CÜCELER VE DEVLER

 

CÜCELER

 

Cüceler kökenini efsaneler ve peri masallarından alır. Kelt mitolojisinde Elfler, ışığın ve havanın yaratıkları, cücelerse karanlık ve yeryüzüne ait yaratıklardır. Genellikle mucit ve zanaatkâr olarak bilinirler. Madenlerde çalışırlar ve paragözdürler. Kötülüğe eğilimli cüce karakteri Alman romantikleri tarafından da kullanılır, Grimm Kardeşler de masallarında kötücül cüceleri anlatırlar. Masallardaki cücelerin en şöhretlisi ise, kötülükle ilgisi olmayan, Pamuk Prenses’in yardımsever Yedi Cüceleridir.Genellikle sakladıkları bir hazinelerinin olduğuna, madencilik ve demircilikle uğraştıklarına inanılırdı. Eski Mısır tanrısı Bes ve Ptah, Babil kralı Nebukhadnezzar, Alman folklorunda Kobold, Yunan mitolojisinde Pygmies, İngiltere’de Brownie ve Dwarf İrlanda’da Leprikon, Polinezya’da Menehune, Endonezya’da Egu Gogo, İskandinavya’da Tomte, Eski Yüksek Almanca Twerwf Anadolu Türklerinde cüce olarak adlandırılmaktadırlar.

Manzum ve Nesir Eddalarda bahsi geçen önemli cüceler şunlardır:

Ai, Alfar, Alfreikr (Alberich), Althjofr, Alviss, An, Andvari, Annar, Austri, Baumbur, Bavor, Bivor, Dainn, Davalin, Dolgthasir, Dori, Draupnir, Dufr, Duneyr, Durathror, Durinn, Eikinskjaudi, Fili, Fith, Fjalar, Frosti, Fundin, Galar, Gandalfr, Ginnar, Gloinn, Harr, Hepti, Hljodalfr, Hogstari, Ivaldi, Kili, Litur, Mjodvitnir, Moin, Naglfar, Nain, Nali, Nar, Nibelung, Nipingr, Nordri, Nori, Norori, Nyi, Nyr, Nyradr, Oinn, Ori, Radsvithr, Regin, Sjarr, Skandar, Skirvir, Sudri, Thekkr, Thorinn, Thror, Throrinn, Veigur, Vestri, Vindalfr, Virvir, Vithur, Yingi.

AMERİKA WYOMİNG 1932

1932 yılında Pedro Dağlarında bulunmuş bir mumya.ABD Wyoming eyaleti , Casper şehrinin 60 mil güney batısı). Mumya koyu bronz renginde ve oldukça buruşmuş vaziyettedir. Hayattayken boyu 35 santimetreyi geçmiyordu! Röntgen ışınlarıyla yapılan incelemede bu canlının ağırlığının 5.5 kg. olduğu ortaya çıktı. Cinsiyeti erkekti ve bütün dişleri tamdı. Öldüğünde aşağı yukarı 65 yaşında idi. Mumya 350 gr. ağırığındadır. Alnı çok aşağıdadır. Ezik bir burnu ile büyük ve geniş burun delikleri vardır. Çok geniş ağzı ile incecik dudakları bulunmaktadır. Bu yaratık bilinen insan türlerinden çok daha küçüktü. Bazı araştırmacılara göre bu çok küçük boyutlarda olan bir ırkın üyesiydi.

 

 

IRAN-HORASAN 1946

İran’ın Horasan eyaletinde cücelerin yaşadığı adı Makhunik olan 5 bin yıllık antik bir kent keşfedildi. Sürekli yeni kalıntıların çıkarıldığı kentte 25 cm uzunlukta mumyalanmış bir insan cesedine rastlandı. Bundan dolayı, Makhunik’in de aralarında bulunduğu 13 köyün bir zamanlar var olan antik cüceler şehrinin kanıtı olduğu belirtildi.

Antik cüceler şehri Makhunik, 1946 yılına dek herhangi bir medeniyetin yaşamadığı sanılan Lut Çölü’nün merkezine 60 km mesafedeki bir bölgede Tahran Üniversitesi Coğrafya Fakültesi tarafından bulundu. Antik şehirdeki yapıların kalıntıları Jonathan Swift’in ünlü romanı “Güliver’in Gezileri” kitabında yer alan ve cüceler ülkesi olarak geçen Liliput kentine ya da J.R.R. Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” kitabındaki Hobbitlerin köyüne benziyor.

Makhunik antik şehrinin Sümer mitolojisinde geçen iki mistik krallıktan biri olan Uruk krallığının Aratta uygarlığına ait bir şehri olduğu ve cüce insanların burada M.Ö. 6000 yılından beri yaşadığı tahmin ediliyor. Kentte bulunan küçük boyutlu yapılar da buna kanıt olarak gösteriliyor. Ayrıca insanlık tarihinin en eski metal bayrağı bu antik şehirde bulundu. 25 santimetre boyundaki mumyalanmış bir cüce ise antik cüceler kentine teorisine en ciddi kanıt olarak gösterildi. Arkeologlar, cücenin cesedini inceledikten sonra, cesedin doğal işlemlerle mumyalanmış olabileceğini belirtmişti. Mumya üzerinde yapılan araştırmalar neticesinde, cücenin öldüğünde 16-17 yaşlarında olduğu saptanmıştı.

İzlanda’da yaşayan birçok insan içinse cüceler gerçekte yaşıyorlar. Hatta bu nedenle bazı bina projeleri onların yaşam alanı olan kayaları zedelememesi için iptal edilmiş. Cüceler kenti Hafnarfjörour, bu eski hikayelere meraklı insanlar için oldukça popüler bir yer. Cücelerin hala burada elektrik ve modern hayattan yoksun yaşadıklarına inanılıyor. Magnus Skarpheoinsson uzun yıllardır cüceler ile ilgili anı ve belge biriktiriyor. Cüceleri gördüğünü ve onlarla iletişim kurduğunu söyleyen yaklaşık 700 kişi ile röportaj gerçekleştirmiş. İzlanda’da cücelerle dalga geçmek ve onların yaşam alanları olan kayalara zarar vermek çok önemseniyor. Anlatılanlara göre, cücelerle insanların arasındaki ilişkiye saygı duymayan insanlara uğursuzluk musibet oluyormuş

ENDENOZYA-FLORES ADASI 2003

2003 yılında Endonezya’daki Flores adasındaki bir mağarada insan formuna sahip “hobbit” türüne ait bir kafatası ve başka kemikler keşfedilmişti. Homo floresiensis olarak adlandırılan fosiller yaklaşık 1 metreye yakın boyu olan ve oldukça küçük beyne sahip bir insan formuna aitti. Bilim insanları fosillerin yanında Homo floresiensis türünün ateş yakma gücüne sahip olduğunu gösteren taş aletler de bulmuştu.

Tekrar tekrar yapılan tarihlendirme çalışmaları sonucu fosillerin 60.000 ile 100.000 yıllık olabileceği saptandı. Bu zamana kadar insanın atalarıyla ilgili bulunan en ilginç keşiflerden biri olan Homo florensiensis ile ilgili 10 yılı aşkın süredir yeni bulgular ortaya çıkmaya devam etti.

  Flores hobbitleri ile Orta Dünya hobbitleri arasında yalnızca birkaç ortak nokta vardı. Homo floresiensis muhtemelen insanla 1.8 milyon yıl önce yaşamış ortak bir ataya sahipti. Tolkien de hobbitlerin insana akraba olduğunu yazmıştı. Tolkien’in hobbiti de, Homo floresiensis de zekiydi. Bunlar dışında ikisinin ortak özelliği yoktu. Orta Dünya hobbitleri endüstri öncesi cenneti andiran ve geçimini tarımla sağlayan bir köyde yaşarken Flores hobbitleri tarım belirtisi göstermiyor. Fosil kayıtlarının gösterdiğine göre bu hobbitlerin ataları Flores’e taş aletlerle 1 milyon yıl önce gelmiş. 700 bin yıl önce de hobbit boyutlarına evrilmişler. Araştırmacıların bulduğu kömürkalem ve çatlamış kemikler, Homo floresiensisin cüce filleri avlamak için taş aletler kullandıklarını ve fil etlerini mağaralarda yaktıkları ateşle pişirdiklerini gösteriyor.

