SUYUN SIRRI

TRT belgeselinde, Alman bilim adamı, Dr. Knut Pfeiffer, sular üzerinde araştırma sonuçlarına yer veriliyor. "Kutsal Su Zemzem /Zübeyde Su Yolu" belgeseline konuşan Japon ve Alman bilim adamları zemzemle ilgili hayrete düşürücü şeylerden bahsediyorlar. Zemzem, ezan okunduğunda berraklaşıyor, çan çaldığında ise kararıyormuş. Zemzem suyundan içtikten 35 dakika sonra kişinin rahatladığını gösteren sonuçlar elde edilmiş. Araştırma derinleştikce şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşmışlar araştırmacılar.. Zemzemin mayalama özelliği yanında, enerji ve şifa kaynağı olduğu tespit edilmiş. Bilim adamı bu sonuçlar karşısında “ zemzem suyu her şart altında değişmiyor, değiştiriyor” demektedir.

Alman bilim adamı şunları da anlatıyor: “ Bir damla zemzem suyuna yüz damla normal su karıştırdım. Sonuçta gördüm ki suyun hepsi zemzem özelliğine dönüşüyor. Sonra bir damla zemzeme bin damla normal su karıştırdım. Ve yine gördüm ki hepsi zemzeme dönüşmüş. Bunun sebebi nedir, neden? Zemzemde öyle bir enerji var ki başkasını değiştiriyor, fakat kendisi değişmiyor”.

Çocukluğundan bu yana hayatını zemzem suyunu araştırmaya adayan Türk kökenli bir mühendis var: Yahya Hamza Koçak. Yahya Koçak, suyun sırları ile en kapsamlı araştırmaları yapan Dr. Masaru Emoto ile nasıl tanıştığını şöyle anlatıyor: 12 yıl önce Los Angeles’ta bir konferansta Japon bilim adamı Dr. Masaru Emoto ile tanıştım. Suyun hafızasının varlığından bahsediyor, bir sesten diğerine geçerken nasıl etkilendiğini anlatıyordu. Konferans bittikten sonra kendisiyle konuştum. “Biz Müslümanlar bir bardak suya Kur'an-ı Kerim okuruz ve onu hastaya içiririz. Bir de zemzem suyumuz var. İçildiği niyete göre fayda verdiğine inanılıyor. Araştırma yapabilir misiniz” diye sordum. Bana “bu araştırmalarım esnasında Kur'an-ı Kerim’i kim okuyacak” dedi. Los Angeles ve Tokyo’daki İslam merkezlerinde birilerinin bulunacağını söyledim. On yıl sonra bana su ve kristaller üzerinde yaptığı deneyleri yazdığı bir kitap göndererek beni şaşırttı. Araştırmayı gerçekleştirmiş ve konu üzerine bir kitap yazmış. Su kristalleri besmele, Kur'an-ı Kerim ve ezan okununca şekil değiştiriyor. Zemzem suyu kristallerinin dünyadaki bütün su kristallerinden farklı görüntü sergiliyor. Kristaller, Harem’in uydudan çekilmiş bir resmi gibi görüntü arzediyor.


NANOTEKNOLOJİK SİSTEMLER OLARAK KRİSTAL YAPILAR

Zemzemin sırrını içindeki iyon, tuz ve mineral gibi, hep maddi cephede ulaşamıyorlar. Bu konunun sebepler planında hayat enerjisi ile biyoenerji ile ilgili olabilir. Maddenin keşfedemediğimiz bir boyutu, bir çeşidi “biyoenerji” olan “hayat enerjisi” ile olan ilgisi. Kısaca henüz kavrayamadığımız fizik ötesi “enerji”leri absorbluyor olabilir. Eskilerin “esiri enerji”de dedikleri bu enerjinin bir özelliği, düşünce ve niyetlerle şekilleniyor olması. Bu konuda gelecek yazımızda biraz daha aytıntılı söz edeceğim.

Bu enerjinin “inşa edici” etkisi ile göre moleküller farklı dizilişler sergileyebilir. Kristal yapıları kuantum özellikleri gösteren “nanoteknolojik sistemler olarak görmek gerekir. Bazı kristal taşların, gümüş gibi kristal örgülü metallerin şifa etkilerini bu çerçevede değerlendirmek mümkün.

