YADA TAŞININ GİZEMİ |
Yada taşının tarihçesine baktığımızda, 10. ve 11. Yüzyıllardaki eserlerin yada hakkında bilgiler nakletmeye başladığını görürüz. Firdevsî Şehname’de, yadaya, Moğolca’da ced denildiğinden ve yadacılıktan, bu işin bir sihir olduğundan, Tuluy Han zamanındaki yağmur yağdırma olayından, Hıtay askerlerinin perişan olduğundan bahsediyor.
Yada taşının bir dinî-sihrî işlemle yağmur, dolu, kar yağdırttığı, rüzgâr estirdiği hakkındaki söylentilerin hemen bütün Türk kavmini sardığı gibi Çin’e, Moğollara ve Ural-Altay kavimlerinin genişliğince bir alana kadar yayılmış bulunmaktadır. Bu durumda bu taşın tarihçesi hakkında Türk ve yabancı pek çok fikir ileri sürülmüş pek çok çalışma yapılmıştır. Rıza Çavdarlı, Yada taşının tarihini Taş Devrine kadar dayandırır. Abdülkadir İnan ise bu taş hakkındaki ilk bilgilere Çin kaynaklarında rastlanıldığını, Tang hanedanının tarihine göre dişi kurttan türemiş İçjininişibu isimli bir kişinin doğaüstü özelliklere sahip olduğunu, yağmur yağdırıp fırtına çıkartabildiğini belirterek 449 yılı olaylarından bahseden bir kitapta geçen “Yüeban ahalisinden bazı kahinlerin Cücenlerin saldırılarına karşı şiddetli yağmur yağdırdıkları, fırtına çıkardıkları ilk olarak kaydedilmiştir” ifadesini eserine alıyor.
Netice olarak Göktürk, Çin ve İran-Hazar rivayetlerinde dört kabileden mürekkep Türk’ün hakimiyeti hakkında söylenenler bunlardır ve Çinlilerin, Türklerin kudretini iyi cins at ve süvarilikte bulmalarına rağmen, Ön Asya kavimleri bu sırrın yada taşında olduğuna inanmışlardır. Ayrıca Türklerin en eski zamanlardan beri cihangir bir millet, devletçi ve asker bir millet olarak telakki olduğunun şüphe götürmez bir gerçektir.
Oğuz Destanı’nın anlattığı büyük Türk devletinde Hunlar da Türk kabilesine tâbi bulunmuştur ve dünyaya hakimiyet tılsımı olan yedenin hakiki sahibi Türk’tür.Görüldüğü gibi yada taşı, hakimiyet konusunda çok önemli bir unsurdur. İnanışa göre yada taşına sahip olan Türk kağanları hükümdardır. Daha sonra hükümranlık, taşı çalan Oğuzlara geçmiştir.
İslâm Kaynakları’nda Türkler’in bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş; yağmur taşı anlamına gelen “Haccr-ül Matar” ya da “Seng-ı Cede” olarak isimlendirilmiştir. İslam kaynaklarında anlatılanlara baktığımızda, Türkler’in bu sihirli taşıyla Müslümanlar’ın da yakından ilgilendiklerini görüyoruz.
13. yüzyılda yine taşlarla yağmur yağdırma ve yada taşı önemli bir etkiye sahiptir. Şihabettin Ahmedin Nesevi’nin Celaleddin Harizmşah adlı eserinin Necip Asım çevirisinde rastlanan şu bilgi dikkat çekicidir: Velaşgerd önüne gelince, şiddetli sıcak, kuraklık ve hayvanları taciz eden sineklerden halk şikayet ediyor. Bunun üzerine taşlarla yağmur yağdırmaya karar veriliyor. Yazar, “biz buna inanmıyorduk. Sonradan birçok tecrübelerle bunun gerçek olduğuna inandık” diyor. Ve sultan’ın bu merasimi bizzat idare ettiğini ilave ediyor. Bu defa geceli gündüzlü, arkası kesilmeden yağan yağmurdan halkın şikayet etmeye başladığını ve yağmur sihri yapıldığına pişman olduklarını bildiriyor.1 Bu duruma göre 13. Yüzyılın başlarında taşla yağmur yağdırma olayı mevcuttur. Gören ve yazan kişi buna tanıklık etmekte, önce inanmadığını fakat gördükten sonra inandığını belirtmektedir.
Yağmur taşı ile yağmur yağdırma hareketinin Türklerde sihrî, mistik, önemli ve etki alanı çok yaygın bir gelenek olduğu görülmektedir. İslâmiyetten önce Türkler arasında yaygın olduğu da aşikârdır. İslâmiyetle beraber bu sihir ve mistik davranış, islâmi bir kılık ve tarihçe içinde süregelmiştir.
