı karayılandır.
Karaş Han: Türk ve Altay mitolojisinde Karanlık Tanrısı. Karış Han olarak da bilinir. Altay mitolojisinde, Erlik'in dokuz oğlundan biri olduğuna inanılan ve Yeryüzü'ndeki kötülükleri yönetenler arasında yer aldığı kabul edilen tanrıdır. Karanlığı oluşturur. Geceleri hüküm sürer. Erlik Han’ın oğludur. Sert yapılı, iri vücutlu olarak anlatılır. Kara Yılanları vardır.
Matır Han: Türk ve Altay mitolojisinde Cesâret Tanrısı. Matur (Patur, Patır, Batur) Han olarak da söylenir. Korkusuz bir savaş tanrısıdır. Erlik Han’ın oğludur. Taş bilekli olarak betimlenir.
Şıngay Han: Türk ve Altay mitolojisinde Kargaşa Tanrısı. Çıngay Han olarak da bilinir. Yeryüzünde kargaşa çıkarır. Karışıklığa sebebiyet verir. Erlik Han’ın oğludur. Her yeri alt üst eden olarak tanımlanır.
Kümür Han: Türk ve Altay mitolojisinde bir kötülük tanrısı. İsmi nedeniyle Kömür Tanrısı olarak da bilinir. Kömir (Kümür Kümir) Han olarak da söylenir. Erlik'in dokuz oğlundan biri olduğuna inanılan ve Yeryüzü'ndeki kötülükleri yönetenler arasında yer aldığına inanılan ve kamla Erlik arasında arabuluculuk yaptığı kabul edilen tanrıdır. Kapkara bir görünümü vardır. Gömleği kara dumandandır. Yeraltında yaşar. Kötü ruhların ve şeytanların başı ve yöneticisi olarak görülür.
Badış Han: Badış – Türk ve Altay mitolojilerinde Felaket Tanrısı. Yeryüzünde felaketlere neden olur. Kıranlar ve afetler, salgınlar onun elinden gelir. İnsanların başına zorluklar getirir. Erlik Han’ın oğludur. Bastığında toprak yerinden oynar, değirmen taşlarını yutar. Demir kaşağılı olarak söylenir. Çolak (tek kollu) olarak anılır. Ancak bu tek kolunda dokuz insanın kollarının gücü vardır. Çolak sözcüğü günümüzde de Anadoluda tek kollu kimseler için kullanılan bir tanımlamadır.
Yabaş Han: Türk ve Altay mitolojisinde Bozgun Tanrısı. Cabaş Han olarak da anılır. Yeryüzünde kötülüklere ve bozgunculuğa sebebiyet verir. Karakam (kötücül şaman) ile Erlik arasında arabulucuk yapar. Erlik Han’ın oğludur. Aygır yeleli olarak betimlenir.
Temir Han: Türk ve Altay mitolojisinde Demir Tanrısı. Temür (Timür) Han olarak da bilinir. Moğollar Tömür Han derler. Demir madenlerini, demirci ocaklarını ve demircileri korur. "Akacak kanı yok, çıkacak canı yok" diye anlatılır. Pek çok boyların halkı and içtiklerinde, demiri ululamak için kılıcı çıkararak yanlamasına öne korlar. "Bu demir, gök renkli girsin kızıl renkli çıksın" derler ki "sözünde durmasan kılı kanına bulansın, demir senden öcünü alsın" demektir.
Uçar Han: Türk ve Altay mitolojisinde Haber Tanrısı. Kötü haberleri getiren tanrıdır. Erlik Han’ın oğludur. Bazen casusların tanrısı olarak görülür. Türklerde "Çaşıt", casus demektir. Çaşmak/Çaşıtlamak ise casusluk yapmak anlamına gelir. Uçar Han da çaşıtları (casusları) korur.
Kerey Han: Türk ve Altay mitolojisinde Arabozuculuk Tanrısı. Kirey Han olarak da söylenir. Yeryüzündeki kötülükleri yönetir. İnsanlar arasına nifak sokar. Erlik Han’ın oğludur. "Yes"/"Ças" (demir) bilekli olarak betimlenir. Yedi otağı bulunur. Ayrıca Moğol efsânelerinde adı geçen Kirey Han ile de isimsel benzerliği bulunmaktadır.
GEZER-HAN
Gerçekleştirdiği akınlar ve yaptığı kahramanlıklar uzun destanlarda işlenmiştir. Tarihsel bir kişilik olduğu iddia edilmiş fakat bu ispatlanamamıştır. Mucizevi bir doğum sonucunda babasız olarak dünyaya gelmiştir. Türk destanlarındaki gibi yeraltına iner, geri dönmeyi başarır. Asıl adı Büke Beligte'dir. Tanrılar tarafından gökyüzünden yeryüzüne gönderildiğine inanılır.
KUYAŞ-HAN
İngilizce kaynaklarda 'Güneş Tanrısı' olarak verildiği halde Türkçe kaynaklarda bu yönde bilgiler bulmak mümkün değildir. Bu nedenledir ki günümüzde hakkında pek bilgi yoktur.
KAYRA-HAN (Kara Han)
ltay Türklerine göre gökyüzündeki tanrıların en büyüğü Kara Han’dır. Kara Han 17. katta oturur. Bütün Tanrıların babasıdır ve oradan evrenin kaderini tayin eder. Eliade’ya göre Kara Han dünyanın yaradılışı ve sonu gibi konularda daima ön plandadır .Kara-Han yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir çam diker ve 16. kata oğlu Ülgen’i oturtur. Kara-Han, dokuz kişinin bu dallardan türemesini, dokuz ulusunda buradan meydana gelmesini ister. Kara-Han, insanoğlunun “ata” ve “ana”sıdır. Şamanlara göre Kara Han’ın Ülgen, Kızagan, Mergen adında üç oğlu vardır.
Kayır Han, Kayrakan gibi isimleri de bulunur. Ama Kara Han ile karıştırılmamalıdır. Türk Altay mitolojisinde Yaratıcı Tanrı veya Baş Tanrıdır. Babasının, ilk tanrı olan Gök Tengri olduğu söylenirken, annesinin olmadığı bilinir. Göğün 17. katında oturur ve diğer bütün tanrıların yaratıcısıdır. Evrenin kaderini belirleyen ve iyilik yönü ağır basan bir tanrıdır. Yeryüzünü yaratıp, dokuz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu ağacın yer ile göğü birbirine bağlayan “Uluğ Kayın” (yaşam ağacı) olduğu bilinir. İnsanların atası olan dokuz kişi de bu ağacın dallarında türeyerek, dokuz boy ortaya çıkar.
Altayların yaratılış efsanesinde de Kayra Han, dünyanın yaratıcısıdır. Tüm gök tengricilikte, Erlik Han’ı cezalandıran ve ye altı tanrısı olma emrini veren tanrıdır. Yani Yunan mitolojisindeki Zeus ile aynıdır. Kayra Han’ın 4 oğlu vardır. Bunlar; Ülgen, Yer Tengri, Mergen ve Kızagan’dır. Tanrıların tanrısı olduğu için somut nitelemeler pek yapılmamıştır ve soyut yönü anlatılmıştır. Bu nedenle de insan biçimli olarak tasvir edilmemektedir. Kışları yeryüzünde, yazları ise gökyüzünde geçirdiği bilinir.
KARLIK (DUMAN TANRISI)
Ülgen’e kurbanların ruhlarını ileten karakterdir. Türk ve Altay mitolojisinde Duman Tanrısı olarak bilinir. Karluk Han ismiyle de anılır ve sembolü dumandır. İnsanların yaşamlarını denetleyen, bir değişik olduğunda da Ülgen’e ileten mitolojik karakterdir. Kurbanlar yakıldığı zaman çıkan duman, Karlık Han’ın geldiğinin habercisidir. Genellikle Suyla Han ile birlikte görülmektedir
KARTAL-ANA
Yakut Türklerinin inanışlarına göre Şamanlar yeryüzüne kartal ana tarafından getirilmişlerdir. Er-Töştük destanında da kartal dişi olarak görünür. Kartal Yakutlara göre Güneşin sembolüdür. Yakutlar analarının bir kartaldan geldiğine inanırlar. Bundan dolayı Kartal “güneş kuşu” olarak da nitelendirilir. Kendi küllerinden doğan phoenix daha genç olarak dünyaya gelir. Bu nedenle yeniden doğuşu, ebedi hayatı, ölümsüzlüğü ve güneşin doğuşunu simgeler. Çin mitolojisinde de ateşi, sıcaklığı, hasat mevsimini ve güneşi sembolize eder.
Kartal Ana olarak anılır ve Türk, Altay, Moğol mitolojisinde Kartal Tanrıça‘dır. Şamanları yeryüzüne getiren tanrıdır. İnanışa göre; Şaman olacak bir çocuğun ruhu, bir kartal tarafından yutulur. Daha sonra kartal, güneşli bir bölgeye göç eder ve çayırların ortasında bir kızıl çam ve bir kara kayın olan yere gelir. Kartal yumurtayı burada ağaçlardan birisinin tepesine bırakır. Yumurta bir süre sonra çatlar ve içinden bir çocuk çıkarak, ağacın altındaki beşiğe düşer.
