GÖBEKLİ TEPE

37°13'24.29"K 38°55'19.63"D

Dünya’nın İlk Tapınağı Göbeklitepe  Şanlı Urfa’ya 15 km uzaklıkta olan bu arkeolojik site üzerinde yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştır.  Her şey, 1983 yılının sıradan bir gününde tarlasını karasabanla sürmekte olan bir çiftçinin, toprak altında bulduğu oymalı taş ile başladı!      

 

NASIL BULUNDU

Şu an o toprağın sahibi olan  "Şavak bey"  bir çiftçidir. Şavak bey  bir gün tarlasını sürerken bir heykel bulur. Eline alır inceler bakar ve köye götürür. Çevresinin yönlendirmesiyle de  bulduğu heykeli "belki 3-5 kuruş para eder de çoluk çocuğun rızkını alırım" diye heykeli özenle at arabasına yükler,  Şanlıurfa’ya  müzeye götürür.  Dönemin Müze Müdürü heykele önem vermez ve heykelin tarihi bir özelliği olmadığı  bunun bir kireç taşı olduğunu hatta kendisinin bu sıcakta boşa yoğrulduğunu söyler.  Şavak bey çok içerlenir, çok üzülür. "madem ki işe yaramıyor bende bu heykelleri çöpe atarım " der.  Müze yetkileri telaşlanır ardından heykelleri alıp müzeye ait depoya koyar.

 
Aradan çok uzun bir zaman geçer. Göbeklitepe bu arada kendisini bulması için sürekli kendince işaretler gönderir yerel halka.  Sanki Göbeklitepe umutludur bir gün mutlaka bulunup kendinde yaşayan o dönemin insanlarının inançla tapındıkları bu merkezin gün yüzüne çıkarılmasından. Atatürk barajı yapım çalışmaları başlamadan az evvel yaşanan olay ise; tarihin dili var ve konuşuyor deyimini ne güzel açıklamakta. 1986 dan 1992 yılına kadar ilgisiz kalan heykeller; Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesine bağlı Güluşağı mahallesinin hemen kuzeybatısında bulunan "Nevali Çori" yerleşim yerinin, Atatürk Baraj Gölü suları altında kalmadan önce orada kazı yapan Alman arkeolog  "Klaus Schmidt"  o bölgede bulduğu tarihi eser kalıntılarının son aşamasını teslim etmek üzere  Şanlıurfa müzesine gider. Müzeye ait depoya indiğinde gözüne bizim yıllarca bulunmak için çaba sarf eden Göbeklitep'ye ait heykeller   gözüne çarpar. Telaşla bu heykelleri  yetkililere sorar. Yetkililer bir çiftçi tarafından getirildiğini önemsiz olduğu için ambara koyduklarını iletir. Alman arkeolog Klaus Schmidt  hayretle heykellere bakar ve  hocasıyla incelenmek için  Klaus Schmidt izin ister. Gerekli olan birçok testden sonra Klaus Schmidt’e izin verilir. 


Arkeolog Klaus Schmidt bu heykellerin bulunduğu yerin mutlaka görmek istediğini söyler.  Yetkililer önce umursamaz tavırla Klaus Schmidt'i başlarından savmaya çalışırlar. 
Bunun üzerine Göbeklitepe’nin yeri kendi bulmaya karar verir. Önce yerel halka sorar. Uzun aramalardan sonra karşısına daha önce çalışma yaptığı yere servis yapan aracın şoförü Göbeklitepe’ye kendisini götüre bileceğini  söyler. Mutluluk gözyaşlarına boğulan Klaus Schmidt bunun üzerine "Ören’e keşif ve analiz yapmak üzere gider" . 
Bu keşiften köylünün bilgisi yoktur. Köylü önce kendi içinde dedikoduya başlar. Ne de olsa bu adam yabancıdır ve dilini bilmemektedirler. Arkeoloğu muhtara götürürler. Arkeolog Klaus Schmidt köy muhtarıyla görüşür.  Bu tepenin yığma tepe olduğunu çakma taşlarla dolgu yapıldığını burada çalışmak istediklerini belirtir,. 
Muhtar kazılması istenen yerin mülk sahibi Mustafa beye ait olduğunu ve ancak onun izniyle çalışma yapabileceğini belirtir. Muhtar bey ve arkeolog Klaus Schmidt  Mustafa bey durumu istişare yapmak ve işin hukuki boyutunu da öğrenmek için  avukat arkadaşlarını da yanına giderler. Birkaç gün süren hukuki boyut ve karşılıklı  fikir alış verişi meyvesini verir. 
 