Flores hobbitleri muhtemelen bir dile sahip değildi ve resim çizemiyorlardı.  1 milyonu aşkın bir süre hayatlarını hiç değiştirip geliştirmeden taş aletlere bağlı olarak yaşadılar. Belki de bu evrimsel strateji sayesinde Flores’te tutunabildiler, tabi insan gelene kadar. En genç Homo floresiensis kemiği insanın Güneydoğu Asya ve Avustralya’ya yayıldığı zamana dayanıyor. Belki de yemek ve barınak için onlarla savaştığımız için soyları tükendi

ENDENOZYA-MATA MENGE 2004

Endonezya’da Mata Menge arkeolojik alanında 2004 yılında bulunan ve en az 1 yetişkin ve iki çocuğa ait olan fosiller, Homo floresiensis türünden 600 bin yıl önce yaşamıştı. Araştırmacılara göre Homo erectus türüne dayanan ve yaklaşık 300 bin yıl içerisinde beyin de dâhil olarak küçülen bu tür, az sayıda yırtıcı hayvanla karşılaştığı için büyük bir beyine ihtiyaç duymamış olabilir. Ancak taş alet yapabilecek kadar zekâya da sahiptiler.

 

Bir süre önce Endonezya’daki Flores adasında yer alan Liang Bua mağarasında gün yüzüne çıkartılan kalıntılar, günümüz insanını da içeren ilk insansılarla çok yakın benzerlikler taşımaktaydı
Ne var ki, bu daha çok Afrika’da yaşayan ve iki milyon yılı aşkın bir süre önce soyu tükenmiş bir canlıyı andırmaktaydı. Öte yandan, o bölgeye özgü ve yalnızca halk öykülerine konu olup bilim dünyasının pek tanımadığı garip görünümlü yaratıkla da ortak birçok özelliğe sahipti. Ancak buluntuların en çarpıcı özelliği, şempanzeninkine eşit boyutta bir beyni olmasına karşın, bu yaratıklarla birlikte bugüne dek yalnızca çağdaş insanla bağlantılı olarak tanık olunan taş aletlerin de bulunmuş olmasıydı.

Kazılara önderlik eden ve konuyla ilgili makaleyi kaleme alan New England Üniversitesi uzmanlarından Peter Brown, "Bir uzaylıyı gün yüzüne çıkarsak bu denli dehşete kapılmazdım," diyordu. Brown ve arkadaşları Liang Bua 1’i (LB1) "Homo floresiensis" adıyla bilinen yeni bir türe dahil etseler de, tüm dünya onları araştırmacıların taktığı "hobbit" adıyla tanıdı.

Kısa süreliğine bu yakıştırmalara karşı çıkan olmadı. Ancak, bulgulara ayaklar da eklenip yaratıkların savaşma biçimleri de aydınlığa kavuşunca tartışma yeniden alevlendi. Farklı açıklamaların giderek yoğunlaştığı şimdilerde Brown bile sıradışı bulgusunu nereye oturtacağı konusunda emin olmadığını itiraf ediyor. Brown ve arkadaşları Avustralya ve Asya’da homininlerin tarih öncesini inceleyen geniş kapsamlı bir proje çerçevesinde Liang Bua’da çalışıyorlardı. 2003 Eylül’ünde hiç bozulmamış bir kafatası, alt çene, kalça kemiği ve sağ bacaktan oluşan bir iskeleti kısmen ortaya çıkartınca daha ciddi bir şeyin peşinde olduklarını fark ettiler. Ekip bulunan yaratığın boyunun topu topu 105 santimetre kadar olduğunu görünce önce bunun bir çocuğa ait olabileceğini düşündüler.



Ne var ki, dişler durumun çok farklı olduğunun bir göstergesiydi. Dişlerin yirmi yaş dişleri olması bulunan iskeletin bir ergine, kalça kemiğiyse bunun bir dişiye ait olduğunu ortaya koyuyordu. Yaklaşık 400 santimetreküplük beyin ise tipik bir çağdaş insan beyninin üçte biri kadardı. Hesaplamalar sonucunda fosilleşmemiş kemiklerin de yaklaşık 18,000 yıl öncesinden kaldığı anlaşılıyordu.

Tartışmalar suçlamalar

Önce paleoantropolojinin duayenlerinden Endonezyalı Teuku Jacob araştırmacılar tarafından iskeleti kendisine almakla suçlandı. Jacob bu yılın başlarında Flo’yu iade etti. Ancak bu kez de Jacob’un bu değerli bulguya ciddi bir zarar verdiği yönünde söylentiler ortalıkta dolanmaya başladı. Kısa bir süre sonra Science dergisinde Flo’nun beynini kimi hominin akrabalarının ve çağdaş insanın beyniyle karşılaştıran bir yazı yayımlandı. Hemen ardından konuyla ilgili farklı görüşler ortaya atılmaya başladı. Bu arada Liang Bua mağarasında aralarında LB1’in kolları, ikinci bir alt çene ve kimileri 74,000 yıl öncesine uzanan başka canlılara ait birtakım kemiklerin olduğu, başka bulguların da ele geçirildiği haberi duyuldu.

Üç yaygın görüş: Bu aşamada Liang Bua bulgularıyla ilgili üç yaygın görüş var. Bunlardan ilki Nature dergisinde yayımlanan ve H. floresiensis’in doğrudan Homo erectus’un soyundan geldiği yönündeki görüş.

Buna göre, söz konusu türün yaklaşık 840,000 yıl önce Flores’e ulaştığı ve daha sonra uyum sağlamak amacıyla ada küçülmesi adı verilen süreçten geçtiğine inanılıyor.

İkinci görüş, gerek H. floresiensis gerekse H. erectus’un kimliği belirlenemeyen, daha ufak tefek ve minik beyinli ortak bir atanın soyundan geldiği yönünde.

Üçüncü görüş ise, H. floresiensis diye bir türün olmadığını, iskeletin yalnızca kısa boylu ve beynin olağanüstü düzeyde küçülmesine yol açan ikincil mikrosefali adıyla bilinen bir hastalığı olan çağdaş bir insana ait olduğunu öne sürüyor.

İskelete "hobbit" adının erilmesi bile konuyla ilgili görüş ayrılığını gözler önüne sermeye yetiyor. Kimileri yöreye özgü halk öykülerindeki yerden bitme yaratıklardan esinlenip ona "ebu gogo" adının verilmesine çalışıyor. Ancak gerçeğe çok daha yakın gelmekle birlikte, bu adın pek tutmadığı görülüyor. LB1’in mikrosefali hastası bir insan türü olmadığı varsayılırsa, bu iki ad geriye kalan iki olasılık arasındaki temel farklılığı da gözler önüne seriyor: ebu gogo insana özgü zekasal yeteneklerden yoksun yaratıklarken, hobbit’ler gerçek insanı daha çok andıran, yalnızca boyut olarak daha küçük yaratıklar.

Aletler sorun: Bu görüşlerin ardında birtakım gizli çıkarların yattığı bir gerçek. Ne var ki, ortada gizemli bir durum olduğu da kuşkusuz. Peki, tarafsız bir gözlemci eldeki tüm bu kanıtlardan nasıl bir sonuca varabilir? Öncelikle o akılalmaz aletleri ele alalım. Flo’nun kalıntılarının yanı sıra bir dizi incelikli taş avadanlık da su yüzüne çıkarıldı. Bu bulgular kaba saba aletlerle Homo türünün 2,5 milyon yıl önce aşağı yukarı aynı dönemde ortaya çıktığı, daha incelikli aletlerin ise ancak 200,000 yıl önce Homo sapiens’lerin evrimiyle birlikte geliştiği yönündeki bildik öyküyü yerle bir eder gibi.

En küçük australopitesin’lerin, beyin büyüklüğü hemen hemen Flo’nunkine eşit homininlerin en basit aletleri bile yaptıkları yönünde pek fazla kanıt bulunmuyor. O halde, Flo’nun yanında bulunan bu taş aletler onların maymununkine eşit büyüklükte beyinleri olan homininler tarafından yapıldığı görüşünü kanıtlamaya yeterli olabilir mi?

Afrika’da bulunsaydı: Brown bunların yeterli bir kanıt sayılabileceğine inanıyor ve bölgede yapılan kazılar sonucunda 95,000 ile 12,000 yıl öncesine uzanan, benzer malzemelerden oluşmuş benzer türde aletler ele geçirildiğine, bunlarla birlikte ortaya çıkan tek kalıntıların H. floresiensis iskeletleri olduğuna dikkat çekiyor.