”
Bir yadacının akıbetinin hikayesi ise dikkat çekicidir: Harzemşah Sultan Mehmet, Çingiz istilasından önce Çin tarafına yaklaşırken çok fazla kar ve yağmura maruz kalır. Bu halin yağmur taşı kullanan bir yadacının eseri olduğunu öğrenince o şahsı huzuruna getirtir, siyah keçelere sarıp gömdürür. Böylece yağmur ve kar kesilir.Yine Şaban Şifâî’nin anlattığına göre, Semerkant şehrinde yağmura ihtiyaç olunca, taş, bir tas içinde suya bırakılıp bir yere konuyor. Hafız namındaki birisi suyu görünce bilmeyerek içiyor ve hemen yağmur kesilmek bilmeden yağmaya, her tarafı sel basmaya başlıyor. Ahali bir felakete uğradığını anlayıp sebebini araştırıyor ve hafızı buluyor, yakalayıp şehirden sürüyor ve böylece yağmur kesiliyor.
Yada taşıyla ilgili şu hikeyeyi de anmak gerekir: Türkistan’da iki bölge arasındaki bir geçitten hayvanlar geçirilirken hayvanların ayaklarına keçe sarılır ve yavaş yürütülür. Çünkü hayvanların tırnakları yerdeki taşlara sürttüğü vakit hemen bulutlar peydah olur ve yağmur yağmaya başlar. Eğer hayvan sürüsü yeterince büyükse büyük tufanların oluştuğu anlatılır. Bu durum yada taşıyla ilgili belirgin izler taşır. Ayırca Türkistan’daki bu geçitten geçerken yüksek sesle bağırmak, bir şey yıkamak, siyah renkli bir nesneyi suya bırakmak vb. caiz görülmez. Bunlardan biri bile yapılsa yaz dahi olsa yağmur ve karın arkası kesilmediği belirtiliyor.
TARİHCİLERİN ARAŞTIRMALARI |
Prof.Dr. Fuad Köprülü: “Eski Türklerde Dini-Sihrî Bir Anane Yât Veya Yağmur Yaşı” adlı makalesinde yada taşının tarihçesi hakkında en eski malumatın hicri 301-302 seneleri arasında Türk memleketlerini gezmiş olan Ebu Dulef Mis’ar İbni Mü-helhel’in Seyahatnamesinde bulunduğunu söyler. Köprülü, aynı makalede yada taşı hakkında ikinci en önemli kaynağın Divan-ı Lügat-it Türk olduğunu belirtir.Prof.Dr. Fuad Köprülü bu konuda “en eski memba” olarak Mücmel el Tevarih adlı eseri gösterir. “Türklere ait 11.babta Nuh’un Yafes’e yağmur duası öğrettiğini ve ona ism-i Azam’ı bellettiğini, Yafes’in de bunu bir taşa kazıdıktan sonra muska gibi boynunda taşıdığını, Oğuzlar arasında bu taşı elde etmek için çatışmalar olduğunu, Yafes öldükten sonra çocukları arasında çekilen kurada taşın Türk’e kaldığını, fakat “Goz”un asıl taşı saklayarak Türk’e sahte taş verdiğini, sonra gerçek anlaşılınca taş için savaşlar olduğunu” belirtiyor.
Hüseyin Namık Orkun: 1981 yılına dair “yade” taşı hakkında şu bilgiyi sunmaktadır: “981 yılında Çin hükümdarının elçisi Vangyentö, Türkistan’daki Uygur hükümdarı Arslan Han’ın nezdine gelmiş olup bu ziyaret münasebetiyle Uygurlar hakkında malumat vermektedir; onlar yade taşını işlemeyi çok iyi bilirler”
Prof.Dr. Şerefeddin Yaltkaya:“Yat Yahut Yağmur Taşı” adlı makalesinde yada taşı üzerine inceleme yapmıştır. Yaltkaya, taşın tarihçesini 8.yüzyıla kadar götürerek ve bu taşın başka toplumlarda da olduğunu, İslam’dan önce Araplarda da bulunduğunu söylemete ve bu defa bilhassa Ebu’l Reyhan’ın bir kitabından etraflıca bahsetmekte, yağmur taşı, yeşim taşı ve bunun bulunduğu yer, taşın rengi, şekli, taşla nasıl yağmur yağdırıldığı üzerine durmaktadır.3 Bu makalede Yaltkaya, Muhiddin bin Arabî’nin yağmur taşı vasıtasıyla yağmur yağdırmak âdetinden haber verenlerin en eskisi olmak üzere “Bilgat-ül el-gawas” adlı eseri gösterdiğini, bu makaleden sonra yaptığı araştırmalarda, Cafer-ül Sadık’ın “80-699-148-756”tilmizi olduğu söylenen Câbir bin Hayan’ın, 12.yüzyıldan önce, Elhavaisül Kebir Kitab elbahs de, 5-57. Sayfalarında, yağmur taşından ve taşların birbirine çarparak yağmur yağdırıldığından bahseder.