Kuantum bilimi bize atomlar ve moleküllerin sırlı dünyasında; metrenin milyarda birisi denen nano boyutta nurani kanunların hakim olduğu söylemektedir. Atom ve molekül düzeyinde maddeden ziyade madde ötesi dünya hakimdir [3]. Henüz mahiyetini kavrayamadığız “hayat enerjisi” ve “biyoenerji” konuları da henüz ihata ve kuşatamadığımız bir saha olarak karşımızda duruyor. Kristal dizilişler, değişik ilahi tecellilere “ayna” olmaktadır. Atom ve moleküllerin dizilişi ile hiç tahmin etmediğimiz “akıllı” fonksiyonel özellikler ortaya çıkmasıdır ki bu nanateknolojide ifadesini bulmaktadır. Örneğin kömür ile elması karşılaştıralım. Aynı elementten (karbon) meydana gelmelerine rağmen farklılıkları atomların kendi aralarındaki diziliş ve bağlanmaları ile ilgili olmaktadır.

BENVENİSTE NİN GÖZLEMLERİ




Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste yaptığı araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan oluşturup, ışık hızında yolculuk ettiğini keşfetmiş. Bu çalışmalar, 1980'li yıllarda başlamış. Çalışma grubu suyun hafızası olduğu kanaatına varmışlar. Suya bir madde ekleyerek bir milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda sallayarak o maddenin etkisinin yok olacağını düşünüyorlarmış işin başında. Ancak sonuç düşündükleri gibi çıkmamış. Hala maddenin suda mevcut olduğunu görmüşler. Deneyleri çok daha fazla sulandırarak tekrarlamışlar. Ne kadar sulandırılırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin etkisinin yok olmadığı görülmüş. Su yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydediyordu. Bir başka deneyde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansı yüklenmiş. Aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi suyun sinekleri öldürdüğü görülmüş.


Benveniste’nin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis, Avrupa ülkelerinden ortak bir araştırma grubu katılmış.. Fransa, İtalya, Belçika, ve Hollandalı bilim adamlarından oluşan ekibi Profesör M. Roberfroid yönetiyordu.

Belçika Katolik Üniversitesinde Benvenisten’in kullandığı orijinal deneyde daha rafine materyaller kullanılmış. Uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney çözeltilerinin içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm çözeltileri kodluyor ve bilgiyi topluyordu. Yapılan tüm deneyler Benveniste'nin sonuçlarını desteklemiş.

Benveniste "12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler" demiş. Benveniste ayrıca şunları da söylemektedir: "Biokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yapar" da demektedir.

İnsan bedeni büyük oranda sudan ibarettir. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydediliyorsa ve o kalitede yaşıyorsak tüm davranışlarımız ve fiillerimizin de kaydedildiği sonucunu çıkarmak zor olmayacaktır. Bir kayıt ve muhafaza hakikatı ile karşı karşıyayız. Konunun diğer noktası ise, bu kayıtların büyük bir muhasebe gününe işaret ediyor olmasıdır.

DR MASARU EMOTO NUN ÇALIŞMALARI

Japon bilim adamı Dr. Masaru Emoto, içinde 70'ten fazla kristal resmi bulunan Su Kristalleri adlı kitabında her kristal resminin ayrı bir hikayesi anlatılıyor. Masaru, “Su adeta canlı gibi duyguları algılayor. Bunu duygulara göre farklı kristal desenleri oluşturmakla gösteriyor. Su çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alıyor ve ona göre tepki veriyor" diyor.
Duygu ve düşüncelerin maddeye olan etkisine dair sayısız gözlemler bulunuyor. Bu tür çalışmalar sadece Emoto’nun çalışmaları ile sınırlı değil. Su üzerine başka araştırma gruplarının da dikkat çekici çalışmaları var.


Dr. Emoto, hayatını su konusundaki çalışmalara adamış ve yüz değil, bin değil, on binlerce deney icra etmiş birisi. Neticede, suyun sadece iyi ve kötü bilgileri, müzik ve sözleri değil, hisleri ve şuuru da kaydettiğine şahit olmuş. Su, ne kadar sevgi, duygu ve âhenk dolu ise, altıgen kristal yapısı da o kadar güzel ve düzgün oluyor. Meselâ çekilen fotoğrafların birinde suyun yanında "şeytan" dendiğinde, kristaller kaotik-karmaşık bir biçime giriyor. Güzel sözlerle dua edilen su, berrak ve estetik yapı, mükemmel bir altıgen şekil ile karşınıza çıkıyor. Suya kokulu çiçek yağları uygulandığında su kristalleri o bitkinin şeklini andırıyor. Steril su dolu iki kabın birisine “beni hasta ediyorsun” diğerine de mutluluk ve sevgi ifade eden sözler söylenmiş. Birisi çirkin görüntüler oluştururken, diğeri güzel kristaller oluşturdu.