Gelgelelim, sıradışı görüşler çarpıcı kanıtları da gerektiriyor ve bu görüş gücünü yalnızca onu çürütecek herhangi bir kanıt olmamasından alıyor. Londra Doğal Tarih Müzesi’nden Chris Stringer, "Çağdaş insana ait tek bir bulgu, yalnızca tek bir diş bile, 12,000 yıl önce mağarada alet yapabilen tek türün Homo floresiensis olduğu görüşünü çürütmeye yeterli olur," diyor.

Liang Bua aletleri Doğu Afrika’da bulunmuş olsaydı, yaklaşık 200,000 ile 30,000 yıl öncesine uzanan Orta Taş Çağı kapsamında ele alınacak, böylelikle bunların çağdaş insanların ürünü olduğu sonucuna varılacak ve 95,000 yıl öncesine uzandığı öne sürülen örnekler bu denli büyük bir tepki uyandırmayacaktı.

Tartışmalar: Gerçekten de, Liang Bua’da görevli kazıbilimciler aletleri Flo ortaya çıkmadan önce su yüzüne çıkarmaya başladıklarından, çağdaş insanların 95,000 yıldır Avustralyasya’da olduklarını gözler önüne seren bir kanıt ele geçirdiklerini sanmışlardı. Böylesi bir yorum bile başlı başına her şeyi yerle bir etmeye yeterliydi. Yaklaşık 55,000 yıl önce oraya ulaştıkları sanılan çağdaş insanlar bunun iki katı kadar bir süredir orada olabilirler miydi?.

Cambridge Üniversitesi’nden Rob Foley olmamalarını gerektirecek somut herhangi bir kuramsal neden düşünemediğine dikkat çekiyor.
Stringer ise, ne zaman gelmiş olurlarsa olsunlar, bunların on binlerce yıl boyunca Liang Bua mağarasına girmeden Flores’i H. floresiensis’lerle paylaşmadıklarının kuşku götürmeyeceğini öne sürerek, "Büyük beyinli güçlü Neandertaller bile Avrupa’da yerlerini çağdaş insanlara bırakmak zorunda kaldıklarına göre, H. sapiensleri Liang Bua dışında tutan herhalde hobbit’ler değildi," diyor. Aletleri yapanlar H. floriensisler olmasa bile, bu canlıların Flores’deki varlığı onların zekasının kesin bir göstergesi. Oraya varabilmek için bu canlıların Asya ile Avustralya arasında Wallace Hattı adıyla bilinen derin çukuru aşmış olmaları gerekiyor.

Mesafe uzun: Uzmanlar, son buzul çağının doruğunda, deniz yüzeylerinin en düşük düzeyde olmasına karşın, Flores ile ana kara arasındaki mesafenin en az 19 kilometre olduğuna ve homininlerin Asya’nın ötesine geçebilmelerinin deniz araçları, dil ve örgütlenmeyi gerektireceğine dikkat çekiyorlar. Gerçekten de, Brown’un meslektaşı Mike Morwood 1998 yılında kaleme aldığı bir yazısında Flores’te 800,000 yıllık taş aletlerin bulunmasının H. erectus’ların en az o kadar süredir bu yeteneklere sahip olmaları gerektiğinin bir kanıtı sayılabileceğine parmak basıyordu.

Ne var ki, zeka adalarda kolonileşme için gerekli bir unsur değil. Harika yüzücüler olan fillerin ve bir biçimde sıçanların da Flores’e ulaştıkları biliniyor. Merhum John Calaby ilk insanların Avustralya’ya kendi istemleri dışında seller yoluyla sürüklenerek gelmiş olabileceklerine ve aralarındaki tek dişi sayesinde çoğaldıklarına inanıyordu.

Hint Okyanusu’ndaki tsunami felaketinin ardından Morwood ve meslektaşı Iain Davidson’un gebe bir kadının denizde beş gün boyunca bir ağaca tutunarak canlı kalabildiği haberinden yola çıkarak kaleme aldıkları makaleyle birlikte Calaby’nin bu savı da ansızın insanlara daha mantıklı gelmeye başladı.

Az şey biliyoruz: Bunun püf noktası az sayıda bireyin soyutlanması olabilir. Yaygın bir görüşe göre, büyük beyinler karmaşık sosyal sistemlerdeki rekabetin yarattığı baskı sonucunda gelişti. Çok az insanın olduğu bir ortamda böylesi bir çekişmenin boyutu da kayda değmeyecek ölçüde olabilirdi. Brown’a göre Liang Bua bulgularıyla ilgili sorun bunların farklı yorumlara açık "bir torba dolusu hominid yedek parçasını" andırması.

Gerçekten de, Brown yeni buluşuyla ilgili olarak Nature dergisine ilk başvurduğunda LB1’in kendine özgü bir sınıfa dahil etmesini önerdiğinden, Flo’nun sonsuza dek Homo floresiensis olarak kalmasını beklemek de abes olur. Onun ebu gogo mu, bir cüce mi, yoksa hobbit mi olduğunu zaman gösterecek. Ancak şimdilik, Brown’un da belirttiği gibi, ondan öğrenmemiz gereken tek şey insanın evrimi konusunda ne denli az şey bildiğimiz olsa gerek.

Nin mi, nid mi?: Bir zamanlar insanoğlu ve onun atalarını betimlemek için hepimizin kullandığı sözcük "hominid" idi. Gelgelelim, son yıllarda bizlerle öteki büyük maymunlar arasındaki evrimsel ilişkiyi daha iyi kavramamız yeni bir sınıflandırmaya yol açtı. Artık, insanlar dahil, Afrika maymunları orangutanlardan farklı bir yere oturtularak Homininae altsınıfı kapsamında ele alınıyor. Bu sınıf da kendi içinde Hominini (insanlar artı akrabaları ve soyu tükenmiş yakınları) grubuna ayrılıp "hominid" sözcüğünün yerine "hominin" sözcüğünü getiriyor.

 

 

 

DEVLER

 

DEVLERİ KİM BİLMEZ, kim tanımaz! Kocaman boylan, korkunç güçleri, çoğunlukla kötü huylan, serüvenleriyle dünya mitolojisini, masal dünyasını, eski destanlan doldurmaşlardır. Devleri bilmeyen, tanımayan, Tanıatmayan ırk yoktur denebilir; devlerden yararlanmayan, onlan çarpıcı, korkutucu bir unsur olarak kullanmayan masal, efsane, mitos olmadığı gibi. Acaba devler neden böylesine yaygın bir unsur olup bütün sınırlan aşmış, ilkel topluluklan, eski toplumlan, büyük uygarlıklan etkilemişlerdir? Acaba çok eski, unutulan çağlarda devler var mıydı? Acaba mitosların arkasında artık insanoğlunun belleğinden silinip yalnız efsanelere, masallara sığınan bir gerçek mi yatıyor? Ya da, Jung'un tanımlamasıyla, devler düşlerimize giren atalardan kalma hatıralar, ilk örnekler, büyük görüntüler midir? Devlerin varlığını destekleyen görüşlere geçmeden, devlerin izlerinden, fosillerden hatta son yıllarda görülen devlerden söz açmadan, masallan, efsaneleri, mitoslan karıştırarak bu yaratıklan tanımaya çalışalım. Türk mitolojisiyle ilgili bir kitapta şu bilgileri buluyoruz: ''Türk mitolojisinde olduğu gibi, hemen bütün uluslann mitolojilerinde görülen devler, görünüş bakımından çok defa insan uzuvlanndan alınarak büyütülmüş, biçimlendirilmiş korkunç yarabklardır."