Bazı Türk boyları, kartaldan türediklerine inanır. İyi şamanların, kızıl çam üzerindeki kızıl yumurtadan; kötü şamanların ise kara kayın üzerindeki kara yumurtadan çıktıkları bilinir. Kartallar ise ömrü boyunca şamanları korurlar ve yardımcı olurlar. Bu kartalın ise çok büyük olduğu ve sol kanadıyla ayı, sağ kanadıyla da güneşi kapladığı bilinir.
KAYRA-HAN (Kara Han)
ltay Türklerine göre gökyüzündeki tanrıların en büyüğü Kara Han’dır. Kara Han 17. katta oturur. Bütün Tanrıların babasıdır ve oradan evrenin kaderini tayin eder. Eliade’ya göre Kara Han dünyanın yaradılışı ve sonu gibi konularda daima ön plandadır .Kara-Han yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir çam diker ve 16. kata oğlu Ülgen’i oturtur. Kara-Han, dokuz kişinin bu dallardan türemesini, dokuz ulusunda buradan meydana gelmesini ister. Kara-Han, insanoğlunun “ata” ve “ana”sıdır. Şamanlara göre Kara Han’ın Ülgen, Kızagan, Mergen adında üç oğlu vardır.
Kayır Han, Kayrakan gibi isimleri de bulunur. Ama Kara Han ile karıştırılmamalıdır. Türk Altay mitolojisinde Yaratıcı Tanrı veya Baş Tanrıdır. Babasının, ilk tanrı olan Gök Tengri olduğu söylenirken, annesinin olmadığı bilinir. Göğün 17. katında oturur ve diğer bütün tanrıların yaratıcısıdır. Evrenin kaderini belirleyen ve iyilik yönü ağır basan bir tanrıdır. Yeryüzünü yaratıp, dokuz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu ağacın yer ile göğü birbirine bağlayan “Uluğ Kayın” (yaşam ağacı) olduğu bilinir. İnsanların atası olan dokuz kişi de bu ağacın dallarında türeyerek, dokuz boy ortaya çıkar.
Altayların yaratılış efsanesinde de Kayra Han, dünyanın yaratıcısıdır. Tüm gök tengricilikte, Erlik Han’ı cezalandıran ve ye altı tanrısı olma emrini veren tanrıdır. Yani Yunan mitolojisindeki Zeus ile aynıdır. Kayra Han’ın 4 oğlu vardır. Bunlar; Ülgen, Yer Tengri, Mergen ve Kızagan’dır. Tanrıların tanrısı olduğu için somut nitelemeler pek yapılmamıştır ve soyut yönü anlatılmıştır. Bu nedenle de insan biçimli olarak tasvir edilmemektedir. Kışları yeryüzünde, yazları ise gökyüzünde geçirdiği bilinir.
KIZAGAN (SAVAŞ TANRISI)
Ülgen’in oğludur. Göğün 9. katında oturur. Çok kuvvetli tanrı anlamına da gelir. Roux’a göre 9. Kat Mars’ın konumlandırıldığı gök katıdır. Kızagan Tanrı, Banzarov’a göre, savaş tanrısıdır. Onlarca tehlikeli geçitlerde orduyu yönetmek ve düşmanı yenmekte, bu koruyucu ruhun yardımı olur. Altay Kamı göğe çıkarken Kızagan Tanrı’yı “kırmızı yularlı, kızıl erkek deve sırtında, gökkuşağı asalı baba!” diye çağırır. Buna bakarak, onun kırmızı renk ile simgelendiği sanılmaktadır.
KÜBEY HATUN (DOĞUM TANRICASI)
Altay Türklerine göre, ağaç, ulu ananın yaşadığı ve kahramanlara memesinden süt verdiği yerdir. Yakut Türklerine göre Doğum tanrıçası Kübey-hatundu ve ağacın içindeydi. Kökünden hayat suyu akıyordu.Er Sogotoh destanında mitolojik bir ağaç tasviri şöyledir. “Yarı beline kadar çıplak, alt tarafı ağaç kökleri gibi,Orta yaşlı ciddi bakışlı bir kadın kabaran göğüslerinden süt verir.”
Mitlerde çoğunlukla ağaç, ışık temasıyla ilişkilendirilir. Şaman dualarında ağaç, altın yapraklı, yetmiş yapraklı mübarek kayın olarak anılır. Kübey hatun yani doğum tanrıçası da bu kayın ağacının içinde yaşar.
Türk ve Altay mitolojisinde, Kubay Ana ismiyle de bilinen doğum tanrıçasıdır. Doğum yapan kadınları korur ve dişiliği simgeleştiren tanrıçadır. Süt Gölü’nden tulumlarla süt getirir ve doğacak çocuğun ağzına damlatır. Böylece çocuğun dışarı çıkmak istemesini sağlar. Yaşam ağacının içinde yaşar ve bacakları, ağacın kökünü andırır. Bedeni şişman değildir ve orta yaşlı görünür. Üst kısmı çıplaktır ve göğsünden süt verir. Uzun saçları vardır ve ışık saçar. Hamile bir kadın doğum yaparken, gökten iner ve onun yanında durur; ama kadın onu göremez. Çocuk doğduktan 3 gün sonra gider.
Kübey Hatun, yeryüzündeki saf ve temiz olan her şeyi korur. Bu nedenle de Temizlik Tanrıçası olarak görülür. Altay Türklerinde kayın ağacının kutsal sayılmasının nedenidir. Özellikle beyaz ulu kayın ağaçları, ilahi kabul edilir.
MERGEN-TENGRİ (AKIL TANRISI)
Her şeyi bilen, akıllı Mergen Tengere Göğün 7. katında oturur. Mergen kelime anlamı olarak okçu nişancı anlamına gelir. Bu anlamda Mergen, Yunan mitolojisindeki Hermes’i (Merkür) anımsatır. Hermes, akıl tanrısıdır ve bütün bilgilere sahip tanrı olarak kabul edilir. O karanlığın güçlerini yenen tanrıdır, çünkü “o her şeyi bilir ve her şeyi yapabilir”.
Pergen Han olarak da bilinir ve Türk – Altay mitolojisinde Akıl Tanrısıdır. Her şeyi bilen Mergen, aklı ve zekayı temsil eder. Kayra Han’ın oğullarından birisidir. Göğün 7. katında oturur ve bilgisi nedeniyle her şeye gücü yettiği kabul edilir. Bilgeliği sayesinde attığı okun, hedefinden şaşmadığı söylenir. İnsanlara bilgelik veren, bilimi ve felsefeyi öğreten karakterdir. Yayının iki ucunda kurt kapası vardır. Ayrıca kollukları da kurt kafası şeklindedir.Alaca bir ata binen Mergen, Yunan mitolojisindeki Hermes‘tir. Tanrı ve insanlar arasındaki iletişimi sağlayan bir habercidir.
OD-ANA
Yakut Türkleri ateş tanrıçasını ak saçlı bir kadın olarak görürler. Buryatlar ise, kırmızılar giymiş yaşlı bir kadın olarak veya ateşin yalımıyla dalgalanan yeşil veya kırmızı ipekten kaftan giymiş bir kadın olarak da düşünmüşlerdir. Bir başka şaman duasında da şöyle tasvir edilir. “sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun”.
Ocak ruhu dişildir. Evin tam ortası “evin kalbi”dir ve ocak yeri buradadır. Orta Asya da Hunlara ait, üç ayaklı ve kutlu kabul edilen kazanlar bulunmuştur. Yakutlara göre ilk ocağı Ülgen’in üç kızı yakmıştır. Yakutlarda ateş tanrıları yedi kardeştir.
Od Ana ismiyle de bilinen tanrıça, Türk, Altay ve Tatar mitolojisinde Ateş Tanrıçasıdır. Ocağı ve içinde yaşanan ateşi korumaktadır. Kırmızı giyinen, yaşlı bir kadındır. Ateşin yayılmasıyla dalgalanan kırmızı ipekten bir kaftanı bulunmaktadır. Genç ve al bir kısrağa binmektedir. Uzun, kırmızı ve örgülü saçları bulunmaktadır. Saçları da ateşi simgelemektedir. Çok büyük göğüslü bir şekilde tasvir edilir. Her ocağa bir koruyucu ruh olarak gönderilir. Yedi oğlu vardır ve hepsi Ateş Tanrısı’dır. Yeryüzündeki ilk ocağı ise Ülgen’in kızları yakmıştır ve Od Ana’ya emanet etmiştir.Od Ana, dokuz ateş ırmağının kavşağında, dokuz köşeli bakır bir evde yaşamaktadır. Bu evin ise ülkenin koruyuculuğunu simgelediğine inanılmaktadır.