Dönemin avukatı; "Yabancı arkeologların çalışmasında herhangi bir sorun olmayacağını anayasa kullarına aykırı olmadığını okuduğu anayasa maddelerinin ilgili bölümlerini gösterir yöre halkına ve o dönemin toprak sahibi Mustafa beye. Anlaşmayı hazırlar ayrıca şöyle bir madde de ekler:  yapılacak  olan kazıda herhangi  bir şey çıkmaması durumda, tarlalar  eski haline getirip iade edilecek ve  çıkan  zarar ve ziyanda da, köylüye ve bununla birlikte toprak sahibi Mustafa beye bu zararın katkıyla verileceğini yazar. Bu şartlarda da onay vermesini ister. Mülk sahibi Mustafa bey avukatın önerisini dikkate alır. Kendi üzerine düşen tüm izinleri verir. Göbeklitepe artık bulunmaya hazırdır... 

1992 – 1993 yılında alınan izinle kazı çalışmalarına başlayan Prof. Dr. Klaus Schmidt sadece bir duvar bulur. Ama istediği resim figürlü taşlara  Ekin ekilen tarlada  bulanan  bir taş sürümde sıkıntılı olması sebebiyle  mülk sahibi Çiftçi Mustafa bey tarafından yardım alır.  çıkarılmak istenen tüm  yapılar, doğanın sertliğinden  başarısız olunca balyoz ile kırılır. Dönem dönem kazılarla bir çok tarihi eser gün yüzüne çıkmaya başlar. Prof. Dr. Klaus Schmidt 1994 yılında tekrar kazı yapmaya karar verir.  


Bu kazıda ilk çıkan heykeller boğa ve tilki resimleri   taşlar  üzerine oyulmuştur. Acaba bunun altında neler var diye merak eden prof. Dr. Klaus Schmidt; 1963 te ABD tarafından yüzey araştırmalarında yığma toprak tespit etmiş edildiğini  ve Chicago üniversitesinden Göbeklitepe’ye bir işaret koyduklarını belirtmiştir.    
Prof. Dr. Klaus Schmidt buna dayanarak kazı ve araştırmalarına devam etti. Bu kazılarda 4 adet Tapınak heykeli daha  bulunur. Bu tapınaklar 12 binyıl öncesine ışık tutmaya başlar. 
Daha sonra teknolojik çalışmalarla yapılan araştırmalarda yer altı görüntüleme makinasıyla 18 -19 adet  daha tapınak taşlarının yerleri tespit edilmiş yetkililer bu tapınak taşlarının 24 olması gerektiğini belirtmişlerdir. Halen diğerlerinin  yerlerinin tespiti için çalışmalar yapılmaktadır. 

NASIL BULUNDU

Peki neydi Göbekli Tepe’yi bu kadar esrarengiz kılan?

Göbekli Tepe kafa karıştırıcıydı çünkü, her şeyden önce tamı tamına 12.000 yaşındaydı!

Bu, insanlık tarihiyle ilgili bugüne kadar bildiğimiz her şeyi yerle bir ediyordu! Yazılmış on binlerce kitap ve yüz binlerce makaleyi çöpe attıracak bir bilgiydi bu!

Çünkü bugüne kadar yaptığımız arkeolojik kazılar ve buna dayalı olarak geliştirdiğimiz tarih bilimi, insanlığın 12.000 yıl önce henüz ’emekleme’ çağına bile geçmemiş bir bebek olduğunu söylüyordu!

Tarih kitaplarına göre o çağlarda yaşayan insanın, henüz avlanarak ve bitki toplayarak hayatını sürdüren, dili, dini, kültürü, sanatı olmayan, yerleşik yaşama bile geçmemiş bir ‘sürü’ olması gerekiyordu!

Halbuki Göbekli Tepe’de devasa büyüklükte kayaların ayağa dikilmesiyle oluşturulmuş, özenle inşa edilmiş, özenle süslenmiş 8 ila 30 metre çapında 20 adet tapınak bulunmuştu! Tapınakta 3 ila 6 metre büyüklüğünde, 60 ton ağırlığa ulaşabilen T biçiminde dev heykeller yer almaktaydı!