Gövdeleri çok büyüktür. Olağanüstü güçlüdürler. Tannlarla savaşır, kahramanlarla uğraşır, ama sonunda öldürülürler. Bunlar bir dağı yerinden kaldınp öbür dağın üstüne koyar, tannlarla savaşmak üzere göklere doğru tırmanırlar. Devlerin birden yüze kadar gözleri, ikiden çok elleri, ayaklan, başlan vardır. Devler en çok doğuda Hint mitolojisinde, Batıda Kuzey Avrupa mitolojisinde görülür. Bunlann yanı sıra başka uluslarda, hatta perilerle, aşk hikayeleriyle süslü Yunan mitolojisinde de epeyce yer alırlar. ·

Eski Yunanlılar, İskandinavlar gibi Mayalar ve İnkalar da devlere, tayfundan önce yaratılan ilk ırkın devler ırkı olduğuna inanırlardı. Meksika Toltekleri'nin kozmogonik inançlannda bir deprem dizisinden sonra yeryüznden silinen Kinametzin devlerinden söz edilir. İkinci dönemde yer alan bu olaydan sonra insanlar dünyaya egemen olur, kalan devleri yok ederler.Yeni Gine yerlilerinin bir mitosuncia iyi kalpli ve Tagaro ile kötü ruhlu dev Suke'nin kavgası anlatılır. Devlerin yaşadığı çağda geçen bu olayda Tagaro, Suke'yi bir uçuruma atıp dünyayı son kötü devden kurtanr. Hitit mitologyasında Tannlara yardım etmek için devlerle savaşan ve onlan bozguna uğratan bir kahramanın hikayesine rastlanır. Yunan tarihçisi Herodotos'a göre eski Mısırlıların ilk kralı dev Herkül olmuştur. Bu dev Kral Yunanlıların Herkül'ünden ayrıdır

Devlere geniş yer veren, hatta onlardan gerçek yaratıklar gibi söz eden ilginç bir kaynak Tevrat'tır '' ve savaşmış oldukları memleket hakkında İsrail oğullarına fena haber getirip dediler: “Orada gördüğümüz halk çok uzun boylu adamlardı. Ve orada, Nefilim’den olan, Anak oğullarını, Nefilim’i gördük. Biz kendi gözümüzde çekirgeler gibiydik, onların gözünde de öyleydik.” (Sayılar, Bap 13, 32-33).Refalılar'dan yalnız Başam Kralı Og sağ kalmıştı. Og'un Ammonlular'ın Rabba Kenti'ndeki yatağı demirdendi. O gün kullanılan arşın ölçüsüne göre uzunluğu dokuz, eni dört arşındı. (Tesniye Bap, 3, 11).

Dev Golyad'ı öldüren genç Davut'un hikayesi Toltekler'in efsanesine benzer biçimde, insanoğlunun son devi nasıl ortadan kaldırdığını anlatır. "Ve bundan sonra vaki oldu ki, Gezerde Filistinlilerle cenk çıktı; o zaman Huşalı Dev Sibbekay Rafa oğullarından Sippayı vurdu ve onlar baş eğdiler. Ve yine Filistinlilerle cenk oldu; ve Yairin oğlu Elhanan Gatlı Golyat'ın kardeşi Lahmiyi vurdu, onun mızrağının sapı çulha sapı gibi idi." (1. Tarihler, Bap 20, 4-5). Koca yataklarda yatan, insanlar tarafından savaşlarda yokedilen bu yamyam Devlerin kimin tarafından yaratıldığını Tevrat şöyle açıklar: Tann' oğulları insan kıziarına vardıkları ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman, o günlerde, hem de ondan sonra, yeryüzünde Nefilim vardı; bunlar eski zamanda zorbalar, şöhretli adamlardı." (Tekvin, Bap 6, 4).

Başka bir deyişle, devler, Tanrıların ve insan kızlarının oğulları, eski, unutulan çağların dehşet saçan kahramanlarıdır. Bütün bu mitoslar, efsaneler, dini inançlar sınır tanımayan bir zamanı canlandırıyor. Çok eski çağlarda tanrısal bir ırktan kalma (Tevrat'taki "Tanrının oğullan") ya da tanrısal ırkla insan oğullarının karışımından doğan devler yeryüzünde yaşıyordu. Bir süre sonra Kral ve Tanrı durumuna gelen bu devler ilkin Tanrılada mücadele ettiler, sonra birbirlerine saldırdılar, sonunda insanların başına bela kesildiler. insanlarla Devlerin karşı karşıya gelmesi Devlerin son çağına rastlar. Devler artık, belki Tanrılar tarafından red edildikleri için, ünlerini kaybetmişlerdir ve insanoğlu bu son perişan Devlerin hakkından gelir. Devlerin düşüşü mitoslardan, efsanelerden çok daha açık bir şekilde masallarda anlatılıyor. Bir derginin özel sayısında şöyle yazar:

"Dev, Türk masallannın önemli kahramanlanndan biridir. Bazı yerde hem biçim, hem ruh yapısıyle insana benzer, Çokluk çok büyük gövdelidir. Tozu dumana katarak yıldınm hızıyla gider. Bir aylık yolu bir saniyede aşmak onun için işten bile değildir. İnsan eti yemesini sevdiği için, bir yerde insan bulunup bulunmadığını kokusundan anlar. Çoğu zaman, çevresi yüksek ve kalın duvarlarla, dikenli bahçelerle çevrili büyük köşklerde, kendine özgü saraylarda yaşar. En değerli eşyalar, hiç kimsenin. ele geçiremeyeceği, ama herkesin, hatta padişahlann bile özledikleri dünya güzelleri, hiçbir yerde bulunmayan meyve bahçeleri, sihirli güvençinler, her telinden binbir ses çıkan çalgılar, sihirli kılıçlar, başınıza geçirdiğiniz zaman sizi hiç kimseye göstermeyen külahlar, sihirli sarayların kapıları açan anahtarlar bu Devlerin buyruğu altında, onların köşklerinde, saraylarındadır. Bunların bir memeleri arkalannda, öteki memeleri önlerindedir. Yanlarına size bir dervişin öğrettiği usulle ve iyi sözlerle yaklaşır, arkalanndaki memelerini (anacığım) diyerek emerseniz size bir evlat gibi davranırlar, bir yerinize dokunmazlar. İstediğiniz şeyi verirler. Ne güçlüğünüz varsa giderirler. Devler kendilerine kötülük yapmak isteyenleri ele geçirirlerse, kızartarak yerler. Fakat en sonunda, her zaman, insanoğlu tarafından, bazen de bir rastlantıyla çeşitli yollar ve kurnazlıklarla canları cehenneme gönderilir. Devlerin her zaman yardımcıları vardır. Arap Bacılar , çokluk insan ruhunda ve karakterinde görünen dev oğlanlar ya da kızlar, bu yardımcıları arasındadır."

Yunan mitolojisinde·tannlaşmış devleri sonradan masallara karışan devlerden ayırmak biraz güçtür. Buradaki devler, tannlar arasındaki ilişkilerin ürünüdür; yine de tanrı derecesine pek ulaşamazlar. Devler sürekli olarak tannlara, tannların getirmiş olduğu düzene karşı çıkan, ilkel gücü belirleyen yaratıklardır. Toprak Ana Gea'nın oğullan olan, Uranus'un parçalanmış vücudundan doğan devler (Titanlar, Briareus ve kardeşleri, Kikloplar (Tepegöz v.b.) Olimpos dağını bile yağma etmeye kalkarlar ve Zeus'un şimşekleriyle bozguna uğratılırlar. Bir ara Zeus Herkül'ü yardıma çağırır, Yalnız başına bu görevi başaramayan Herkül, devlerin dikkatini dağıtmak için, Afrodit'le Hera'nın güzelliklerini kullanmak zorunda kalır.

Aslında Yunan mitolojisinde devler konusunda zıtlıklar vardır. Devler bazen tannlara karşı çıkar. onları tehdit eder, ölümsüzlüklerinden yararlanmaya kalkarlar. Bazen, Atlas ya da çocuklarını yiyen Satürn gibi tannlaşırlar. İskandinav ülkelerinde devler, tanrılada savaşırlar ama, kimi denizde, kimi dağlarda, kimi rüzgarın içinde yaşarlar. Dünyanın ortasında yükselen Yggdrasil ağacının üç kökünden biri Dondurulmuş Devlerin ülkesinden geçer. Evren'in başlangıç noktası da bir devdir: Ymir. Bu dev ilk erkeği ve kadını yarattığı gibi Buz devlerini de yaratmıştır. Ymir'in yaralıklan olan insanlarla Devlerin dünyalanın Midgard duvarı ayırır. İskandinav mitolojisinde de tanrılaşan devler olur. Genel bir kural olsa gerek, çünkü burada da devlerle tanrılar kanşır, kaynaşır ve devlerle insanlar düşman olurlar. Cenneti buz devlerinden koruyan, dokuz bakirenin oğlu Beyaz dev Heimdall ya da dev oğlu kötü Loki bu çeşit tanrılaşmış devlerdir. Bütün bu aile bağlarına rağmen bazen tanrılar devlerle çarpışmak zorunda kalırlar; o zaman Tanrı Thor bütün ağırlığını ortaya koyarak işe karışır ve devleri bozguna uğratır.