Prof. Dr. Faruk Sümer :“sözlerine itimad olunan âlim müellefler, Türklerdeki yağmur ve kar yağdırma hadisesini bizzat gözleriyle görmüş olduklarını söylüyorlar. Lakin gariptir ki böyle bir şeyin asla mümkün olmayacağını reddeden ve çürüten bir ifadeye henüz hiçbir eserde rastgelinmemiştir.”demektedir. Gerçekten de yağmur taşı tarihçesi ve bu bahis içinde, bu olayı denemek isteyenlerden başarısızlık karşısında inanmadıklarını belirtenler veya başka şahıslardan dinleyenlerden bunun olamayacağını kesinlikle ileri sürenler yok denecek kadar azdır. Aksi düşüncede bulunanların bile çekimser oldukları görülüyor. Prof.Dr. Faruk Sümer: “10.yüzyılda Türk memleketlerini gezdiğini iddia eden Arap Ebu Dulef Mühelhel, İrtiş boylarında oturan namı büyük Türk kavmi Kimek’ten bahsederken, onların her istedikleri vakit yağmuru getiren bir taşları olduğunu belirttikten sonra, bu hadiseyi gözüyle gördüğünü bildiren ilk müellefin Kaşgarlı Mahmut olduğunu söylüyor. Sonra aynı asrın ortalarında yazılmış olan Gerdizi’nin Zeyn’ül Ahbar’ında yat taşının menşei münasebetiyle Nuh’un Yafes’e verdiği taşı anlatıyor. Celâleddin Harizmşah’ın bizzat fakat aşırı derecede yağmur yağdırma olayını da anlatan Sümer, 13. Yüzyıla ait bir eserden, 892 yılında Maveraünnehir Hükümdarı, Samanîlerden İsmail İbni Nâsır’ın Müslümanlardan haraç alan kâfir Türklere savaş açmasını ve daha önce belirttiğimiz gibi karşı taraftaki Türklerin Müslümanlara yada taşı ile şiddetli yağmur ve dolu yağdıracağını haber alınca Samanî Hükümdarı: “bunun aslı olmaz” diyerek önem vermezken, birden bulutları görünce hemen atından atlayıp Allah’a secde etmesini ve bu suretle bulutların yön değiştirmesini belirtiyor.Yağmur taşı yumuşak ve büyük bir kuş yumurtası büyüklüğünde olup üç türlüdür diyen Prof.Dr. Faruk Sümer, bazılarının, taşın Çin’in doğu sınırlarındaki madenlerde olduğunu, bazılarının da Çin’deki Sürhab adlı kırmızı kanatlı bir su kuşunun mahsulü olduğunu söylediklerini ve taşın nasıl kullanılacağı hususunda anlaşmazlık olduğunu, bazılarını da “aşağı akan bir suyun içine atılır” dediklerini, birçoklarının da bunu kullanma sırrı ve metoduna sadece Türklerin vâkıf olduklarını ve kimseye öğretmediklerini söylediklerini anlatmaktadır.Kaşgarlı Mahmut: un verdiği bilgilerle, bu anlatımlar büyük bir paralellik gösterir.Taşların bulunduğu yer hakkında şu bilgiyi de görüyoruz: Huten şehrinin iki tarafında akan iki ırmak vardır ki bunlardan birine “örünk kaş öküz”, diğerine “kara kaş öküz” namı verilir. (öküz ırmak manasındadır) Kaşgarlı mahmuta göre birinci ırmakta beyaz taş, ikincisinde ise siyah taş bulunur.Örünk sözcüğünün Doğu Türk Lehçesinde ak yani beyaz anlanına geldiğini de hatırlattıktan sonra özetimize devam edelim.Dolu afetinde tarlaları korumak için taş yüksekçe bir yere asılır ve ona dokunulmaz. Onu ancak bu işin sırrını bilen Yadacılar kullanabilir. Taşların birbirlerine sürtülmesi ve bir tas suyun içine taşın atılması ile bu işlemler uygulanır. Ancak bu işlemleri sırrı bilen kimselerin (Yadacılar’ın) yapması gerekir. Aksi takdirde arzu edilen sonuca ulaşılmaz. Taşı suya atmak yeterli değildir.Bu anlatımlar da taşın kullanımı ile ilgili yukarıdaki tespitlerimizi doğrular niteliktedir. Ayrıca bu taşın sadece kullanım metodunu bilenlerin elinde işe yaradığını anlatması da önemlidir.