ÖTÜKEN
Roux’a göre, etügen / itügen yer tanrıçasına verilen bir isimdir. Seyidov’a göre de Ötügen, devleti ve hakimiyeti koruyan bir ilahedir. Cengiz han Ötügen’e “ötügen anamız” der. Ayrıca bazı araştırmacılar, bir şaman ismi olan “utagan” kelimesinden türediğini ve bu kelimenin Türkçe “döl yatağı” anlamına geldiğini söyler.Ötügen, hayvanları ve toprak ile ilgili tüm ürünleri koruyan bir tanrıçadır. Aslında yer tanrıçası, ile doğum ve üretim arasındaki bağ neredeyse evrenseldir.
Yer Tanrıçası olarak da bilinir. Devleti, hakimiyeti, hayvanları ve toprakla ilgili tüm ürünleri koruyan tanrıçadır. Sular, dağlar ve ağaçlarla bir bütündür. Bu nedenle de her şeyin anası olarak tanımlanır. Aynı zamanda yabani hayvanların sahibesi olarak da bilinir. Ölen insanların da göğsüne geri dönüp, yeniden doğduğuna inanılır.
Elinde dokuz kartal başlı bir asa bulunur. Bu asanın, hayat ağacını temsil ettiği bilinir ve beş tanesi doğuya, dört tanesi batıya bakmaktadır. Melek kanatları ile tasvir edilir ve elinde karşılıklı (ying-yang’a benzer şekilde) iki kartal kafasından oluşan kalkanı vardır.
SUYLA (YAZGI TANRISI)
Güneş ve Ay’ın kırıntılarından yaratılmıştır. Altay Türklerine göre Suyla, at gözlü, kartal gagalı, eşek kulaklı ve yılan saçlıdır. Ağaçkakan Suyla’nın sembolüdür.Ülgen’e Yayıkla birlikte kurbanın ruhunu ulaştırır. İnsanların hayatını kontrol eder ve bir değişiklik olduğu zaman Ülgen’e bildirir. Bundan dolayı iki dilli de denir.
Türk ve Altay mitolojisinde Yazgı Tanrısı, Suyla Han’dır. At gözlü, kartal gagalı, eşek kulaklı ve yılan saçlı olarak tasvir edilir. Su ile Güneş ve Ay’ın ışığından yaratıldığı bilinir. Totemi, ağaçkakandır ve bu kuş, Tanrı’nın elçisi olarak kabul edilir. Suyla Han, insanları korumakla görevlidir ve Karlık Han gibi onların yaşamlarını denetler. Ülgen’in en önemli yardımcılarından birisidir. Şamana kurbanları götürürken yardımcı olarak, kötü ruhların saldırısından korur.Suyla Han’ın gözleri, otuz günlük uzaklığı görecek keskinliktedir. At Gözlü Kartal ve İki Dilli Kekeme Han gibi isimlerle de anılmaktadır. At kafasından oluşan büyük bir kalkan taşır.
UMAY-ANA
Umay, çocukları ve hayvan yavrularını koruyan bir tanrıçadır. Arkeologların Altaylarda buldukları seramik ürünler üzerindeki resimlerde Umay ana üç boynuzlu olarak betimlenir.
Türk mitlerinde, Umay anaya, savaşa giden yiğitler, savaşta başarı kazanmak için dua ederler ve ona “Umay beg” gibi eril bir nitelik vererek seslenirlerdi. Bazı topluluklarda da Umay ölüm meleğidir. Sümer mitlerinde de Venüs ile özdeşleştirilen İnanna, hem aşk hem de savaş tanrıçasıydı. Yani hayatı ve ölümü yönetiyordu. Ne kadar güçlü olduğunu belirtmek için de hermafrodit (eril-dişil) olduğu söyleniyordu.
Venüs, sabah yıldızı iken savaşı, akşam yıldızı iken sevgiyi temsil etmektedir. Venüs, kamların davulları üzerinde, ak bir ata binen ve elinde yıldız tutan bir binici olarak tasvir edilmiştir.
Beş uçlu yıldız işareti Venüs’ün sembolüdür. Venüs her sekiz yılda bir beş kez güneşle kavuşum yapar. Sekiz yıllık sürede Venüs’ün yaptığı bu beş kavuşum noktasını 360 derecelik bir daire üzerinde işaretleyip karşılıklı olarak birleştirdiğimizde birbirleriyle yüz ellilik açılar yaptığını görürüz ve karşımıza beş köşeli yıldız, yani pentagram çıkar.
Orta Asya da bazı arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre Umay ana motifi, beyaz saçlı ve beyaz giyimli olarak, insanbiçimci bir görünüm sergilemektedir. Kuş kılığında kanatlı bir kadın görüntüsü de vermektedir. Altay Türkleri onu göklerden inen gümüş saçlı, güzel yüzlü bir kadın olarak düşünmüşlerdir.
UTKUUÇİ
Gökyüzünde yaşayan ve Ülgen’e en yakın olan ruhtur. İsmi güler yüzle karşılayan anlamına gelmektedir. Kurbanı, Ülgen’e ileten ruh olarak bilinir. Elindeki yayın iki ucunda, kanatlı at bulunur. Kalkanında ise çift başlı kartal simgesi yer alır. Utkucu ismiyle de anılır.Kurbanı Ülgen’e ileten bir ruhtur. Güler yüzle karşılayan anlamına gelir. Gökyüzünde yaşar, Ülgen’e en yakın ruhtur. Şaman altın kazıktayken Utkuuçi’dan kazları alır ve yeryüzüne döner.
ÜRGÜN AY TOYON
Yakut Türklerine göre ilk insanı o yaratmıştır. Eski Türkçede ürüng-beyaz, ayıg-yaratan, toyon-tanrı, efendi demektir. Yakut Türklerinde beyaz yaratıcı diğer yaratıcı ruhların en büyüğüdür. Kainatı o yaratmıştır. Dünyayı idare eden de odur. İnsanlara yaratıcı gücü ve çocukları o verir. Yerin ve toprağın verimli olmasını o sağlar. Hayvanların çoğalması ve bolluk onun sayesinde olur. Eliade aynı tanrıya ata bey de dendiğini söyler.
İnsana kut veren odur. Büyük efsane kahramanlarını yeniden hayata döndürerek ölümden kurtarır. Bu yaratıcıya canlı beyaz at kurban edilir. Ürüng Ayıg Toyon, çok saygı gösterilen, kutlu, nur yüzlü ve ulu bir varlıktır.
ürk, Altay ve Yakut mitolojisinde, Gökyüzü Tanrısı‘dır. Ürüng Ay Toyon, Ayığ Han ve Ayıh Han gibi isimlerle de anılır. İnanışa göre; ilk insanı o yaratmıştır ve dünyayı idare eder. Yaratıcı ruhların da lideridir. İnsanların sahip olduğu yetenekleri o vermektedir ve ilham kaynağıdır. Toprağın bereketli olmasını da sağlayan Ürüng Ayığ Toyon, yaratıcılıkla ilgili tüm unsurların kaynağı olarak görülür. Yiğitleri ölümden kurtardığına ve ölen kahramanlara yeniden can verdiğine inanılır. Ürüng kelimesi, beyaz, saf ve temiz olarak tasvir edilmektedir.
Ürüng Ayığ Toyon’a, beyaz at kurban edilir ve canlı olarak doğaya salınır. Bundan sonra kimse o hayvana el sürmez. Göğün 13. katında oturur ve insanların ısınması için Güneş’i yaratmıştır. Görünüm olarak ulu ve nurlu olarak tasvir edilir. Elinde ise kurt başlı bir asa vardır. Ongunu da kartaldır. Eşinin ise Kübey Hatun olduğu bilinir. Kimi kaynaklar ise eşinin Ayızıt olduğunu göstermektedir.
Yakut halkının inanışında da gökyüzünün tanrısıdır. Gökyüzünün en üstünde, iki beyaz güneş ile yaşayan yaşlı bir adam olarak tasvir edilir. İki beyaz güneşi birbirinden ayırarak, insanların ısınması için 3. Güneşi yaratmıştır.
YAYIK-HAN (IRMAK TANRISI)
Şaman duaların da Yayık şöyle tasvir edilir. “Ülgen beyin habercisi, kızıl bulut kenarlı, gök kuşağı dizginli, solgun şimşek kamçılı, gökten haber alan Ak Yayık, üç boğumlu Ak Yayık, altın kenarlı Ak Yayık”.Tuva Şamanları “ak eren” ismini kullanır. Yayık büyük tufandan sonra gökyüzüne çıkıp Ak Yayık adını alır. Güney Altaylılar ona “yaratıcı” ve “gök oğlu” adını vermişlerdir. Tölösler “koruyucu” adını verir. Ülgenin oğlu veya kızı olarak da düşünülür. Yayık sözcüğünün kökü “parçalayarak kurban vermek” anlamına gelen “yay” ile ilişkilendirilir. Mitolojik bir varlık olarak kocaman bir ejderha görünümündedir.