Japon araştırmacı Emoto’nın su kristalleri üzerine yaptığı deneyler, duygu ve düşüncelerimizin madde dünyasına etkisini göstermesi bakımından dikkat çekici. Kuantum insan düşüncesinin maddeyi etkileyen boyutunu ortaya koymuştu. İnsan düşüncesi ve zihni bir boyut olarak talep edilmişti. Bu deneyler aslında insan zihninin kainattan bağımsız olmadığını gösteren somut sonuçlardır.

Yiyip içtiklerimizi yıkamamız gerekir. Vücudumuzdan içeri girecekler tertemiz olmalıdır. Varlığın “manevi” cephesini ise besmele ve dualarla “yıkadığımızı” düşünebiliriz. Bu deneyler, alemde/fıtratta esas olanın, hayır ve hak, müsbet ve güzellik, merhamet olduğunu gösteren sonuçlar sunmaktadır.. Yeme ve içme esnasında başta “besmele” çekiyor, sonunda “elhamdüllilah” diyoruz. Bu davranış ve sözlerimizle nimete (dolayısıyla o nimetin sahibine) hürmetimizi, takdir ve sevgi hislerimizi ifade etmiş oluyoruz. Gerek bu sözler ve gerekse okuduğumuz dualar, pozitif niyet ve düşüncelerimizin ifadesi olarak su üzerinde inşa edici ve “düzenleyici” etkide bulunmaktadır.

Masaru’nun deneyleri aslında oldukça basit işlemlerden ibaret. Suyun sıfırın altında yirmi derecede dondurulma işleminden ibaret. Sıcaklık, eksi beş dereceye gelince kristal teşekkül etmeye başlıyor. 5 mm'lik buz parçasında 0,025 mm (25 mikron) büyüklüğünde kristaller meydana geliyor. 200 defa büyütüldüğünde kristallerin şekli görülüyor ve fotoğrafları alınıyor.

Teknoloji aletleri ile kuşatılmış vaziyetteyiz.. Ama ne var ki, televizyon, bilgisayar, cep telefonu, mikrodalga fırın gibi elektromanyetik dalgaların suya verdiği etkinin fotoğrafları pek olumlu değil. Teknolojik aletlerin suya etkisi, "şeytan" sözcüğü karşısında elde edilenlere benziyor.. Bu sonuçlar, olabildiğince doğal ve fıtri şeylere yönelmenin gerekliliğini, “bozulan” yapıyı “düzeltme” gayretlerinin önemini göstermektedir..

Genlerle oynanması ve katkı maddeleri ile gıdaların fıtri hali bozulmakta ve “zararlı” hale getirilmektedir. “Kirlian fotoğraf yöntemi” ile bu bozulma çok açık bir şekilde gözlenebilmektedir (www.kirlian.com). Kirlian fotoğrafçılığı yöntemi ile gıdaların “aura” denen “duble bedeninin” (biyoenerjik vücut) fotoğrafı alınarak ve doğalınki ile karşılaştırılarak “bozulmalar” gösterilebiliyor. Doğal su ile ilgili doğru zannettiğimiz bazı yanlışlıklara Dr. Aidin Salih Gerçek Tıp Adlı kitabında dikkat çekiyor [5]. Bu kitapta, suyun hareketi, kaynağı ve beklemesi halinde vuku bulan değişimler (sağlık durumu) Masaru ve Kirlian fotoğrafçılığı ve diğer tecrübi sonuçlar ışığında ele alınmış ve yorumlanmış.

Sadece kaynağından alman su saf görünüyor. Pet şişesinde beklemiş suların “faydalı” olmaktan çıktığını gösteren deliller elde edilmiş. Dağ buzullarından ve eriyen karlardan nehirlere akan ve kaynaklardan çıkanlar daha sağlıklı sular. Peki her zaman böyle sulara erişmek mümkün olmadığına göre ne yapacağız? Acaba, güzel duygularla ve dualarla suyu tekrar “diriltebilir miyiz”. Önceden “okunmuş su” ya dudak bükenler şimdi bu gerçekler karşısında ne diyecekler acaba?