Ziya Gökalp: “Eski Türklerde Din” adlı yazısında, yağmur taşına tarih ve coğrafya kitaplarında da rastlandığına işaret ediyor ve Nuh’un gemisinin Cudi Dağı üzerine oturuşundan sonra Nuh’un büyük oğlu Yafes’i doğuya yolladığını ve ona Türklerin “cide taş” adını verdikleri yağmur taşını verdiğini, bu taşa “yede taşı” da dendiğini, “İsmi âzam, üzerinde mahkuk olduğu için, Yafes istediği zaman bunun vasıtasıyla muradına nail” olduğunu naklen söylüyor. Ve “bu taş hakkındaki rivayetler o derece kuvvetlidir ki, artık ondan kimsenin şüpheye mecali yoktur. Şimdi bile Türkler arasında bu cinsten bir taş mevcuttur.”diyor.
İbn-ül Fakih( islâm tarihçilerinden)’in kayıtlarında, Halife Ma’mun’un bu gizemli taş hakkında araştırma yapması için Nuh bin Esed’i vazifelendirdiği anlatılmaktadır. Nuh b. Esed, Türkler arasında yaptığı incelemeler sonunda Halifeye, söz konusu haberlerin doğru olduğunu fakat olayın nasıl meydana geldiğini anlayamadığını bildirmiştir. İbn-ül Fakih, tarihi kayıtlarında, Horasan Emiri İsmail bin Ahmet’in Ebul Abbas’a anlattıklarına da yer vermiştir:
“Yirmi bin kişi ile Türklere karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı altmış bin Türk vardı. Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklerin iri dolu yağdıracaklarını söylediler. Biz de onlara: Sizin kalbinizden küfür hâlâ çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiç bir insan yapamaz dedik. Onlar: Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz dediler. Sabah oldu. Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı.”
İbn-ül Fakih, bu olayla ilgili olarak İsmail bin Ahmet’in iki rekât namaz kılarak, bu dolu fırtınasını daha sonra Türk¬ler’in üzerine yönlendirdiğini yazmaktadır. O devirde Arap İslâm Orduları aynı zamanda Allah’ın askerleri olarak nitelen¬dirildiği için, onlar adına böylesine gurur kırıcı bir olayla karşılaşmak kabul edilebilir bir şey değildi. Bu nedenle söz konusu dolu fırtınasını kıldığı namaz sayesinde Türkler’in üzeri¬ne yönlendirildiğini yazarak konuyu noktalamasına şaşmamak gerekir.
Abdülkadir İnan: “Eski Türk Dini Tarihi” adlı kitabında Ali Şir Nevâyi’nin “El-Lügat’ün Neviyye” isimli eserinde “Yada Taşı” hakkında şöyle bir Beyitini olduğunu yazar:
Yada Taşıga kan tegeç yığın yağkandek ey saki
Yağar yağmurdek eşkin çün bolur la’lin şerab âbıd”
"Yağmur boncuğu derler bir nesnedir ki, ona kurban kanı sürülmekle yağmur yağar."Yada taşı efsanesinin Çağatay divan edebiyatında da yer aldığını söyleyen Abdülkadir İnan,“Türkistan’da Timurlular ve Özbekler devrinde yazılan eserlerde yâd taşından bahsedildiğini, bu efsaneye okur yazar insanların bile inandığını, çağdaş Türk uluslarının folklorunda yâd taşı efsanesinin en çok yayılmış efsanelerden biri olduğunu belirtiyor.
Şaban Şifaî : 16. ve 17. Yüzyıllara ait önemli bir yazma, taşlarla ilgili türlü bilgi ve inançları toplamıştır. Prof.Dr. Süheyl Ünver, Şaban Şifaî’nin taşlara dair “Şifâiye f’ı-tıb” adlı eserini tanıtırken şimdiye kadar yazılmış taşlarla ilgili en eski eserin Nasırüddin Tusî tarafından telif edilen eser olduğunu ve tetkiklerde daima bunun esas tutulduğunu bildiğini belirterek, “yağmur taşına dair şimdiye kadar yapılan tetkiklerde Şaban Şifaî’nin bu eseri kullanılmamıştır” demektedir.Şaban Şifaî’nin bu eserinde, dolu taşının çok müessir olduğu, dolu yağışlarından tarlaları, bahçeleri korumak için taşın yüksek bir yere asıldığı, ve Allah’ın o semte dolu yağdırmadığı anlatılıyor. Ayrıca Türklerin buna büt taşı veya yede taşı da dediklerini, bazı şahıslarda bu taştan bulunduğu belirtiliyor. Yine aynı eserde bu taşla ilgili söylentiler, kullanılış şekli ve yöntemi anlatılıyor.