Türk ve Altay mitolojisinde Irmak Tanrısı, Yayık Han’dır. Irmaklardan ve göllerden sorumludur. 17 ırmağın buluştuğu yerde yaşamaktadır ve kamçısı şimşektir. Büyük Tufan’dan sonra gökyüzüne çıkmıştır. Irmaklara, rüzgar ve sularla hükmeder. Su yılanı ve su ejderi kılığına girebilir. İnsanları kötülükten koruduğuna inanılır. “Yayık Kaldırma” adı verilen cansız nesne kurban etme törenleri kendisi için yapılmaktadır. Ayrıca ilkbahar geldiği zaman, at ve küçükbaş hayvanların ilk sütleri, bulgur ile lapa haline getirilir ve ırmaklara saçılır.
Göğün 3. katında oturan Yayık Han, şamanların düşünsel yolculuklarına yardım etmektedir. Kazak ve Kırgız hikayelerinde Tepegözü kör eden kahraman olarak adı geçer. Şamanların ayin ve törenlerinde oldukça önemli bir yeri vardır. Ayrıca Altaylar, ırmak taşkınlarında “Yayık sudan çıktı” derler. Taşan suların ruhudur ve yeryüzündeki tüm sular ona aittir.
Şaman dualarında Yayık tasviri sıklıkla yapılır. Bunlara göre; Ülgen’in habercisi, kızıl bulut kenarlı, gökkuşağı dizginli ve solgun şimşek kamçılıdır. Tuva şamanları tarafından “Ak Eren” olarak da adlandırılır. Bazılarına göreyse büyük bir ejderha görünümündedir.
OGUZ KAAN VE AİLESİ |
OĞUZ KAAN VE EŞLERİ (TÜRKLERİN ATASI)
Bazin, eski Türklerde biri ata kurt, diğeri de ata boğa üzerine kurulu “ikili kökeni” yansıtan farklı iki gelenek olduğunu söylemiştir. Oğuz’a adını veren ata da bir boğadır. Oğuz, bütün yaşamı boyunca kurdun korumasına ve rehberliğine başvurmuştur.Oğuz kağan destanında Ay, Oğuz’u doğuran tanrı olarak sunulur. Bu da Oğuzun Tanrı oğlu olduğu fikrine götürür. En eski çağlardan beri tanrısal kahramanların işaretleri boynuzlu bir taçtır. Orta çağ minyatürlerinde Oğuz Kağan ve oğulları boynuzlu olarak tasvir edilir. Campbell’a göre, Boğa, “Kutsal Ay Boğası” olarak bilinir. Boynuzları Ay’ın alegorisidir ve Tanrının sembolüdür.
Türk ve Altay mitolojisinde Türklerin atasıdır. Annesi Ay Kağan, babası ise Kara Han’dır. Aynı zamanda Oğuz Kağan Destanı‘nın başkahramanıdır. İlk Türk devletinin kurucusu olarak kabul edilen Oğuz Kağan’ın hayatı, daha doğumundan başlayarak olağanüstü olaylarla doludur. Yüzünün maviye çalan al renkli, ağzının ise ateş gibi olduğu bilinir. Çok çabuk büyümüştür ve doğar doğmaz bir kere süt emip, ardından çiğ et yediği söylenir.
Oğuz Kağan’ın gücü simgeleyen boynuzlu bir tacı vardır. Ormanda tek boynuzlu bir yaratıkla vuruşarak öldürdüğü bilinir. Bu yaratığın ise gergedan veya şeytan olduğu kabul görmüştür. Babası Kara Han’ı öldüren Oğuz Kağan, birçok boya adını vermiştir. Bu boylar; Uygurlar, Kanglılar, Kıpçaklar, Kalaçlar, Karluklardır. Aynı zamanda iki eşinden toplamda 6 oğlu olmuştur. Bunların çocukları ise Oğuz boylarını oluşturmuştur.
Bir gün avlanırken, adanın ortasında bir ağaç kovuğunda ışık saçan güzel bir kıza denk gelir. Yarsub isimli bu kızla evlenir ve 3 oğlu olur. Yıllar sonra bir gün gökten güçlü, mavi bir ışık düşer ve ortasında güzel bir kız bulur. Gök-Kal isimli bu kızın başında kutup yıldızı gibi ateşten bir ışık demeti bulunur. Bu kızla da evlenir ve 3 oğlu daha olur. Rüyasında gördüğü gümüş oku bulup getiren ilk üç oğluna, oku bölerek paylaştırır. İkinci karısından olan üç oğluna da yine rüyasında gördüğü altın oku paylaştırır.
Oğuz Kağan’ın ilk eşinden olan üç oğlu, Türk ve Altay mitolojisinde yersel kavim olan Üçokları (Uçokları) temsil ederler. İsimleri; Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han’dır. İkinci eşinden olan üç oğlu ise mitolojide göksel kavimdir ve Bozokları temsil ederler. İsimleri ise Gün Han, Ay Han ve Yıldız Handır.
YARSUB
Oğuz Kağan’ın ilk eşi Yarsub’dur ve yer ile suyu temsil eder. Efsanede, Oğuz kağan, ava gider. Bir gölün ortasında, önünde bir ağaç ve ağacın oyuğunda bir kız vardır. Kız muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Saçları akarsular gibi, gözleri maviydi ve inci gibi dişleri vardır. Oğuz kağan bu kızı alır ve “gök”, “dağ”, “deniz” adında üç oğlu olur.
GÖK-KAL
İkinci eşi ise Gök-Kal’dır ve gök ile havayı temsil eder. Günlerden bir gün gökten mavi bir ışık düşer. Bu ışık, güneş yada aydan daha parlaktır. Oğuz Kağan yaklaşır ve bu ışığın ortasında bir kız olduğunu görür. Kız olağanüstü güzelliktedir. Başının tepesinde, sanki kutup yıldızı gibi ateşten bir ışık demeti vardır.. Oğuz kağan kızı görünce sever ve onu alır. “gün”, “ay”, “yıldız” adında üç oğlu olur.
GÖK-HAN
Oğuz’un oğullarından biridir ve ongunu sungurdur. Türklerde kartal hükümdarlık sembolü olurken, sungur, sıklıkla tigin unvanlarında kullanılır. Kaşgari’nin büyük bir yırtıcı kuş olarak tanımladığı sungur, maviye çalan beyaz kuşlar arasındadır. Pelliot Çin’de su kuşlarını avlamakta kullanılan sungurun, “deniz mavisi” türünden olduğunu söyler. Moğollar aynı kuşa “mavi yırtıcı kuş” derler.
Türk ve Altay mitolojisinde Gökyüzü Kağanı‘dır. Oğuz Kağan’ın ilk eşi Yarsub’dan doğan oğludur. Gök Han, Türk yurdunun sınırsızlığını ve enginliğini simgelemektedir. Bu nedenle de gökyüzünün sonsuzluğu, büyük bir önem arz etmektedir. Totemi, sungur kuşudur ve maviye çalan rengi vardır. Diğer kuşları avlamaktadır.
GÜN-HAN
Oğuz’un oğullarındandır ve ongunu şahindir.
Gün han Oğuzun göksel eşinden olan en büyük oğludur. Oğuz Kağan sembolik olarak bulduğu altın yayı Günhan, Ayhan ve Yıldızhan arasında pay eder ve kendisinden sonra hakanlık tahtını Günhan’a bırakır. Günhan kendisi için altın bir çadır kurdurur ve kendi yönü olan sağ tarafa kırk kulaç yüksekliğinde bir direk ve onun tepesine de altın bir tavuk oturtur. Pelliot’a göre Günhan, Güneşi karşılar ve Güneş hanı anlamına gelir. Altın hakanlara ait bir semboldür ve güneş altının alegorisidir.
Türk ve Altay mitolojisinde Güneş Kağanı‘dır. Oğuz Kağan’ın ikinci eşinden doğan oğludur. Gün Han’dan türeyen boylar arasında en bilineni, Kayı Boyu‘dur ve bildiğiniz gibi bu boy, Osmanlı Devleti’ni kurmuştur. Güneş’e duyulan hayranlığın, mitolojik halidir. Gün Han’ın totemi, laçın kuşudur. Şahin olarak da bilinir ve diğer kuşları avlaması için kullanılır. Gün Han, altın bir otağ kurdurmuştur ve sağ tarafına 40 kulaç yüksekliğinde bir direk diktirmiştir. Bunun üzerine de altın bir tavuk koydurmuştur. Türk mitolojisinde altın, Güneş’i sembolize etmektedir.