 

TARİH BİLİMİM ALTÜST OLUYOR

Klasik tarih biliminde, insanlığın büyük dönüşümünün M.Ö. 10 bininci yıllarda, tarımın bulunuşuyla başladığı varsayılıyordu!

Tarım yerleşik hayatı, yerleşik hayat da “binlerce yıl içinde” kültürü, sanatı ve dini, yani “Uygarlığı” meydana getirmişti.

Klasik uygarlıklar sıralaması şöyleydi:

Sümer Uygarlığı (İÖ.4000): Dicle ve Fırat

Mısır Uygarlığı (İÖ.3500 ): Nil Nehri

Maya Uygarlığı (İÖ. 2600): Güney Amerika

Hint Uygarlığı (İÖ.2500): İndüs Irmağı

Çin Uygarlığı (İÖ.1500): Sarı Irmak

Dikkat edilirse, ilk uygarlık olarak bilinen ve taş yapılar yapabilme kapasitesine sahip ilk topluluk olduğu düşünülen Sümer Uygarlığı’nın bile İ.Ö. 4000 yılında ortaya çıktığı görülmektedir!

O halde Sümerler’den 7.000 yıl önce, insanlığın henüz ok ve zıpkınlarının ucuna keskin taşlar bağlamayı bile yeni öğrendiği düşünülen bir çağda, bu büyüklükte yapılar nasıl inşa edilebilmişti?

Bilim insanları, aynı soruların benzerini daha önce İngiltere’deki “Stonehenge” ve Mısır’daki “Piramitler” için de sormuşlardı! “Teknolojinin bu denli geri olduğu bir çağda, insanlık bu büyüklükteki yapıları nasıl inşa edebilir?” sorusu, başlıca merak konusuydu!

Göbekli Tepe bulguları, bu soruları bile ‘anlamsız’ hale getirdi!

Zira Şanlıurfa’da ortaya çıkarılan tapınaklar, Stonehenge’den 7000, Piramitler’den 7500 yıl eskiydi!Bazı taşlar Stonehenge’dekinden çok daha iriydi ve Stonehenge taşları kabaca oyulmuş, özelliksiz kayalardan oluşurken, Göbekli Tepe’dekiler ince resim ve işlemelerle donatılmıştı!

Göbekli Tepe’deki dev kaya-heykelleri inceleyen National Geographic araştırmacısı, konuyla ilgili belgeselde meseleyi özetleyen şu cümleyi kuruyordu: “Bu dönemde yaşayan insanların bu tapınakları yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak tuğlalarla Empire States’i inşa etmesine benziyor!”

 

ANLAŞILMASI GÜÇ SEMBOLLER

İnsanlığın Sümer ve Mısır yazısını daha yeni çözdüğünü ve bu toplumları anlamak için bu yazılı metinleri kullandığı düşünülürse, Göbekli Tepe’nin daha uzun süre “gizem” olarak kalacağını söyleyebiliriz.

Zira 12 bin yıl önce yaşayan bu insan topluluklarıyla ilgili elimizde “yazılı” hiçbir bulgu yok!

Günümüzden o kadar eskide yaşamışlardı ki, “Kimdiler, neye inanırlardı, nasıl yaşarlardı ve ne düşünürlerdi?” gibi sorulara verebileceğimiz hiçbir yanıt bulunmuyor!

Kayalar üzerine işlenen motiflerin anlamını çözmek bu yüzden oldukça zor.

T şeklindeki sütunların tümü, ‘insan şeklinde’ resmedilmiş. Ellerini kasıklarının üzerinde birleştiren dev insanlar. Yine Göbekli Tepe’de bulunan ve dünyanın en eski heykeli kabul edilen heykel figürü de, yine ellerini kasıklarında birleştirmiş bir insanı betimliyor. Bu ve buna benzer sembolizmlerin ne anlama geldiğini kimse bilmiyor!Üstelik, Göbekli Tepe’deki gizem ve bilinmezlikler bu kadarla da sınırlı değil. 20 tapınak, inşa edilmelerinden tam 1000 yıl sonra tonlarca toprak taşınarak örtülüyor ve üzerleri tamamen kapatılıyor.