Türklerde dev olaylannın en bilinenlerinden biri Sümer Mitolojisinde görülür: Sümerler'in Asakhu, Enmeşarru ve Zu adında üç büyük devi vardır. Bunlardan Asakhu hastalıklan verir, karanlıklan temsil eder, bir tann ayanndadır. Enmeşarru ise bir dev ve ölüm tannsıdır. Bu devler ünlü tann Enlil'i öldürmüşler ama, sonradan bu tann canlanmıştır. "Enuma Elis" destanında bu üç devin adı vardır Kainatın yaratılışı sırasında "Kingo" adında korkunç ve kudretli bir dev türemiştir. Kumarbi efsanesinde geçen "Uuelluri" adındaki dev ise gökle yeri sırtında tutardı. Bu dev, Kumarbi'nin Diyorit taşından yapılmış oğlunu sağ omzu üzerinde büyüttü, az zamanda sulann içinde uzanarak boyu göklere kadar ulaştı. "Alatkak" adındaki dev de Kırgız efsanelerinde yer almaktadır. İran efsanelerinde Hükümdar ve kahramanlarla savaşan korkunç Devlerin maceralan, yakındoğu Türkleri arasında da yayılmıştır.

Türk masallarmda olsun batı ya da doğu masallarmda olsun, dev eski kişiliğinden, yüceliğinden çok şeyler kaybetmiştir. Korkunç olmasına korkunçtur, olağanüstü bir yaratıktır ama çokluk gülünçtür. Eski mitoslara renk katan Devlerin bir çeşit karikatürüdür. Hem insanlardan ayrı yaşar, onlara düşman olur, hem de onlara özenir. İnsanın güçlükle erişebileceği yerlerde oturur ya da gizlenir; yardımcılar kullanır, büyü ile uğraşır; Masallar daha önce çizdiğimiz zamanın son dönemini anlatıyor. Devler çöküyor ve sonunda insan tarafından öldürülüyor. Masallardaki devler artık yalnız çocukları korkutabilir ve birçok masallarda, çocuk hikayelerinde çoklukla küçük çocuklarla uğraşırlar. Kutsal kitaplardaki devler; çeşitli mitoslarda yer alan devler; Homeros'un tek gözlü Kikloplan; gemici Sinbad'ın arkadaşlarını çiğ çiğ yiyen dev ve bunlara benzer yüzlerce örnek nereye varır, bütün bunların çıkış noktası nedir? Yoksa bütün bunlar, sürekli olarak öne sürülen çok eski zamanlarda dev bir ırkın, garip bir değişiminin varlığını mı açıklıyor?

Devlerin varlığını destekleyen, klasik bilimin kabul etmediği, Nazilerin çok tuttuğu bir kurarm vardır: Hans Horbiger'in Welteilehre'si (Ebedi Buz Doktrini). Kopernik'e meydan okurcasına bütün bilimsel kurallara karşı çıkıp yeni devrimci bir kavramı öne süren Horbiger'in Bu görüş şöyle özetlenebilir:

Horbiger'in kozmogoni kuramma göre Ay dünyamızın ilk uydusu değildir; birçok Ay'lar olmuştur ve her jeolojik çağda değişik bir uydu dünyamızın çevresinde dönmüş, her çağ bu Ay'ın dünyaya düşmesiyle kapanmıştır. Ay dünyamızın çevresinde kapalı bir elips çizerek dönmüyor, tersine dünyaya yaklaşan bir spiral yaratıyor ve bu spiral daralınca Ay dünyanın üzerine düşüyor. Her çağda, yüzbinlerce yıl boyunca, Ay dünyanın çevresinde dönmüş, yaklaşmış yaklaşmasıyla yerçekimi kurallarını bozup olaylara neden olmuştur. Bu dönemlerede, organizmalar olağanüstü büyümüştür. Birinci Zamanın sonundaki dev bitkileri, İkinci Zamanın sonundaki dev yaratıkları bu irileşmeye örnek verebiliriz. Üçüncü Zamanda, Ay"ın uzaklarda olduğu bir dönemde, insanlar türüyor ve bu ilk insanlar, Ikinci Zamandan kalma Devlerin yönetimi altında, uygarlıklar kuruyor. Üçüncü Zamanın sonunda Ay düşünce Devlerin çağı da sona eriyor, arta kalan, bozulan, yamyamlaşan devler insanlar tarafından öldürülüyor. Horbiger'in Efsanevi Tarihi ırkçı kuramdan başka bir şey değilse de dünya mitolojisi bütünüyle bağlı bir sisteme dayanıyor. Horbiger'in doktrini, bunu hala sürdürenler karanlık kalmış birçok tarihi esrarlan bu kurarnlara dayanarak açıklıyorlar. Bizim amacımız Horbiger'in görüşünü savunmak değil, oldukça karmaşık bir şekilde ortaya atığı ı kuramla eski mitos, gelenek ve inançlar arasında görülen bağlantıyı belirtmektir.

Daha önce de sözünü ettiğimiz Toltek kozmogonisi dünya tarihini dört ayrı çağa ayınyor:

Yeni Gine yeriililerinde de benzer motiflere rastlanmaktadır. Çok eski zamanlarda insanlara yardım eden devler vardı. Sonradan bu Devlerin huyu değişti; insanlar kötüleşen bu devlere kurban kesrnek zorunda kaldılar. Ardından da bu baskıya dayanamayarak isyan edip devleri öldürdüler. Bu örneği daha önce sıralamış olduğumuz çeşitli mitolojik olaylara ve inançlara eklersek Horbiger doktrininin genel bir çizgiden yararlanmış olduğunu görürüz. Şu var ki Horbiger'in kuramı bilimle sürekli çatışmaktadır

Horbiger'e göre çok eskiden uzayda, güneşten milyonlarca defa büyük bir nesne vardı. Bu nesne, kozmik buzlardan bileşik dev bir gezegenle çarpıştı, dev gezegen olağanüstü· büyüklükteki güneşin içine saplandı. Aradan yüzbinlerce yıl geçti, dev güneş içinde meydana gelen buharın baskısı altında, patladı ve uzayı dolduran yıldızlan, gezegenleri yaratı. Çağdaş bilim evrenin üç ya da dört milyar yıl önce yer alan bir patlamanın sonucunda yaratıldığını kabul eder. Bir yoruma göre evrenin bütünü patlayan bir atomun içindeydi, gezegenler ise güneşin kısmi bir patlamasından ortaya çıkmışlardır. Horbiger 1 930'larda öldü, ama yaklaşık olarak bir milyon kişi hala doktrini izlemekte. Kimi, Ingiliz Beliamy gibi, yeni bir antropoloji kurmaya çalışıyor, kimi, Fransız Denis Seurat gibi, Devlerin uygarlığını araştırıyor, kimi de, Alman yazarı Elmar Brugg gibi, Horbiger'i kabul etmeyen geleneksel bilime karşı savaşını sürdürüyor. Ebedi buz Doktrininin yaratacısını bir bilim adamı kabul etmek imkansızdır; Hitler'in ulusal-sosyalizmini ve Nazi örgütünü besleyen kuruluşlan etkileyen Horbiger'in kuramı bir çeşit gizemciliği aşamamıştır. Ancak çok sonradan Horbiger'in doktrini gereğiyle araştırıldı, derinleştirildi; devlerin, kayıp ülkelerin uygarlıkların sırrını açıklayabilecek nitelikte bir anahtar olarak kullanıldı. Devlerden söz eden mitoslardan, efsanelerden, masallardan birkaç örnek verdi Devlerin varlığını bilimsel biçimde açıklamaya yeltenen bir kuramın başlıca noktalarını özetledik; yine de sorun bir açıklığa kavuşamamıştır.