Şaban Şifâî, yağmur yağdırmak üzere yağmur taşının yüksek bir yere asılması gerektiğini söylüyor. Türklerin yede dediği “seng-i büt”ün görülmüş ve denenmiş olduğuna işaretten sonra, bazısının renginin toprak rengi ve beyaz olduğunu, üzerinde kırmızı noktalar bulunduğunu, bazısının muhtelif renklerde olduğunu, birçok çeşidinin görüldüğünü ve madeninde anlaşmazlıklar olduğunu söylüyor. Taşın nerede bulunduğu üzerine de anlaşmazlıklar vardır. Bazıları bu taşın “hayvanî” olduğunu savunur ve taşın hanazir cinsinden bir hayvanın karnında bulunduğu zikreder. Bazı kimseler Çin iklimlerinde ve İran’daki bir çeşit ördekte olduğunu, bazı kimseler ise serhab denilen kırmızı kanatlı bir su kuşunda bulunduğunu, bu kuşun suyun sığ olduğu yerlerde yuva yaptığını, yaz günleri o yuvanın olduğu yerdeki su çekilince kuşun yuvasının bulunduğu yerin kazıldığını ve taşın bu şekilde bulunduğunu söylerler. Ayrıca bu kuştan Mısır diyarında da Semur ismiyle bahsedildiğini belirtmek gerekir.Bazılarının yağmur için başka, kar, dolu ve rüzgâr için başka taşlar olduğunun söylendiğini, fakat söylentiye göre hepsinin bir taş –yağmur taşı- olduğunun, bir küme toplansa birisi yağmur, diğeri kar, öbürü dolu yağdırmaya gayret etse, Tanrı’nın buyruğuyla her birinin ameline göre halk edeceği belirtiliyor.
Taşın kullanım şekliyle ilgili Şaban Şifâî şu önemli ilaveyi de yapıyor: “bir cemaatin taşı mücerret ıslatmasıyla yağmur vücuda gelmez, bu onun kullanılışını bile sihirbaz şahsa bağlıdır. Bazı zevat, balıkta ve insanda bulunan taşlarla dahi o ameli bilenler yağmur, kar ve dolu yağdırabilir, şiddetli rüzgâr estirebilirler.” Buna karşın Nasırüddin Tusi’nin sözüne göre, taşların madeni olması gerekir.
Bayatlı Mahmud oğlu Hasan’ın: 1482 yılında yazılan “Câm-ı Cem-Ayîn” adlı eseri, yada taşının tarihçesi düşünüldüğünde önemlidir, eserin önemli olmasının sebebi taşla yağmur yağdırma âdetinin Türklerin İslâmı benimsemesinden sonra, islâmi unsurlarla nasıl açıklandığını gösteren bir örnek olmasıdır. Burada Nuh’un Adem’in yeryüzüne inişinden 2250 yıl geçince dünyaya geldiği, Nuh tufanı olayının olduğu, geminin Cudi Dağı’nda iken tufanın durduğu, gemideki insanların dışarı çıkınca Nuh’un oğullarından Sam, Ham ve Yasef haricindekilerin öldüğü, Türklerin atasının Yafes olduğu, Nuh’un yağmur yağdırmaya yarayan yada taşını Yafes’e vererek onu doğuya gönderdiği anlatılmaktadır. Böylece yada taşının tarihi, Nuh’tan başlatılıp, Yafes’e, oradan da Türklere ulaştırılmaktadır.Batılı kaynaklarda da Yada taşının izlerine rastlanır. Türklerin kültür hayatı, folkloru ve etnografyası üzerine önemli çalışmalar yapan Radloff, 1861 yılında Altay’da Abakan Irmağı çevresinde bulunduğu sırada yağmur taşı ile ilgili olaya tanık olur. Bu defa şiddetli yağmurdan kurtulmak için Radloff’un rehberi, aynı zamanda bir yadacı olduğundan, yağmurun dinmesi için taşı kulanıyor. Radloff “Aus Sibieren” ve “Proben” adlı eserinde bundan bahseder.
Evliya Çelebi: Kafkasya yollarında seyahat ederken (1641), bir yerli büyücünün garip efsunlarla bulutları gökte toplayıp sağanak boşandırdığını anlatmıştır.