Yapımı için büyük çaba harcandığı belli olan bu muhteşem tapınakların neden daha sonra yine muazzam bir emek harcanarak gömüldüğünü anlamak mümkün değil!

Göbekli Tepe’nin gizemi o denli büyük ki, ona gösterilen uluslararası ilgi her geçen gün daha da büyüyor! Geçtiğimiz günlerde Göbekli Tepe’yi manşete taşıyan İngiliz Guardian Gazetesi, bölgenin yakında “Mısır Piramitleri” kadar ünlü olacağını açıkladı!

Belli ki, önümüzdeki yıllarda Göbekli Tepe daha çok konuşulur, daha çok tartışılır olacak. Türkiye’de yaşayan herkes, bunun ülkesi için ne kadar büyük önem taşıdığının bilincinde olmalı!

   

1980’li yıllardan günümüze Türkiye’nin güneydoğusunda, tarihi bilinenlerden çok eskiye giden, erken dönem Yenitaş Devri köyleri keşfediliyor, kazılar yapılıyor ve ortaya çıkan şaşırtıcı buluntularla Anadolu’nun, dünya medeniyet tarihinin başlangıcını biçimlendirdiği anlaşılıyor.

Bu bağlamda Göbekli Tepe’nin anıtsal yapısı, bölgedeki Erken Çanak-Çömleksiz Yenitaş Devri kültürünün, avcı-toplayıcılardan beklendiğinin aksine “basit” bir sosyal organizasyonun çok ilerisinde olduğuna şüphe bırakmıyor.

Onlarca ton ağırlıktaki kireç taşlarının taş ocağında kesilmesinin ya da yontularak çıkarılmasının, istenen yere taşınmasının kusursuz bir uzmanlık istediği açık. Ayrıca taştan anıtların teknik bilgi sahibi olmaksızın, örneğin halatla çekmeyi, yuvarlamayı ve kaldıraç kullanmayı bilmeden dikilmesi imkânsız.

Dikili T taşların, yüzeyde kabartma desenler oluşturmak için kusursuz bir hassaslıkta yumuşatılmış olduğunu düşünmek bile tek başına hayranlık uyandırmaya yetiyor. Devasa büyüklükteki bu taşların tüm yüzeylerini kullanarak kabartma motifler tasarlayıp işleyebilmek de son derece incelikli bir sanat eğitimi ve derinlikli bilgi gerektiriyor.

Sonuç olarak, 20 yıldır devam eden ve galiba en az bir yirmi yıl daha devam edecek olan Göbekli Tepe kazıları bizi, ilk büyük ve kalıcı yerleşik toplulukların doğuşuyla tanıştırdı. Gerçekten de Kuzey Mezopotamya’nın Anadolu sınırları içinde kalan bölgesinde yapılan son kazılar, Geç Buzul Çağı ve Erken Buzul Çağı Sonrası’nın avcı-toplayıcı insanından beklenmeyen bir Erken Yenitaş Devri kültür zenginliğini gün yüzüne çıkarıyor. Yaklaşık olarak MÖ 11.000-9000 arasına tarihlendirilen kalıcı bu Anadolu köyleri dünyanın bilinen ilk yerleşimleri.

Anadolu’nun ve dünyanın bu ilk köyleri yakınında konumlanan, dünyanın bilinen ilk anıtsal tapınak yerleşkesi Göbekli Tepe inanç, bilim, sanat ve sosyolojik anlamda olağanüstü yapısıyla yorumlama yeteneğimizi zorluyor. Kısacası Göbekli Tepe bizi, anılan çağlarda ve belki daha da öncesinde ezber bozan şeyler olduğuna ikna ediyor.

Sadece Taş Devri’ne ait, bilinen 452 arkeolojik alana sahip ülkemizde, gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen binlerce Yenitaş Devri yerleşimi olmalı. Yayımlanan toplu kazı raporlarına bakılırsa, 2000’li yıllardan sonra kayda değer bir arkeolojik çaba gösteriliyor. Bununla beraber tüm dünya kültürlerinin doğum yeri, “medeniyetler beşiği” biricik coğrafya Anadolu’nun, hak ettiği arkeolojik ilgiyi görmesi, yalnızca kültürel zenginlik değil, aynı zamanda üzerinde yaşayan bizlerin ekonomik refahı anlamına gelebilir.