Yaşadığınız bölgede “sağlıklı su” bulmak mümkün değilse şunlar tavsiye edilmektedir: Pet şişelerde veya emaye tencererde su buzlukta donmaya bırakılmalı. Donmuş suyun erimesine müsaade edilmeli. ancak suyun dibinde oluşan “kalıntı” kısım atılmalıdır. En hafif, en faydalı ve tadı en güzel suyun buzdan yeni eritilen su olduğu söylenmektedir. Buzdan eritilen su 10-12 saat “canlı” kalıyormuş. Zaten onun “ağırlaştığını” tadının değişmesinden anlamak mümkün.

Çağımızda yemeklerde “bereket ve tad - tuz” kalmamasını insanların negatifliklerinin artmasının bir sonucu olarak görmek gerekir (günahlar, takdir duygusunun ve samimi sevginin kalkması, hırs, maddecilik, kıskançlık, şükürsüzlük, helal-haram bilmeme...).

Su Kristalleri adlı kitabında Prof. Emoto, pozitif ve doğru düşünme biçimi oluşmasında ve insanların mutluluğunda ve huzura kavuşmasında din gerçeğine şöyle dikkat çeker: "21. yüzyılda en önemli olayın ilimle dinin yeniden buluşması olacağını düşünüyorum. Eğer din olmasaydı insan aptallaşacak, modern ilim de hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktı.”

Emoto toplumdaki hastalıkların bu kadar yaygınlaşmasını “ bütün bir insanlığın yozlaşmasına bağlıyor ve şöyle diyor: “ Bozulan dünyamız için bir şeyler yapmayıp yaralı ruhlarımızı iyileştirmedikce fiziksel hastalıklar yüzünden acı çeken insanların sayısında hiç bir azalma olmayacaktır. Dünyadaki bozulma aslında ruhun bozulmasıdır ve bu darbe, etkisini bütün evrende gösterir.”

Düşüncelerin bozulmasından dolayı yağmur sularının dahi kirlendiği bir dünyada yaşadığımızdan söz ediyor Emoto. “Aslında kirlilik öncelikle kendi bilincimizde ortaya çıktı. Neye mal olursa olsun konforlu bir hayatı gaye edinir hale geldik. Bu bencilliğin bizi çevre kirliliğine götürdüğü aşikardı asla durmak bilmedik ve şimdi en ücra köşesi bile zehrimizden nasibini almış bir gezegende yaşıyoruz.” Emoto, çalışmalarının amacını şöyle tarif ediyor: “Çevrenin bu kadar bozulduğu ve insanların böylesine karmaşa içinde yaşadıklarını ve uygarlığımızın bizi nasıl bir sona sürüklediğini gördükten bu yana bu projeyi hayata geçirmek istiyordum. Bütün bunların sorumlusunun öncelikle bilim çevrelerindeki çürüme ve yozlaşma olduğunu düşünüyorum; ayrıca otoriteyi elinde bulunduranların kasıtlı olarak bozulmuş bir toplum oluşturmak istediklerini düşünüyorum.”

“Suyun mesajı sevmek ve şükretmektir” diyerek sözünü noktalıyor Emoto. Şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi bir bardak suyu içerken niçin başında besmele çekiyor ve sonunda elhamdülillah diyoruz. Sonra bir de “tefekkür” vazifesi.. Su niyetlerimizi ve düşüncelerimizi “anlıyor”. “Canlı” hale gelmenin ifadesi olan bir “düzene”, muhtemelen “sıvı kristal” yapıya bürünüyor.

Su, hücreler arası bilgi alış-verişini sağlıyor. Gün içinde düşündüğünüz ve söylediğimiz her şey tüm hücrelerinizi etkiliyor. Çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtıyor. Dolayısı ile bir bakıma düşündüğümüz ve konuştuğumuz şeyler haline geliyoruz. Düşündüklerimizin ve konuştuklarımızın kalitesinde yaşıyoruz. Mevlana “siz ne düşünüyorsanız o’sunuz” demişti.

İçtiği suların saf olmasına dikkat edenler artık onların güzel-hayır duygularla canlanmasına da dikkat etmelidirler.

Bu gelişmeler ışığında, sürekli Kur'an-ı Kerim ve tefsirleri kıraat edenlerin ve cevşen gibi duaları okuyanların toplumun en hayırhahları olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bu okumaları ile hem kendilerini hem de çevreyi “düzene sokmakta”, bozulanların inşa edilmesine vasıta olmaktalar.. Samimi ve sürekli dua etmenin de bir sırrı bu şekilde ortaya çıkmaktadır.