Yine Şerefeddin Yaltkaya, Nuh Peygamber ile kavmi arasındaki konuşmadan bahseder. Yaltkaya, Kuran-ı Kerim den Nuh Suresi'nin 10-11. ayetlerini yağmur yağdırabileceğine delil olarak göstermektedir. Bu ayet şöyledir: ”Dedim ki: Rabbimizden bağışlanma dileyin; çünkü O bağışlayandır. Gökten üzerimize yağmur gönderir. “
Yakup el-Hamavi’nin eserinde Ahmet es-Samani; Türk Kavmi Naymanlar’ın Cengiz Han’a karşı yapılan savaşta bu taşı kullandıklarını belirtmiştir.
Fuat Köprülü, Mahmut b. Mansur un eserine dayanarak, yağmur taşı için, ”Kolayca ufalanabilir, büyük bir kuş yumurtası kadar olup 3 türlüdür: Kırmızı beneklerle dolu beyaz toz renginde, beyaz temiz ve koyu kırmızı yahut muhtelif renklerde. Şekli hakkında muhtelif fikirler vardır” demektedir. YA DA TAŞI ile nasıl yağmur yağdırıldığı hususunda da çeşitli rivayetler vardır. Bazılarının bu taşı yüksekten alçağa doğru akan suyun içine konulduğunu, bazıları da bunun kullanılışını yalnız Türkler'in bildiğini, bunu kimseye söylemeyip sır tutuklarını, kimseye öğretmediklerini söylemektedir.
YADA TAŞI TÜRKLERİN ELİNDE |
Çok eski devirlerden kalan yaygın bir inanca göre: "Türkler 'in atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk Samanları'nın ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur." Ve yine bu inanca göre günümüzde hâlâ bu taşın önde gelen Şamanların ellerinde bulunduğu iddia edilmektedir. Bu anlatılanların sadece bir inançtan ya da söylentiden ibaret olmadığını binlerce yıl öncesine ait eski Çin Tarihi Kayıtları da teyit etmektedir. Eski Türklerin de elinde bu tür bir taşın (YA DA TAŞI) bulunduğuna dair çok sayıda tarihi kayıt vardır. Çin Kaynakları tarafından tutulan bu kayıtlarda, Atalarımızın istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağmur yağdırabildikleri, rüzgar estirip hatta fırtına çıkartabildiklerine dair ilk tarihi belgede şunlar kayıtlıdır:
Türklerin büyük ataları Hunların Kuzey’inde bulunan So sülalesinden idi. Oymağın Başbuğu Ananbu idi. Bunlar yetmiş kardeş idi. Birincisi dişi kurttan türemiş olup adı Içjini-nişibu idi. Içjini-nişibu tabiatüstü özelliklere sahipti. Yağmur yağdırıp fırtına çıkartabilirdi.Yine aynı Çin Kaynaklarında 449 yılında meydana gelen bir savaş anlatılırken konuyla ilgili satırlara rastlıyoruz:
Evvelce Kuzey Hunlarının idaresinde bulunan Yüce Han ahalisinde öyle kâhinler vardır ki, Cücenler’in saldırılarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırdılar, fırtına çıkarttılar. Cücenler’in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı.
İslâm Kaynakları’nda Türklerin bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş; yağmur taşı anlamına gelen “Haccr-ül Matar” ya da “Seng-i Cede” olarak isimlendirilmiştir. İslam Kaynakları’nda anlatılanlara baktığımızda, Türklerin bu sihirli taşıyla Müslümanların da yakından ilgilendiklerini görüyoruz.
Biz tekrar sihirli taşımıza geri dönelim.Eski Türk Mitolojisi’ni oluşturan çeşitli efsanelerde de bu taştan bahsedilir. Hatta bu taşın nasıl kullanıldığı da kısmen açıklanır…Bir örnek olması bakımından Er Gökçe Destanından konumuzla ilgili bir bölüm aktaralım:
“…Yanımdaki adamlar susadı. Er Kosay’a susuzluktan şikayet ettiler. Er Kosay, uzun kulaklı sarı atının altından “Cay Taşını” çekip çıkartı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler.”
Bu gizemli taşla ilgili elimizdeki tüm bilgileri yan yana getirdiğimizde, onun kullanım metotları olarak; taşın su içine konulduğu, suyun üzerine asıldığı, birbirine sürtüldüğü veya taşın sağa sola hareket ettirilerek sallandığını görüyoruz.
Bu konuda günümüze kadar gelen Farsça bir şiir Yada Taşının kullanılmasıyla ilgili önemli çağrışımları beraberinde getirmektedir: “Şekilli bir taştır ki, her ne zaman ona dua edilse göğü yarar ve çokça bulut ve yağmur getirir, bu iş Türkler arasında yaygındır.”