Ayrıca da çok önemli bir soru ortaya çıkar: Devlerin gerçek izleri bulunmuş mudur, dünyanın herhangi bir yerinde dev bir insan ırkına rastlanılmış mıdır? Dev bir yaratıkla ilgil ilk keşiflerinden biri, 14. yüzyılın ortalannda Dekameron'un ünlü yazarı Boccacio tarafından açıklanıyor. Boccacio, "Geneologia Deorum" (Tanrıların Şeceresi) adlı eserinde, Sicilyada Trapani şehrinin dolaylarındaki bir mağarada keşfolunan tek gözlü dev Polifemo'nun iskeletinden söz ediyor. Kemiklerin, en azından 9-10 metre boyundaki bir dev'e ait olduğunu belirten Boccacio, böylece Agrirento'lu Empedokles'in savını destekliyordu. Agrirenyto'lu Empedokles, M.Ö. 440 yılında, Homeros'a dayanarak çok eski zamanlarda Sicilya'da Devlerin yaşadığını öne sürmüştü.

Boccacio'dan üçyüz yıl sonra Cizvit bilim adamı Athanasius Kircher de bu kemiklere değiniyor. Aradan yıllar geçince, ünlü kemikler kayboluyor, çağdaş bilim bunlara fil kemikleri etiketini koyup olayı kapatıyor.

Benzer bir olay 1577'de İsviçre'de Willisau'da görülüyor: Bir kazı sırasında kocaman bir iskelet bulunuyor. Zamanın ünlü anatomi uzmanı Doktor Felix Plater uzun incelemelerden sonra kemiklerin 5.80 m. boyunda tarihöncesi bir adama ait olduklarını açıklıyor. Olayı duyan Göttngen üniversitesi anatomi profesörü J.F Blumenbach, kemikleri inceledikten sonra bunların aslında tarih öncesi bir file !!! ait olduğunu söylüyor

Aynı dönemde benzer iskeletler, kemikler İngiltere'de Gloucester'de ve özellikle Güney Amerika'da keşfediliyor. Güney ve Orta Amerika'da meydana gelen olaylar oldukça ilginçtir; Guatemala'da yaşayan Kişe yerlilerinin kutsal kitabı sayılan Popol Vuh'un aktardığı olayların yanı sıra Meksika fatihi (1519-1522) lspanyol Hernan Cortes'e yerliler tarafından gösterilen, bazıları Cortes tarafından Ispanya Kralına gönderilen dev insan kemikleri bu örneklerdendir.

Yazar Berna! Diaz del Castillo'ya göre: "Eskiden bu topraklarda gayet uzun boylu erkekler ve kadınlar yaşardı; kötü ruhlu olduklanndan büyük çoğunluğu yerliler tarafından öldürüldü."

Amerika devleriyle karşılaşanlardan biri de ünlü Portekiz gemicisi Macellan'dır. Macellan'ı izleyen Antonia Pigafetta'nın yazdıklanna göre 1520 yılının Haziran ayında San Julian'da gemiciler bir devle karşı karşıya gelmişlerdi: "Öylesine uzun boyluydu ki başımız beline kadar varamıyordu; sesi de bir boğanınkine benziyordu." Macellan bu dev yaratıkların ikisini ele geçirip gemisine aldı; Avrupa'ya götürecekti. Ancak gemi Ekvator'a varmadan ikisi de öldüler.

Devlerle karşılaşan yalnız Macellan değildir. Sir Francis Drake, 1578'de San Julian'da ikibuçuk metre boyunda yerliler gördüğünü hatıralarında belirtmişti. Drake'ten sonra Pedro Sarmiento, Tome Hernandez, Anthony Knyvet ve Sebald de Weer gibi gemiciler Büyük Okyanus kıyılarında kimi 3 kimi 3,60 boyunda yaratıklarla karşı karşıya gelmişlerdi. Bu arada özellikle Patagonya'da sık sık Devlerin izlerine rastlanılıyor.

1712'de Şili'de Valdivia bölgesini yöneten İspanyol hükümeti Patagonya'nın içlerinde üç metre boyunda bir yerli kabilesinin yaşamakta olduğunu resmen açıklamıştı.

1764 yılında Cabo Virgines'ın yakınlarında bu dev yerlilerle karşılaşan, ünlü ingiliz ozanı Byron'un dedesi Commore Byron izienimlerini şöyle anlatıyordu: "Biri bana doğru geldi. Kocaman bir şeydi; masallarda sözü geçen insan yüzlü canavarlara tıpatıp uyuyordu. Ölçüsünü alma imkanını bulamadım. Ama en azından 2.10 metre boyundaydı ... " ·

Java Adası'nda, Güney Çin'de, Transvaat'da ve Doğu Cezayir'de ele geçen dev taş baltalar, kesinlikle saptanamayan tarihöncesi bir çağda, yaklaşık olarak 4 metre boyunda yaratıkların yaşadığını açıklamışlardır.

Filipinler'de, Gargayan'da, dişleri 7,5 cm. uzunluğunda ve 5 cm. genişliğinde olan 5,18 m. boyunda bir dev yaratığın iskeleti bulundu;

Çin'de ki kazılarda elde edilen ve 3 m. boyundaki ilkel insanlara ait olduğu sanılan kemiklerin yaşını, dünyaca tanınmış antropoloji uzmanı. Doktor Pei Wen Chung 300.000 yıl olarak hesapladı;

Agadir'de keşfedilen ve en azından 3000 yıl öncesine ait olduğu hesaplanan taş baltaların ağırlığı 8 kiloyu aşıyordu. Yukanda sözü geçen baltalara benzer aletler, çeşitli tarihlerde, İskoçya'da,.A.B.D'de (Ohio ve Wisconsin) ele geçirildi; kimi 50-70 cm. boyunda, kimi de 30-40 cm. genişliğindeydi

. Yine A.B.D.'de nevada'da 50-60 cm. boyunda ayak izleri,

Tunus'ta, Cheninin'in güneyinde, altı metrelik mezarlık ortaya çıkanldı.

1833'te Kaliforniya'da bir dehliz açan bazı ·askerler 3,65 boyunda bir iskeletle karşılaştılar.

1887 yılında Nevada'da 99 cm. lik bir bacak iskeleti, 1891 yılında Acizona'da 3 m. boyunda bir insan mezan bulundu.

Meksika, Pedro de Los, Rios’daki Elyazması Metinden “dünyanın yaratılmasından 4008 yıl sonra meydana gelen tufandan önce, Anahuac ülkesinde, dev bir ırk olan Tzocuillixeco yaşıyordu; bunlardan birinin adı xelua idi…” Dzyan Kitabı, bölüm 2, kıta-XI “onlar(Atlantisliler) bedenlerinin cesametinde olan, dokuz “yati”(8m.) yüksekliğinde devasa heykeller inşa ettiler.”

Görüldüğü üzere birçok kadim kaynakta söz edilen dev insanların Anadolu’da da yaşamış olabileceğini gösteren birçok kanıt mevcuttur. Bunların en ilgincine kuşkusuz, 7 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan, Bahri Turgut Okaygün’ün hazırladığı Büyük Memleket Röportajlarının 15.bölümü olan “Şarkı Anadolu’da Köyler ve Köylüler” başlıklı yazıda rastlıyoruz: “Mardin’deki Hasan Keyif tarihi surlarının kapıları geceleri hala bir buçuk metre uzunluğunda muazzam bir anahtarla kilitlenir. Bütün şehir harabeleri ve ekseriyetle sarayların, muhteşem bine ve abidelerin üst kısmı yıkılmış, ikinci kat ve alt taraf sağlamdır bir köylü izinsiz bir ev yaptırmak istemiş, beş on kazma darbesinden sonra bir kubbeye rastlamış ve delerek içeri girmiş. Burada, temin edildiğine göre, bir soba cesametinde büyük bir insan kafasına rast gelinmiş.