DAĞ-HAN
Türk ve Altay mitolojisinde, Dağ Kağanı‘dır. Oğuz Kağan’ın ilk eşinden olan oğludur. Dağ Han’ın totemi, uçkuştur. Türk devletinin, ululuğunu ve büyüklüğünü simgelemektedir. Bu nedenle de bazı dağlar, Türklerde kutsaldır. Örneğin; Altay ve Tanrı Dağı. Bunlara ek olarak mitolojik dağlar da vardır ve bunların en önemlileri; gökyüzündeki Altındağ, yeraltındaki Bakırdağ, yeryüzündeki Demirdağ’dır. Altındağ, dokuz rüzgarın kesiştiği yerde başlamaktadır. Demirdağ ise dokuz ırmağın kavuştuğu yerdedir. Bakırdağ ise dokuz yeraltı denizinin birleştiği yerde bulunur.
AY-HAN
Oğuz Kağanın oğludur ve ongunu kartal’dır. Türklerde kartal sürekli olarak hükümdarlık ongun’u olmuştur. Altay Türklerine göre, Ay-ata göğün altıncı katında oturur ve Ay ile sembolize edilir. Oğuz Kağan’ın ikinci eşinden olan oğludur ve ongunu kartaldır. Kartal, hükümranlığını temsil etmektedir. Türk ve Altay mitolojisinde Ay Kağanı’dır. Sara Han ve Hara Han olarak da anılır. Ay, birçok kültürde dişil bir varlıkken, Türklerde hem dişi hem de erkek Ay Tanrısı bulunur. Ama Ay Han bir tanrı değil, kutsal bir kişi olarak görülür.
DENİZ-HAN
Oğuzun oğullarından biridir ve ongunu çakır (çağrı) kuşudur. Çakır, mavi gözlü, “mavi-deniz” ve “beyaz-mavi-deniz” türünden bir kuştur.
Uygur sanatında Basaman isimli alp-tanrı, kuzey yönü, Merkür (su yıldızı), su unsuru ile alakalı görülür ve bu Alp-tanrının tuğu yırtıcı hayvan kuyruklarından oluşmuş olarak resmedilirdi. Elinde tuttuğu kargı ise üç dilimlidir.
Türk ve Altay mitolojisinde Deniz Kağanı’dır. Tengiz Han olarak da isimlendirilir. Oğuz Kağan’ın ilk eşinden olan son oğludur. Türk Devleti’nin denizlerdeki egemenliğini ve enginliğini simgelemektedir. Totemi, çakır kuşudur ve maviye çalan renklidir. Aynı zamanda çakır kışının denizi çağrıştırdığı bilinir. Ek olarak Oğuz Kağan Destan’ında gökten inen kurt, mavi bir ışık içindedir. Deniz Han’ın ismini bu şekilde aldığı bilinir.
YILDIZ-HAN
Oğuz’un oğullarındandır ve ongunu tavşancıldır. Türklerde yıldız bilgisi, çok önemlidir. Geceleri zamanı öğrenmek için yıldız bilgisi, tek yol ve çaredir. Türklerin göğün ilk ve ana yıldızları olarak gördükleri gezegenler ilk tanrısal arketiplerdir. Yaradılışın başlangıcı ve temelidir.
Türk ve Altay mitolojisinde, Yıldız Kağanı’dır. Oğuz Kağan’ın ikinci eşinden olan oğludur. Yıldızlar, yön bulma ve yol gösterme özelliğine sahiptir. Yıldız Han da bunları nitelemektedir. Yıldızların simgesel olarak kişiliğe bürünmüş halidir. Ongunu, atmacadı
DİĞER EFSANEVİ YARATIKLAR |
ASENA (DİŞİ KURT)
Oğuz Kağan’a yol gösteren ve liderlik yapan kurt erkektir. Türeyiş destanındaki kurt ise dişi olarak gösterilmiştir.
Göktürklerin kurttan türeyişi ile ilgili destan Bahattin Ögel’in Türk Mitolojisi adlı eserinde şu şekildedir:
“Göktürkler eski Hunların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Aşina (A-shih-na) adlı bir aileden türemişlerdir. Sonradan çoğalarak ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar. Daha sonra Lin adını taşıtan bir ülke tarafından mağlup edildiler. Mağlubiyetten sonra Göktürkler, soyca yok edildiler. Tamamen öldürülen Göktürkler içinde, yalnızca on yaşında bir çocuk sağ kalır. Lin memleketinin askerleri, çocuğun çok küçük olduğunu görünce, ona acırlar ve öldürmezler. Çocuğun el ve ayaklarını keserek bir bataklığa bırakırlar. Bu sırada çocuğun etrafında bir dişi kurt peyda olur ve çocuğu besler. Bir süre sonra kurt hamile kalır ve bir mağaranın içinde on çocuk doğurur. Zamanla bu on çocuk büyür ve evlenir. Zamanla her birinden bir soy türer. Göktürk devletinin kurucularının geldikleri Aşina ailesi de bu on boydan biridir.Belki de en tanınmış mitolojik karakterdir. Türkiye’de dişi kurda verilen isimdir. Buna karşın Türk mitolojisi ile ilgili kaynaklarda çoğunlukla, dişi kurdun doğurduğu erkek çocuklardan birisidir. Asena efsanesinin birçok farklı şekli bulunur. Aşina, Zena, Asen, Şunnu gibi isimlerle anılan sülalenin, bu dişi kurttan türediğine inanılır. Ayrıca aslının Açina kelimesinden geldiği de bilinir.
Asena efsanesinin birbirinden farklı şekilleri bulunduğunu söylemiştim. Tarih kitapları da bu konuyu farklı şekillerde aktarmaktadır. Bu efsanenin en eski haline ise Antik Çin kaynaklarında Tü’küe halkının türeyişini anlatan efsanede rastlanır. Bu efsaneye göre;
Hiung-nu’ların bir uzantısı olan Tü’küe kavmi, hükümdar soyundandır ve ismi A-Se-Na’dır. Bu soy, kendine ayrı bir ordu kurar ve daha sonra komşu bir kavmin yenilgisine uğrar. Bu yenilgi sonucunda tüm kavim katledilir. Ama 10 yaşında bir çocuk, hayatta kalır. Kimse bu çocuğu öldürmeye cesaret edemez ve ayaklarını keserek bir bataklığa atarlar. Bu bataklığa ise bir dişi kurt gelir ve çocuğu etle beslemeye başlar.
Çocuk büyüdüğünde ise dişi kurtla çiftleşir ve kurt gebe kalır. Bu sırada düşmanların kralı, çocuğun yaşadığını öğrenir ve öldürmeleri için adamlarını gönderir. Çocuğu öldürmeye gelen adamlar, dişi kurdu görünce öldürmek istemezler. Dişi kurt, Turfan’ın kuzeybatısında bulunan bir dağın zirvesindeki mağaraya kaçar. Mağaranın içinde ise uzun otlarla kaplı, etrafı dağlarla çevrili bir ova vardır. Dişi kurt burada 10 oğlan çocuk doğurur. Bu çocuklar büyüyünce dışarıdan kadınlar alırlar ve soylarını kurarlar. Çocukların her biri ayrı bir soy adı alır ve birisi de A-Se-Na olur.
ALP ER TUNGA
Tonga, Kaşgarlı Mahmut’a göre leopar veya kaplan cinsinden bir hayvandır. Orta Asya kaplanları Türklerin Bars dedikleri, Pars cinsinden hayvanlardır. Hun Pazırık kurganında çok rastlanan bir figürdür. Roux’a göre, ismi genelde ”kahraman erkek kaplan” şeklinde algılanmaktadır, ama ona göre Tunga “Sibirya panteri” dir. Budist metinlerde “uzun saçlı tonga” tabirlerine rastlanması, uzun saçın Alplik simgesi olmasını anımsatır.Uygur döneminde, Alp Er Tonga’nın ve başka Türk beylerinin adı ve unvanı olarak yırtıcı hayvanların isimleri kullanılırdı ve Alp’ler yırtıcı hayvan postu giymiş olarak resmedilirdi. Kaplan postu savaşa giden Alpler tarafından zırh yerine giyilirdi ve savaş sembolüydü.
Efsanevi bir Türk kahramanıdır ve Saka Hanı olarak da bahsedilmektedir. Tunga kelimesi, yırtıcı ve leopar cinsinden bir hayvana verilen isimdir. Yiğitliği sembolize ettiği için Alplara verilmektedir. Uzun saç, Alplarda semboliktir ve bu hayvanların postları giyilmektedir. Postlar ise savaşçılığı sembolize etmektedir. Alp Er Tunga, iki leopar ile resmedilmektedir ve kıyafeti de bir posttur. Postun dişleri de başının üzerinde görünmektedir.
Alp Er Tunga, Türkler dışında Selçukluların 33 atasından birisidir. Yeraltında 100 sütunlu demir bir sarayda yaşar ve Alpar ismiyle anılır. Turancılara göre Türklerin eski atalarının soyundan gelmektedir. Divan-ı Lügatı Türkde, Kutadgu Bilig ve İran destanı olan Şehname’de bahsedilen kahraman Efrasiyab ile aynı kişi olduğu belirtilmektedir.