Bu anlatımlardan taşın çalışma prensibiyle, düşünce enerjisinin onu yönlendirmesi arasında çok sıkı bir bağ olduğu anlaşılıyor. Demek ki, düşüncelerle yönlendirilebilen bir maddesel özelliği olan bir taşla karşı karşıya bulunmaktayız.Bu taşın en son hangi tarihe kadar kullanıldığı tam olarak bilinmiyor ama bu taştan Osmanlıların da haberdar olduklarını yine tarihi belgelerden anlıyoruz. Şaban Şifaî’nin IV. Mehmet’e yazdığı “Risâle-i Şifâiyye Fi Beycini Enva-i Ahcar” isimli eserinin 14 sayfası bu taşla ilgili önemli anlatımlar içerir:
"Hiç bulut olmadığı halde Yada Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülmeye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağmuru yağdırmak Yadacı’nın hünerine bağlıdır"
Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genellikle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerlerinde kırmızı noktalar olanlara da rastlanmıştır. Büyüklükleri bir kuş yumurtası kadardır.Şimdi bu taşın gerekli metotlara uyulmadan kullanıldığında ne tür sonuçları beraberinde getireceğini gösteren; 13. Yüzyıl’da yaşanan ve tarihi kayıtlara geçen bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Velaşgerd önüne gelince yöredeki halk bize şiddetli sıcak, kuraklık ve hayvanları rahatsız eden sineklerden çok şikayet ettiklerini bildirdiler. Bunun üzerine taşlarla yağmur yağdırmaya karar verildi. Merasimi bizzat Sultan idare ediyordu.İlk başta ben buna inanmıyordum. Fakat sonradan bunun birçok tecrübelerle gerçek olduğuna gözlerimle şahit oldum.” diyen S.A. Nesevi olayın gelişimini şöyle anlatmaya devam ediyor:
"Bu kez de geceli gündüzlü, ardı arkası kesilmeden yağan yağmurdan halk şikayet etmeye başladı . Yağmur sihri yapıldığına halk pişman oldu. O kadar çok yağmur yağdı ki, her taraf çamur ve bataklığa döndü. Sultan’ın çadırına bile girilmez oldu. Yağmur dinmek bilmiyordu. Sel ne var yoksa her şeyi mahvetti."Bir ara sütninesinin Sultan’a şunları söylediğini işittim: "Sen bir hüdâvent alemsin… Fakat yağmur yağdırmakta değil… Çünkü böyle bir tufan çıkartmakla hata ettin… Senin yerinde başka birisi olsaydı bunu yapmazdı, sadece elverecek kadar yağdırırdı"
Bu tür taşların yanlış kullanımının ne tür sonuçlar doğuracağını göstermesi bakımından yukarıdaki tarihi kayıtlar son derece önemlidir. Kaldı ki, bu taşların Atlantis’te kullanılanların küçük birer örnekleri olduğu düşünülecek olursa, Atlantis’teki bu tür taşlardan oluşan devasa enerji merkezlerinin negatif alandaki kullanımının, nasıl büyük bir doğal afetler zincirine neden olduğu sanırım daha iyi anlaşılacaktır.
NUH VE İBRAHİM PEYGAMBER |
Bununla ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Az önce göklerden geldiği yazılmıştı. Şimdi ise Peygamberler tarafından verildiği ile ilgili yazılara bir bakalım:
İlk görüş: Hz. Nuh, tufandan sonra oğlu Yafes'i Türk yurduna göndermeden önce ona YA DA TAŞI’nı oğluna vermiştir. Türklerin babası olarak kabul edilen Yafes, bu taşı Türklere vermiş, daha sonra bu taş Oğuz Hana geçmiştir.