Bu resim temsilidir gerçek değidir



İskelet mübağalalı bir büyüklükte ve ısrarla iddia edildiğine bakılırsa boyu üç metreyi geçiyormuş. Köylü bir hayaletle karşılaşınca kahramanlık yapayım diye, o bulunmaz kafayı kazma ile kırmaya başlamış, sonra farkına varılmış parçalar, toplattırılarak bacak kemikleri ile beraber Maarif Vekâletine gönderilmiştir. Tarih asarı atika ve müstehaseler faslında bir eşine daha tesadüf edilmeyen bu devasa insan iskeletinin akıbetini tahkik ve tamik Ankara’daki arkadaşlara aittir. Bu köylünün kazısında bir hayli de kıymetli eşya bulunmuştur. Yer müsait olsaydı size bu hususta bazı acıklı misaller verebilirdim.” Yıllar sonra 15 Ekim 1969 tarihli gazetelerde, gene dev insanların mevcudiyetini ima eden belirtilerin bulunduğuna ilişkin bir haber daha çıkmıştı: “Salihli’de bir yanardağın eteğinde, İ.Ö.2000 yılında yaşamış insanların ayak izleri bulundu.
Salihli Demir köprü Barajının yakınında bulunan, Nebiler köyünün yanındaki sönmüş yanardağda İ.Ö.2000 yılında yaşamış insanların ayaz izleri bulunmuştur. 49 numara ayakkabı büyüklüğünde izleri taşıyan kalıplar derhal tetkik edilmek üzere Ankara’ya sevk edilmiştir.” Dev ayak izlerine ait bir diğer haber de,18 Temmuz 1969 günkü gazetelerde yayımlandı: “ Kelkit’te eski insanlara ait, 50-60cm. Uzunluğunda ayaz ileri bulundu. Gümüşhane’nin Kelkit ilçesine bağlı Gümüşözü köyü yakınlarındaki bir dağlık alanda eski çağlara ait olduğu sanılan insanların ayaz izlerine rastlanmıştır. Yetkililer yapılan ilk belirlemelerde, Gümüşözü civarındaki kayalarda,50-60cm. Uzunluğunda insan ayağı izine rastlandığını belirterek, kesin sonucun bölgeye gönderilecek teknik heyetin incelemesinden sona anlaşılacağını bildirmişlerdir.”
Bunlardan başka Türkiye’nin çeşitli yerlerinde dev mezarlar bulunmaktadır. İstanbul, Beykoz’da Yalıköyü Mescidinin köşesinden ve Gazi Yunus Sokağına gidilen Gazi Yunus Mezarlında, yaklaşık8.5 m. Boyunda 3m. Eninde ve baş kısmı 2m.yüksekliğinde olan bir sanduka bulunaktadır. Üstü toprakla doldurulmuş olan sandukanın ortasında üç büyük çam ağacı, taflan ve defne ağacı vardır. Çorum’un Hıdırlı semtinde ise, Yusuf Bahri Türbesinin yanında, son derece güçlü ve iri yapılı bir şahıs olduğu söylenen Çelebi Gazinin yattığı bir mezar vardır:1.5m. Genişliğinde, baş tarafı 2.5m. Yüksekliğinde olan bu mezarın boyu, 10m.yi bulmaktadır! Herodot tarihinde de komşu ülkelerden Yunanistan’daki Mora Yarımadasında vaktiyle 3,5 metre uzunluğunda bir dev mezarın bulunduğu ve açıldığında içinden, tabut kadar büyük bir cesedin çıktığı yazılıdır.

 


Bu resim temsilidir gerçek değidir


Anadolu’da geçmiş devirlerde yaşamış olduğuna inanılan dev insanlarla ilgili tradisyonlar oldukça yaygındır. Naima tarihinde, Bergama Kalesini yaptıran Nemrut Cebbarın bir dev olduğu ve kalenin tepesinden eğilmek suretiyle Bergama Çayından su içtiği yazılıdır. Kütahya Kalesini de “boyları minare gibi olan” devlerin yaptığı söylenmektedir. Kütahya ile Yoncalıdaki Nemrut Kayaları arasında dizilen bu devlerin söktükleri devasa kaya parçalarını birbirlerine aktarmak suretiyle Kütahya Kalesini inşa etmeye başladıklarına, fakat devlerin başkanının üç yüz yaşındaki oğlunun ölmesi üzerine bu inşaatı yarım bıraktıklarına inanılır. Ayrıca Konya’da yer alan Suğla gölünün bağlı olduğu yer altı akıntılarının, bir zamanlar bir dev tarafından tıkandığı ve böylece devin düşmanlarına ait toprakları da suların bastığı anlatılmaktadır.
Dünyanın birçok yerinde devlere ait olduğu belirtilen mezarlar bulunuyor. Yapılan kazılarda dev iskeletlere ve kemiklere rastlanıyor. Türkiye’de de bu tür mezarların ve kemiklerin bulunduğu belirtiliyor. Araştırmacı-yazar Dr. Gültekin Caymaz’ın araştırmalarını Ata Nirun derledi.

HEMEN HEMEN tüm inanç sistemlerinde, devlerden söz eden masallara, mitlere, efsane ve öykülere rastlanır. Hangi çocuk, devleri bilmez ki? Dev masallarıyla büyüdük ve aynı masallarla çocuklarımızı büyütüyoruz. Bu masalları bize kuşaklar boyu anlatanlar, nereden öğrendiler? Onlara kim öğretti? Nasıl oldu da, devler tüm sınırları aşıp, tüm uygarlıklarda aynı biçimlerde yer aldılar? Konunun birçok araştırmacılarına göre, dev öykülerinin ardında, insanoğlunun unuttuğu, sadece masal ve mitlerde kalan bir gerçek yatıyor. Kısacası, devler gerçekten yaşadılar ve hatta hala yaşayanları da olabilir. Bu görüşün savunucularından ve bilinmeyen olayların izleyicisi, Dr. Gültekin Caymaz,ın görüşleri :

Dr. Caymaz: “Evet. Bu konudaki araştırmalarıma göre yaşadılar. Eğer tufan. 10.000 yıl önce olduysa devler yaklaşık 15.000 yıl kadar önce yaşadılar. Mitolojilerde Tanrılarla devler arasındaki savaşlardan söz edilir. Bu Tanrılar bizim anladığımız manada Tanrılar değildirler. Onlar üstün insanlardı ama dünyayı yaratanlar değillerdi. Bizim boylarımızda ama üstün teknolojileri olan insanlardı. Devler ise büyük ama zekaları az yaratıklardı. Belki de bu savaş uzaylı bayaratıkların aralarında yaptıkları bir savaştır. Bize kalan anısal izler masala dönüşmüştür. Nasıl tufan olayı ve Nuh bir efsane olduysa devler de masal olarak kaldı.

 

 

Benim gördüğüm ve incelediğim dev çene kemiği ve dev dişler Antalya yakınlarındaki Karain mağarasında bulundu. Yapılan çalışmalar kalıntıların 50.000 yıllık olduğunu gösteriyor. Öyleyse bunlar halen yaşayan bir canlı türüne ait olamazlar. Fotoğrafını çektiğim 5 dev dişinin boyutlarına bakılırsa 7-8 metre boyundaki dev insanların yaşamış olduklarına inanmak gerekiyor. Bu çene kemiğini bulanların daha başka buluntular da ele geçirdikleri söyleniyor.

Bu fotoğraf, 1978’de çekildi. Fotoğrafta beş diş ile ona ekli altçene kemiği, dağılmasın diye bir lastik bant ile sıkıştırılmış. Bu görüntü, kemiğin iç yüzünü yansıtıyor. Kemiklerin, Dr. Caymaz’ın ellerinin arasındaki görünümü, normal insan çenesine olan oranını belirliyor. Bu dişler ve çene kemiği 50.000 yıllık

Depo dolusu dev iskeleti:Dr. Caymaz: “Polatlı’da yaşayan ve otobüsçülük yapan Yılmaz isimli biri bana ilginç bir olay anlattı. 1950-1951 yıllarında iken kendisi at arabasıyla askeri bir kazadan çıkarılan dev insan iskeletlerinin kemiklerini taşımış. Kemiklerin çok büyük olduklarını söylüyor ve bir askeri depoya istiflendiklerini ekliyordu.
Ama sonrası, bilinemiyor.


1980’li yıllarda, Ankara Kalesi’ndeki, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin paleolitik bölümünde, benzer bir diş gördüm. Elimin orta parmağı boyundaydı. Fakat yüzde elli daha kalındı. Sorduğumda bu dişin de, Antalya’da Karain mağarasında bulunduğunu söylediler. Sonuçta şunu söyleyebilirim ki, böyle dev insan kalıntılarının bulunduğunu, resmi kuruluşlar merak ederlerse, Polatlı’daki depoyu bulup inceleme yapsınlar.”