ABRA VE YUPTA
Türk ve Altay mitolojisi yaratıkları arasında yer alan yeraltı yılanlarıdır. Abra yerine; Abura ve Apra isimleri de kullanılır. Yutpa yerine de Yutma ve Utma isimleriyle anılırlar. Yeraltındaki büyük denizde yaşayan, ejderhaya benzeyen iki dev yılandır. Başları, timsaha benzer ve çatal kuyrukları bulunur. Dört ayaklıdırlar ve parlak bakır renkli gözleri vardır. Erlik’in sarayını koruduklarına inanılır ve onun hizmetkarlarıdır. Bazı kaynaklara göre de Toybadım Irmağı‘nın kıyısında yaşayan canavarlardır.
ACURA
Türk ve Çavuş mitolojilerindeki orman cinidir. Arçuray ve Arçuri gibi isimlerle de anılmaktadır. Şeytani ve kötücül bir varlıktır. Uzun saçları olan, kara görünümlü, kıllı vücutlu bir mitolojik karakterdir. Üç kolu ve bacağı vardır. Öldürmeyen ama insan bedenine zarar veren Arçura’nın insanları gıdıklayarak öldürdüğüne inanılmaktadır. Kızıl gözlü olduğu ve at sırtında dolaştığı bilinmektedir. Aksakallı bir adam, yayınbalığı, kuş ve keçi kılığına girebilir. Genellikle erkek görünümlü tasvir edilmektedir
AZMIÇ
Türk ve Balkar mitolojilerinde, Kayıp Cini veya Yol Cini olarak tanımlanır. Aznıç ve Azıtkı isimleriyle de anılır. Şeytani bir ruhtur ve belli bir görüntüsü tasvir edilmemektedir. İnsanın düşmanıdır ve tek başına yola çıkan insanları kurban seçmektedir. İnsana, tanıdık biriymiş gibi seslenir ve insan dönüp baktığı zaman Azmıç’un buyruğu altına girer. Daha sonra da Azmıç bu insanı, kayalıklardan aşağı atar.
AL KARISI (AL BASTI)
Bazı edebi metinlerde çirkin, saçları dağınık, avurtları çökmüş, güçlü kuvvetli ve uzun boylu olarak tasvir edilir. Bazı mitolojik metinlerde ise, dünyadaki en güzel kadından bin kat daha güzel olduğu anlatılır. Kazaklarda “cadı kadın” “küpe giren karı” anlamında kullanılır. Baş al bastı, iri gözlere sahip, baştan aşağı demir giyimli ve erkektir. Ulu ana yani ana tanrıça arketipinin olumsuz türevidir.Kazak metinlerinde alnında tek gözü olan, iğrenç görünüşlü bir mahluk olarak tasvir edilir. Albastı, Al karısı, genellikle kırmızı siyah uzun elbise giyer. En çok sevdiği şey atların yelesini örmektir. Onu yakalamak için elbisesinin yakasına bir iğne saplamak gerekir.Loğusalara musallat olan bu kötü ruh, al karısı, albastı, albis, almis, adlarıyla da anılır. Albastı iki surette görülür. Sarı albastı ve kara albastı. Sarı albastı sarışın bir kadın suretindedir. Bazen keçi ve tilki suretine de girer. Kara albastı daha ağırbaşlı, ciddi, sarı albastı hoppa ve şarlatandır.
Türk, Anadolu ve Altay halklarının inancına göre loğusa dönemindeki (yeni doğum yapan) kadınlara ve atlara musallat olduğuna inanılan yaratıktır. Bu efsanenin temeli ise Şamanizm’e uzanmaktadır. İnanışa göre; loğusa kadınların ve yeni doğmuş çocukların ciğerleriyle beklenmektedir. Korunmak için de çeşitli yöntemlere başvurulur. Loğusa kadın yalnız bırakılmak, ışık sürekli açık tutmak, başucuna Kuran-ı Kerim koymak, yüzünü kırmızı örtü ile örtmek gibi yöntemlerdir. Alkarısı’nın, albastıya neden olduğuna inanılmaktadır.
Tevrat ve İncil’e göre Alkarısı’nın, Adem’in ilk karısı olduğuna inanılan Lilith ile de eşleştirildiği bilinmektedir. Türk mitolojisi yaratıkları arasında olan Alkarısı, kırmızı ve uzun bir elbise giyer. Çirkin, uzun boylu, iyi yapılı ve dağınık saçlı olarak tasvir edilir. Bazılarına göre tek gözlü çirkin bir yaratıktır. Bazıları ise Alkarısı’nın, dünyanın en güzel kadını olduğu söylemektedir. En çok sevdiği şeyin, at yelesini örmek olduğu bilinir.
BÜRKEK VE SANGAL
Türk ve Altay mitolojilerinde birbiri ile savaşan iki ejderhadır. Savaşırken, Yin-Yang sembolünü anımsatırlar. Bükrek; Bukra ismiyle de bilini ve iyiliği temsil eder. İnsana zarar vermeyen ve yardımcı olan ejderhadır. Kanadı yoktur ve uçamaz. Denizleri birbirine bağlayan büyük denizde yaşar. Sesinin güzel olduğuna ve kötü ejderhaları kaçırdığına inanılır. Sangal ise kötülüğü temsil eder ve Bükrek ile dokuz yıl süren savaşta yenilmiştir.
ÇAY NİNESİ
Türk ve Azeri mitolojisinde derelerde ve çaylarda yaşadığına inanılan ruhani varlıktır. Çay iyesinden türeyen bir kelimedir. Yaşlı kadın görünümünde olduğuna inanılır. Aynı zamanda köprüden geçerken suya çok bakılması durumunda sinirlendiği ve insanın başını döndürdüğü söylenir. Başı dönen insanın, gözünün kararıp çaya düştüğü şeklinde bir efsane vardır. Suya çöp atmak gibi Çay Ninesi’ni sinirlendiren durumlar dışında insana zarar vermediği bilinir.
DEMİR KIYNAK
Yaztırnak, Demirtırnak gibi isimlerle de anılır ve Tepegözün kızı veya kız kardeşi olarak tanımlanır. Korkunç sesler çıkartan, bu sesle insanların delirmesine yol açan, pis kokulu bir yaratıktır. Efsaneye göre Bigadiç dağlarında yaşamaktadır. Sudan korkan ve bu nedenle onu görünce suya giren insanlara zarar veremediğinden de bahsedilmektedir. Çelik gibi tırnaklı, kıllı vücutlu, kahverengi derili olarak tasvir edilir.
GÖK KURT
Gök Kurt ve Ak Geyik gökte doğmuşlardır. Kurt sürülerini idare eden kurtlara gök kurt, geyik sürülerini idare eden geyiklere gök geyik denir. Bazı Türk halkları, soylarının, kurttan bazıları geyikten türediğini kabul eder. Cengiz hanın ilk ataları gök kurt ve dişi bir geyiktir. Gök kurt Türk mitlerinde özel bir yere sahiptir, öyle ki Türkler kendilerine “göksel Türkler” anlamına gelen “Kök Türk” adını vermişlerdir.
Bozkurt olarak bilinen Gök Kurt; Türk, Moğol ve Altay mitolojisinde kutsal hayvandır. Aynı zamanda ulusal semboldür. Yol gösterici, kutlu kurt gibi isimlerle de anılır. Türk ve Moğol boylarının ortak ongunudur. Göktürklerin, mavi bayraklarında da kurt başı resmi vardır. Bozkurt, gökyüzünü temsil etmektedir. Savaşçılığı, özgürlüğü, doğayı da temsil etmektedir. Türk ulusunun başına bir kötülük geldiğinde ortaya çıkarak yol gösterdiğine inanılmaktadır.
Kurttan süt emen çocuğun hikayesi de 6. yüzyıla kadar betimlenmiştir. Erenlerin ve evliyaların, bazen kurt kılığına girdiğine inanılmaktadır. Türk ve Hilal taktiği neden yarım çember ile düşmanı alt etme yöntemi de kurtlardan öğrenilen bir yöntemdir. İlk defa Türkler uygulamıştır.
Bozkurt, Türklerin ulusal sembolüdür ve tarih öncesi zamanlardan beri kutsal görülmektedir. Bunun nedeni ise bir bozkurdun soyundan geldiklerine inanmalarıdır. Bugün ise Türk milliyetçiliğinin sembolüdür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk paralarının üzerine Bozkurt resmi basılmıştır.
Birçok destana, bozkurt konu olmuştur. Türeyiş Destanı‘nda erkek kurt önemli bir rol oynamaktadır. Hiung-nu tanyusu iki güzel kızını Tanrı’ya sunmak istemiş. Bu nedenle ülke sınırında yüksek bir kule yaptırmış ve Tanrı’ya kızlarını almak için yalvarmış. Onları kuleye bırakmış ve bir yaşlı kurt kulenin dibindeki mağaraya yerleşmiş. Kızlardan birisi kurdu Tanrı zannetmiş ve onun karısı olarak çocuğunu doğurmuş.