Maddenin duygu ve düşüncelerden etkilendiğini gösteren başka bir deney ise pirinç üzerine yapılan denemeler.. Haşlanmış pirinç bulunan kavanozlardan birine teşekkür diğerine aptal yazılır. Bir ay boyunca bu sözler şişelere tekrarlanır. "Aptal" denen kavanozun içindeki pirinçler siyahlaşır ve kavanozdan oldukça fena kokular yayılır. Diğer şişe ise pirinci bozulmadığı gibi etrafa hoş bir koku neşreder üstelik. Bu konuyu merak eden bir tıp profesörü tanıdık, çocukları ile birlikte deneyi tekrarlamıştı. Bir ay boyunca şişenin birisine güzel sözler, takdir sözleri ve duaları okumuşlar. Diğerine ise, aksine hep negatif duygu ve sözler söyleyip durmuşlar. Benzer sonuçlar elde ettiklerini hayretle müşahede etmişler.

NİYET VE NAZAR


Günümüzün insanın huzursuzluğunun kaynağını “kurulu ilahi nizamı” bozmasında aramalıyız. Hayata hırsla saldıran, minnettarlık ve kanaatkarlık duygusundan uzaklaşan, gerçek sevgi, iman ve ihlastan mahrum menfaat ve egosunu ilah haline getiren insanoğlu kainatın başına bir tür “bela” haline gelmektedir.

Halife-i arz olarak yaratılmamızın, bu alemin bizim emrimize verilmesinin bir sonucu olarak, atomlar gibi enerji dünyası da duygu ve düşüncelerimize, bakış açımıza göre şekil alıyor. Konunun eğitimle ilgili yönü ise çok daha dikkat çekicidir. Hayatımda dört şey öğrendim diyen Bediüzzaman, bu dört kelimeyi “mana-yı harfi, mana-yı ismi, nazar ve niyet” olarak açıklar. Eğitimde asıl olan “bilgi” değil ona yüklenen mana ve kazanılan bakış açısı ve niyetlerin güçlendirmektir. Görünen o ki olayları ve varlıkları “değerlendirme ve etkileme” yetkisi kendisine verilen insanoğlunun başta gelen bir vazifesi ortaya çıkan yeni manzaraları ve gerçekleri doğru biçimde algılamaktır. Evrenin bizim düşünce ve niyetlerimize cevap veren bir tür matriks düzeneği olduğunun farkına varabilmektir. Zararlı ve yıkıcı arzuaların arkasında mı koşturuyoruz? Yoksa iyiliğin ve aydınlığın peşinden mi ilerliyoruz? İsteklerimizde ve niyetlerimizde ne denli samimiyiz ve doğru istekler peşindeyiz? Duası çok içtenliği yüksek birisi miyiz?

Evet düşüncelerimiz gibi niyetlerimiz de çok önemli. Bediüzzaman’ın dediği gibi niyet ölmüş cansız şeye can veren toprağı altın, kömürü elmas yapan hasiyete sahiptir. Bediüzzaman böylesine bizi kuşatan ilahi nimetlere karşı cüzi ibadetimizin kafi gelemeyeceği sorusuna karşılık, cevabında külli niyetimizin önemine ve sırrına dikkat çeker. Öyleyse fert olduğumuza değil, niyet ve imanımızın gücü nisbetinde kainatla bütünleşebilen istidadımızın vüsatına, “mayalama” hakikatımıza bakıyoruz.

Aslında oturup bu sonuçların felsefeye ve hayata bakışını analiz ve yorumlamış değiliz. Özellikle olumsuz haberleri verme üzerine kurulu yazılı ve görsel medyamızın insanımızın ruh dünyasında ve çevrede ne kadar yıkıcı bir etkide bulunduğunu oturup değerlendirmesini yapmış değiliz. Evet bu tür yayınlarla insanın fıtri güzelliğine bir saldırının vaki olduğunun artık farkına varılmalıdır.

Cansız madde, canlı bir çiçek yada hayvan bir yana, azarladığımız, horladığımız çocukları atom ve molekül düzeyinde olduğu kadar ruh-aura (duble beden) planında da düzensizliğe mahkum etmiş, ve kainatla olan güzel bağlarını ve enerji hatlarını kesmiş oluyoruz. Sevgi-şefkat ve takdir-ümit-şevk ortamı çocukların kendileri ile barışık, olumlu-üretken fertler haline gelmesi için münbit bir zemini teşkil etmektedir. Okul ve eğitim yuvaları her şeyden önce bu gerçeğin farkına varmalıdır.