İkinci görüş: YA DA TAŞI Kantura’nın çocuklarıyla Türklere gelmiştir. Hazreti İbrahim'in Kantura isimli üçüncü hanımından da birkaç erkek evladı olmuştur. Zamiran, Yasubak ve Sukh babaları tarafından Horasan'a gönderilmek istediğinde çocuklar istememişler ve "Kardeşimiz İshak'ı kendi yanında bırakıyorsun, İsmail'i de kutlu bölge / Mekke'de bıraktın. Bizi neden çok uzaklara gönderiyorsun? biz o gurbet ve vahşet aleminde nasıl geçiniriz?” demişlerdir.İbrahim de “Ben sizlere Tanrı’nın isimlerinden (tılsım) birini öğretirim, bunu kullanarak siz düşmanlarınıza galip gelir, harpte sıkıntıya düştüğünüzde bunu kullanarak düşmanlarınızın üstüne yağmur yağdırır ve zaferi kazanırsınız” dedi Çocuklar Horasan'a yerleştikten uzun bir süre sonra büyük bir kuraklıkla karşılaşmışlardır. Çaresiz kalan halkı görünce, öğrendikleri dua ve ellerindeki YA DA TAŞI ile birlikte yağmurun yağmasını sağlamışlardır. Bunun üzerine insanlar, bu işin ancak hanların işi olduğunu düşünmüş, bu çocukların ve soyundan gelenleri han olarak kabul etmişlerdir. Öyle ki, kanlarının yere düşmesini bile bir felaket olarak görmüşlerdir. Bu adet daha sonra han sülalesinden idam edilmesi gerekenlerin kılıçla değil yay kirişi ile boğmak usulünün doğmasına neden olmuştur. Göktürk devlet geleneğini takip eden Selçuklu ve Osmanlıda da aynen devam etmiştir.
UYGURLAR |
“Yulug Tigin isimli bir prens hükümdar oldu. Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için oğlu Gali Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki “Kutlu Dağ” adını taşıyan dağı istediler. Gali Tigin dağı verdi. Çinliler dağı götürmek için dağın etrafında ateş yaktılar, dağ kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan dağı arabalara koyarak Çin'e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu dağın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar. Artık kuşlar bile uçarken "Göç Göç" diye ötüyorlardı.”YA DA TAŞI ise Böğü Tekin efsanesine göre, gökten inen altın ışıktan meydana geldiğini gelmiştir. Bu efsaneye göre, bu altın ışık Kutlu Dağ'ı oluşturmuştur. Kutlu Dağ, yeşim taşından bir kayadır ki, Türkler in elinde bulundukça Türk hakanlığı dünyaya hâkim kalmıştır.
Kutlu Dağ’ın gerçekte bir dağ olmadığını yukarıdaki bilgiye dayanarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki gidişiyle kuraklığın sebebi olan ve insanları göçe zorlayan bu Kutlu Dağ’ın YA DA TAŞI olduğunu söyleyebilir miyiz???
KOMPLO TEORİLERİ |
YA DA TAŞI’nın dünya dışı bir teknoloji olduğunu düşünerek bağlayalım komplo teorilerine. :) Bu taşın şamanlar aracılığıyla önce Çinlilere sonra Ruslara geçtiği söylenmektedir.
Rusların bu taşı, 1768-1774 Osmanlı Rus savaşlarında kullandığı söylenmektedir. Rus ordusunun dörtte birini oluşturan gayrimüslim Kalmuk Türkleri tarafından, Müslüman Osmanlı Türklerine karşı silahın kullanılması sonucu perişan olan Osmanlı Ordusu, pek büyük kayıplar vermiş ve Karadeniz’in kuzeyindeki bütün toprakları terk ederek, Tuna Nehri nin beri yakasına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaşta çokça yağmur yağmış ve tarihi kaynaklar Rusların bu yağmur yağdırma tekniğine sahip olduğunu belirtmiştir. Aynı savaşlar esnasında Sadaret’in sunduğu arzlardan birinde ”Prut Nehri dahi Han Tepesi tarafından sahraya taşıp, geçit olan bir iki mahalle Moskovlu kafiri top ve piyadeler vaz etmekte…”ifadesinden, benzer bir tertibin varlığı hissedilmektedir.
Hiç bir askeri eğitim almamasına karşın yaptığı savaşların hiçbirini kaybetmeyen, dünyanın en güçlü ordularından kabul edilen Trocky'nin Kızıl Ordusunu defalarca bozguna uğratan, Londra Hava Sahasını 45 günlüğüne eline alan ve Fransa’yı bir günde işgal eden Hitler’in Moskova Seferindeki hava şartlarını düşünemeyecek kadar aptal olması mantıklı mı???
Hitler'in güçlü orduları Moskova'yı kuşattığında Ruslara hava koşulları yardım etmiş ve Hitler için sonun başlangıcı burada başlamıştır…
:
SONUC OLARAK |
Gerçekte bir taş var mıydı_ Varsa gerçekten bir taş mıydı yoksa bir teknolojik aygıt mıydı? Şu anda bu taş birilerinin elinde olabilir mi? Doğal felaketlerin sebebi yoksa YA DA TAŞI mı?
Bu soruların cevaplarını bilemeyiz belki ama bildiğimiz şey YA DA TAŞI'nın Türk Mitolojisinde çok önemli bir yere sahip olduğudur.
Bu çalışma bir çok kaynaktan derlenmiştir...