Bozkurt Destanı olarak bilinen Aşina’nın yaratılış destanı da bilinen efsanelerdendir. Bu efsaneden Asena başlığında bahsetmiştim. Ayrıca Han Kitabı’nda yer alan Vusun Destanı’nda karganın etle, kurdun ise sütle beslediği bir çocuktan bahsedilmektedir.
Ergenekon Destanı ise Göktürk destanıdır ve Börte Çene’ye erkek bir kurt rehberlik etmiştir.
GÖK SAKALI HIZIR
Hızır anlayışı, Türklerde eski Türk düşüncesi ile bezenmiştir. Mitlerde kayın ağacından inip, insanlara yardım eden ve çocuklara ad veren “gök sakallı “ veya “aksakallı” ihtiyarlar görürüz.
Aksakallı yaşlılara ak-boz atlı tanıtması da eklenir. Altın sakallı “ay koca” olarak da tasvir edilir. Elinde hayvan başlı “çevgen” denen bir asa tutar, Ak-boz ata biner ve giyimi de aktır.
Kayın ağacından inip insanlara yardım eden ve çocuklara isim veren mitolojik karakterdir. Altın sakallı, ay koca olarak da tasvir edilmektedir. Ak-boz olarak tarif edilen bir ata binmektedir. Bu at; kanatlı, boynuzlu veya balık pullu ve kuyruklu olarak tasvir edilmektedir. Gök Sakallı Hızır, ölüme çare aramıştır ve yolu süt gölüne düşmüştür. Burada havada uçmak için kanatlı, suda yüzmek için yüzgeçli atlara rastlamıştır. Uçan atların kanatlarını uçmamaları için kırmıştır ve diğer atlarla çiftleştirmiştir. Cins atlar da bu şekilde türemiştir. Aynı zamanda Hızır’ın atı bengisu içtiği için ölümsüzdür.
Elinde kurt başlı bir asa tutar ve buna çevgen denir. Diğer elinde de yine kurt başlı, bir kama tutmaktadır.
SİGUN GEYİK
Radlof, boynuzları iki kürekli sığın geyiği Altay Türklerinin ululadıklarını ifade eder.Teleüt Türklerinde her şamanın bir ruhu vardır. “bura”, “bur”, “pur” gibi çeşitli sözcüklerle ifade edilir ve geyik anlamında da kullanılır. Geyik boynuzları Şamanların önemli sembollerindendir.
Türklere, Ergenekona girişte, Hunlara batıya göçlerinde dişi bir geyik yol gösterir.
Orta Asya sanatında, yarı insan yarı geyik halinde gösterilmiş tasvirler vardır. Mitlerde dokuz boynuzlu yada budaklı sigun geyikler de görülür.
Sigun Geyik olarak da adlandırılır ve Türk, Altay, Moğol mitolojisinde kutsal geyiktir. Türk lehçesinde alageyik olarak da bilinir. Türk mitolojisi hayvanları arasında kutsaldır. Bazı Türk ve Moğol boyları, soylarının bu hayvandan türediğine inanılır. Bu soyun bir kolu, Gökkurt iken; diğer kolu Gökgeyik’tir. Ayrıca geyik sürülerinin başında bulunan idareci kurtlara da Gökgeyik ismi verilir. Bu geyiklerin, boynuzları ise en önemli sembolleridir. Dokuz boynuzluğudur ve boynuzlar, dokuz budaklıdır. Aynı zamanda yeryüzünün simgesidir. Anadolu ve Asya halı desenlerinde de geyik motifinin bolca işlendiği bilinmektedir.
Bir Türk efsanesinde bu geyikten şu şekilde bahsedilir. Türklerin ataları hayatlarını bir mağaranın içinde sürdürürdü. Her gün güneş battığında göl ruhu, ak geyik şekline giren kocasını deniz altına götürüp, sabah olunca denizden çıkarırdı. Bu geyik, öküz başlı ve at kuyruklu tasvir edilirdi. Kutlu bir hayvan olarak da erenlerin ve ozanların yanında yer aldıkları bilinir.
Geyik; Türklere Ergenekon‘a girişte, Hunlara batıya göçlerinde yol göstermiştir.
SEMRÜK BÜRKÜT
Yakutlar çift başlı kartala “öksökö kuşu” derler. Türkçe “bürküt” kartal demektir. Bakır tırnaklıdır, sağ kanadı ile güneşi, sol kanadı ile ayı kaplar. Ona gök kuşu da denir. Büyük kartallar için Bürküt kelimesi kullanılır.
Çift başlı kartallar, gök direklerinin veya kayın ağacının tepesinde tasvir edilir ve tanrı Ülgenin sembolüdür. Çift başlı öksökö kuşu gökten yıldırım indirir.
Başkurt efsanesinde “Semrük” adındaki kuş iki başlı kartaldır. Bu başlardan biri insan başı olarak da düşünülür.Türk mitolojisinde, ay ve güneşi pençeleriyle tutan doğanlar görülür. Tuğ’lar bir boz doğan ile birlikte gökten düşmüştür. Tanrıya açılan göğün kapısını çift başlı bir kartal bekler ve tanrının sembolüdür. Bu kartallar gökten yıldırım indirir.Türk mitolojisinde çift başlı kartallar ve gün ve ay simgeleri ying ve yang sembolüdür. Çinlilerin ying-yang sembolü olarak tasvir ettikleri kozmos ve kozmosun dönüşünü, Türkler karşılıklı iki hayvan yada kartal koymak suretiyle ifade etmişlerdir. Bu sembolik hayvanların döndükleri merkez, yer ve göğün ortasıdır. Türklerin Yaruk-Kararıg ilkesini, göğü anlatan yuvarlak plakalara sarılmış siyah ve beyaz kartallar temsil eder.
SU İYESİ (PERİSİ)
Su iyelerinin hepsi sularda yaşar. İnsanlara zarar vermezler. Onların yaşadıkları sarayın girişi, nehirlerin derinliklerinde bir taşın altındadır. Su sahiplerine Kazaklar, “su perisi”, Türkmenler “suv adamı”, Özbekler “su alvastisi” derler.Pınarlarda yaşayan peri kızları, beyaz giyimlidirler ve cisimsiz varlıklardır. Kuş ve yılan kılığına girebilirler.
TEPE GÖZ
Tepegöz Kaf dağında yaşar çoban ve peri kızının evliliğinden doğar. Annesi dişi bir Alageyiktir.Tepegöz su üzerinde yüzen başı gözü belirsiz bir ciğere benzetilir. Tepegöz bazen dişi bazen erkektir. Tepegöz tek gözlüdür. Tepegöz’ün parmağındaki yüzüğü annesi takmıştır.Altay Türk destanlarında devlere yelbegen denir. Yelbegen insan biçiminde, çok büyük, üç yedi veya on iki başlı siyah ve sarı renklidir. Güneş ve ay tutulması devlerin yemesi olarak tanımlanır. Türk destanlarında devler atların düşmandır. Demir yelbegen karaçam boylu, kara atlı ve çokmarlıdır.(çokmar hayvan başlı sopa veya gürz asa sopa) Büyük kulaklı devler ise yeraltındadır. Dev anası denen dişi devler de vardı. Alt dudağı yerde üst dudağı gökte olan devler Anadolu Türk masallarında sık kullanılan bir motiftir.
ürk mitolojisi yaratıkları arasında yer alan tek gözlü bir devdir. Kaf Dağı’nda yaşar ve annesi, alageyik şekline girebilen bir peridir. Bu perinin, bir çobanla birleşmesinden doğmuştur. Mitolojide bu dev, bazen kadın bazen de erkek olarak tasvir edilir. Büyülü bir yüzük taşır. Yalnızca gözünden vurularak öldürülür ve bedeninin diğer kısımlarına silah işlememektedir. İnsan eti yer ve insan kemiklerinden örülmüş bir kalede yaşar. Aynı zamanda bazen demir kıyafetli olarak anlatılır. Kirgis adını taşıyan bir tepegöz ise en tehlikelisi olarak bilinir.
TULPAR
Tulpar sadece batırların (kahramanların) atıdır ve zaten Kuday (Tanrı) tarafından batırlara yardım etmesi için yaratılmıştır.Batır Tulpar’a ihtiyaç duyduğunda daha önce almış olduğu atın kuyruğundan veya yelesinden bir parça kılı yakar ve Tulpar bir anda yanında beliriverir. Tulpar’ın bir anda ortaya çıkması ve bir anda kaybolması, onun farklı dünyalar arasında seyahat edebildiğinin kanıtı olarak görülür. Bunu insanlar yapamaz ama Tulpar yapabilir. Bu efsanevi özellik kutsal “Samruk” kuşunda da görülür. Samruk da batırın ihtiyaç duyduğunda yakarak kendisini çağırması için tüyünden bir parça verir.Kanatlarının olması, gökyüzünden gelmesi, insanlara yardım ederek onları kurtarması gibi özelliklerinden dolayı üst dünyaya ait olduğu ileri sürülür. Bununla birlikte aslında üç dünyada da rastlanan bir varlıktır at. Üst dünyada kanatlı Tulpar, orta dünyada bildiğimiz bozkır atı, alt dünyada ise yarı yılan vücutlu olarak karşımıza çıkar. Atlar, antik dönemlerden beri özellikle göçebe toplumlarda insanların en sadık ve en güvenilir dostu olmuştur. Kutsal varlıklar olarak görülmüş ve onlara efsanelerde, masallarda hep olağanüstü özellikler verilmiştir. Tulpar da üstün özelliklere sahip efsanevi bir varlık olarak Türk Mitolojisinde yerini almıştır.M.Ö. 13 yy. Henüz Yunan mitolojisi yok…. Uçan At Türkler de
Pegasus’a benzeyen, kanatlı at figürüdür. Kırgızların Manas Destanı‘nda adı geçer ve rüzgardan hızlı oldukları söylenir. Ayrıca Kazakistan’da yapılan bir arkeolojik çalışmada keşfedilen Esik Kurganında bulunan altın elbiseli adamın başlığında tulpar figürü bulunmaktadır. Türk, Kırgız ve Altay mitolojilerinde adı geçmektedir. Genel olarak beyaz veya siyah olarak tek renkte bir attır.
Beyaz kanatları olan Tulparların, Tanrı tarafından yiğitlere yardımcı olması için yaratıldığına inanılmaktadır. Kanatlarını ise yalnızca karanlıkta, büyük engellerle karşılaştığında ve mesafeleri aşarken açtığı bilinir.
DEDE KORKUT KİMDİR |
Dede Korkut (Korkut Ata), Oğuz Türklerinin eski destanlarında yüceltip kutsallaştırılmiş; bozkır hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilatını koruyan yarı-efsanevi bir bilgedir ve Türkler'in en eski destanı olan Dede Korkut Kitabı'ndaki hikayelerin anlatıcısı ozandır.
Adı, tarihî kaynaklarda ve çeşitli Oğuz rivayetlerinde kimi zaman sadece "Korkut", kimi zaman "Korkut Ata" olarak geçer; Batı Türkçesinde "Dede Korkut" olarak da anılır. Sirderya havzasında tespit edilmiş halk anlatıları onu bir baksı (Şaman) olarak tanıtırken yazılı kaynaklarda hükümdarlara vezirlik, müşavirlik yapmış bir Müslüman Türk velisi olarak tanıtılmıştır. Oğuzların İslâm'ı kabul edişlerinden önceki dönemlerin bir kâhini (kam, baksı) olduğu, İslâmlaşma sürecinde kültürel değişime paralel olarak bir evliya kimliğine büründüğü düşünülür.
Kazak ve Kırgız bahşılarının piri olarak da tanınmaktadır. Bir söylenceye göre Kırgız şamanlarına kopuz çalmayı ve türkü söylemeyi öğretmiştir.
Halk rivayetlerine göre aydın, berrak gözlü dev kızından dünyaya gelen Dede Korkut'un hayatı hakkında tarihi kaynaklardaki bilgiler birbirindn farklıdır. Korkut Ata'dan bahsedilen en eski tarihî kaynak İlhanlı veziri Reşidüddin'in Câmiü't tevârih'idir. Tabip Reşidüddin'in 1305 yılında bir heyetle yazdığı bu ünlü kitapta dört Oğuz hükümdarının çağdaşı olarak Korkut'tan bahsedilir. Bu esere göre Korkut, Bayat boyundan olup Kara Hoca'nın oğludur. 295 yıl yaşamıştır. Oğuz sülalesinin dokuzuncu hükümdarı İnal Sır Yavkuy zamanında ortaya çıkmış, onuncu hükümdar Kayı İnal Han'ın ve ondan sonraki üç Oğuz hükümdarının müşavirliğini yapmıştır.
Ebü'l-Hayr-ı Rûmî'nin kaleme aldığı ve Saru Saltuk'u konu alan Saltukname (1480)'ye göre Korkut Ata Osmanoğulları ile aynı soydandır. Eserin ikinci ve üçüncü cildinde Osmanoğulları'nın soyu İshak peygamberin oğlu Ays nesline dayandırılmakta ve Korkut Ata soyundan oldukları belirtilmektedir.
Tebrizli Bayatî Hasan b. Mahmûd'un eseri olan Câm-ı Cem-Âyin (1481) adlı Osmanlı silsilenamesine göre Korkut Ata, 28. Oğuz Hanı Kara Han tarafından Medine'ye gönderilmiş, İslam peygamberi ile tanıştıktan sonra Oğuzlar'a İslamiyet'i öğretmekle görevlendirilen Selman-ı Farisi ile birlikte dönmüştür. Aynı kaynakta onun Ürgenç Dede adlı bir oğlu olduğu kayıtlıdır.
15. yüzyılda kaleme alınan Velâyet-nâme-i Hacı Bektâş-ı Velî'de Korkut Ata, Türk söylencelerinde Hanlar Han'ı olarak adı geçen Oğuz padişahı Bayındır Han ve onun beylerbeyi Kazan ile birlikte anılmıştır, bunların ölümüyle Oğuz cemaatinin dağıldığı söylenir.
Ebu'l Gazi Bahadır Han'ın 1659-1660 yıllarında yazdığı Şecere-i Terakime adlı eserine göre Korkut Ata, Kayı boyundandır, Abbasiler devrinde yaşamıştır ve Oğuz ilinde çok sayılan bir devlet müşaviridir.
Ebülgazi Bahadır Han'a göre 295 yıl, bir halk rivayetine göre 100 yıl yaşamış olan Dede Korkut'un ölümü hakkındaki rivayetler de çok çeşitlidir. Kazaklar arasında yaygın olan menkıbeye göre yirmi yaşında iken rüyasında aklar giymiş bazı yaratıklar ona kırk yıl yaşayacağını haber vermiş, bunun üzerine Korkut ölümsüzlük istemeye karar vermiştir. Karşılık beklemeden hastalara yaptığı yardımlar Allah katında makbule geçmiş ve bir gün uykuda iken Allah ona, "Ölümü kendin arzu etmedikçe ölmeyeceksin" demiştir.
Bir başka rivayete göre Korkut Ata uzun süre ölümden kaçmak istemiş ama nereye gitse "mezar arayan Korkut için" mezar kazan birilerini görmüştü. Sonunda 300 yaşında iken kendisi için kazılan mezarlardan birinin yanında ölmüştür. Dede Korkut'un ölümden kaçma çabası, Sümerler'de Gılgamış Destanı'nda Gılgamış'ın ölümsüzlüğe ulaşma uğraşları ile anlatılan ölümsüzlük arayışının bir uzantısı olarak düşünülebilir.
Azerbaycan'da ve Anadolu'da Dede Korkut'a ait olduğu iddia edilen kimi mezarlar vardır.
1638 yılında Alman imparatorunun Moskova ve İran elçisi Adam Olearius, Dede Korkut'un Demirkapı- Derbend şehri yakınlarında "İmam Korkut" adlı bir İslam velisinin mezarını gördüğünü anlatmıştır. İran ve Dağıstan Tatarları arasındaki sınırı belirleyen küçük bir ırmağın kenarında bulunan mezar, kaya içine oyulmuş büyük bir mağara şeklinde olup tabutu dört tahtadan yapılmıştı. Olearius'un yerlilerden dinleyip aktardığı söylenceye göre kopuz çalıp şiirler söyleyen bu İslam velisi, peygamberin yakınlarındandı ve onun ölümünden sonra 300 yıl daha yaşamıştı. Putperest Lezgiller'i İslam'a davet için gittiği sırada öldürülmüştü.
Evliya Çelebi Seyahatname'de, 1647'de Demir Kapu'da gördüğü ziyaretgâhın Dede Korkut'a ait olduğunu yazar. Olearius'un bahsettiği mezarı aramaya sonradan Rus doğubilimci Wilhelm Barthold da gitmiş fakat bulamamıştır. Mezarın zamanla kaybolduğu düşünülür.
Evliye Çelebi 1655'te gördüğü Ahlat'tan bahsederken de "Ahlat'ta yatanlardan birisi de Korkut Han'dır şeklinde bahseder.
Sirderya havzasında yaşayan Kırgız, Kazak, Karakalpak ve Türkmenler tarafından ziyaret edilen ve Korkut Ata'nın kabri olarak bilinen bir mezar daha vardır. Kalinski ile Kızılorda arasında Sirderya nehrinin Aral gölüne yakın bir yerinde sahilde bulunmaktadır.
Bayburt'un n güney doğusundaki Masat köyünün hemen çıkışında halk arasında Ali Baba Türbesi denen Türkmen türbesinin Dede Korkut 'a ait olduğu iddia edillir. Bu tez, şair Orhan Şaik Gökyay tarafından ortaya atılmıştır.