Dev mezarlar: Dr. Caymaz: "Bu tür dev mezarlar. Anadolu’ da birçok yerde var. En önemlilerinden biri İstanbul’da, Beykoz’da bulunuyor. Yuşa Tepesi’nde bulunan bu mezarda, Yuşa Hazretleri adlı bir evliyanın yattığına inanılıyor. Mezar, 17 m uzunluğunda, 4 m genişliğinde. Eğer açılıp, incelenirse, içinden dev bir iskeletin çıkması çok doğaldır."11.6.1983’te Milliyet gazetesinde böyle bir haber çıktı. Adapazarı Kaynarca yolu üzerindeki bir yatır mezarının 9,5 m boyunda olduğu yazılıydı. O mezar da incelenebilir.Yine, Kapadokya bölgesinde, yani Nevşehir, Kırsehir ve Göreme civarında bu tür dev evliya mezarlan var. İnançlara göre, bu mezarların rahatsız edilmemeleri gerekiyor. Ben, böyle inançlara saygı duyuyorum ve yerlerini saklı tutuyorum. Fotoğrafını çektiğim mezarların boyu 7-8 metre idi. Van ve Sinop dolaylarında da dev mezarlar bulunuyor. Ankara’nın çok yakınında bir dev mezarı inceledim. Köylüler, beni sıkı sıkı uyardılar, sakın bir şey alıp gitme, yoksa felaketler olur dediler. Bu uyarıya saygıyla uydum.Birkaç yıl önce Günaydın gazetesi de, Filipinler’de 8 m boyunda bir dev iskeletinin bulunduğunu yazmıştı. Demek ki, devler, yalnız Anadolu’da değil, birçok yerde yaşadılar. Filipinler’ de bulunan iskeleti bilim adamları incelediler. Bizde de, aynı tür bir araştırma yapılabilir."

 

 


“Öncelikle bu araştırma, arkeolojik ve turistik yönden çok önemli olabilir. Ama daha da önemlisi, kutsal kitaplarda sözü edilen devlerin bir masal olmadıklarının anlaşılması olacaktır. Sonuçta, kutsal kitapların insanlara daima doğruyu gösterdiği anlaşılır. Belki o zaman, insanlar haksızlık ve kötülüklerden biraz olsun kaçarlar.”
” Ankara’da MTA merkezindeki, Prehistorik Eserler Müzesi’ne gidin, orada birçok dev hayvanların dişleri var. ilkçağ öncesi ve ilkçağ döneminde yaşayan dev hayvanların kalıntıları bulunuyor. Göreceksiniz ki, bu dişlerin onlarla hiçbir benzerliği yok. Bunlar sadece insan dişlerine benziyorlar ama dev boyutlardalar.

Burada dişler, çene kemiğinin dış yüzünden, beşi bir arada görülüyor

Dr. Caymaz’ın evliya mezarlarına benzer dev mezarlara, Amerika’da, Java’da, Tunus’ ta ve Çin’de rastlandı. 1887’de Nevada’da 1metrelik bir bacak kemiği, 1891’de Arizona’ da 3 metrelik bir mezar bulundu.Ama olaylar bitmedi. Hala yaşayan devler var mıydı? 1963’te üç Amerikalı 4 m’lik bir yaratık gördüler. Yine o yıllarda bir Amerikalı gazeteci, 40 cm uzunluğunda, 15 cm eninde ayak izlerinin fotoğraflarını yayımladı.1970’lerde bir Alman bilim adamı, 350.000 yıl önce dev bir insan ırkının yaşadığını ve bilimsel açıdan bunun yakında kanıtlanacağını söylüyordu.


Daniken devlerin izinde: Nisan 1982’de Dr. Gültekin Caymaz, Türkiye’ye gelen araştırmacı Erich von Daniken’le Ankara’da devlerle ilgili bir
konuşma yapıyor. 29 Nisan 1982 tarihli Barış gazetesinde yayınlanan konuşmanın bir bölümü şöyle:

Dr. Caymaz: Kutsal kitaplarda devlerden söz ediliyor. Günümüzde bazı kalıntılar bulunuyor. Sizce dev insanlar yaşadılar mı?

Daniken: “Evet, yaşadılar bence. Bu konuyu, ‘Yıldızlara Dönüş’ adlı kitabımda inceledim. Ama zamanın uçurumları arasında, bu dev insanlar unutulup gittiler ve bir masal yaratığı oldular. ”

Dr. Caymaz: Bu dev dişi fotoğraflarına ne dersiniz?

Daniken: “Çok ilginç, olaylara bir anlam getiriyor. Ben de devlerle ilgili bir kitabın çalışması içindeyim. Zaten olay, dünyanın her yeriyle ilgili, ben başka ülkelerde bu tür yüzlerce dev kalıntı ve dev mezarlar gördüm.”

Kutsal kitaplarda: Devler her ırkta ve her inançta yer alır. En güçlü. kaynaklardan birisi Tevrat. Birkaç bölümü inceleyelim:
“Orada gördüğümüz halk çok uzun boylu adamlardı. Ve orada, Nefilim’den olan, Anak oğullarını, Nefilim’i gördük. Biz kendi gözümüzde çekirgeler gibiydik, onların gözünde de öyleydik.” (Sayılar Bölümü Bap: 13, 32, 33).

“İnsan arşınına göre, onun demir yatağının uzunluğu dokuz arşın, eni dört arşındı.” (Tesniye Bölümü 3/11).

Yine Tevrat ve ardından Kur’an-ı Kerim, dev Golyat’ı öldüren Davut Peygamber’den söz ederler. Golyat’ın mızrağı metrelerce uzunluğundadır. Aynca, mitolojinin ünlü Herkül’ü, Samson’u da birer devdirler. Yunan mitolojisinin devleri olan Titanları da unutmamak gerekir.

 

 

Yakın tarihteki devler: Bilimsel tarih, devlerden söz ediyor mu? Hiç yaşayan devler bulduk mu? Evet, diyebiliriz. İlk kaynak, M.Ö. 440’da yaşayan Empadokles’tir. Sicilya adasında devlerin yaşadığından söz eder. 14. yüzyılda yazar Boccacio, yine Sicilya’da bir mağarada bulunan 1O metrelik bir dev iskeletinden söz ediyordu. 1577’de İsviçre’de 6 metrelik bir iskelet bulundu. Uzun araştırmalardan sonra bunun bir fil iskeleti olduğu iddia edildi.

Yine 1500’lerde, Meksika fatihi Cortez, İspanya Kralı’na Meksika’dan getirdiği kemikleri gösterdi. Bir diğer kaşif, ünlü Macellan, 1520’de iki devle karşılaştı, başının onun beline geldiğini söylüyordu. Keşifler çağında daha birçok ünlü gezgin, devlerden söz ettiler.

Gerçekten yaşadılar mı?Bugün insanlığın geçmişi ile ilgili klasik bilgiler artık sarsılmış durumda. En yetkin bilim adamları bile “Hayır, dev insanlar yaşamamışlardır” diyemiyorlar. Dev insanların kesinlikle yaşadıklarını söylemek de mümkün değil. Belki de şu soruyu sormak gerekiyor.

Dominiken misyoner Pedro de los Rios, “Nueva Espana” adlı kitabında (1566) belirttiği bir Aztek geleneğinde, büyük felaketten ve tufandan önce, Anahuac ülkesinde (Eski Mexico) devlerin yaşadığından bahseder. Bu devler, Kara Elbiseli Misyonerlerin doğudaki vatanlarına, yani Atlantis’e veya Hy-Brasil’e dönmelerinden sonra ortaya çıkmışlardı. Eski Meksikalılar doğudaki göklerde görünen parlak ışıklı gezegenin Ay değil, Venüs olduğunu söylerler. Acaba bugün dünyanın uydusu olan Ay, 12.000 yıl önce mi dünya'nın çekim alanına girmişti? Hiç şüphesiz Ay’ın dünyanın uydusu olma aşamasında, dünya üzerinde büyük bir felâket yaşanmıştı.

Eski Peru geleneğinde devlerin denizden gelerek Inca Ayatarco Cuso bölgesine girdikleri anlatılır. Quicha Peru’lu yerlilerin İspanyol askeri rahibi Don Cieaza de Leon’a 1545 yılında anlattıklarına göre, denizden gelen devler o kadar uzun boylu idiler ki, diz çöktükleri zaman bile en uzun boylu insandan daha uzundular. Ülkenin içlerine doğru ilerleyen devlerin bazıları çırılçıplak, bazılarının ise üzerinde vahşi hayvan postundan giysiler vardı. Ülkeyi yağmalayan devler su bulamayınca, dev kayaları kullanarak derin kuyular inşa etmişlerdi. Bugün (1545’de) devlerin inşa ettikleri kuyular hâlâ kullanılır durumdadır. Devler zayıf yerli direnişini ezerek bütün Peru’yu ellerine geçirmişler ve yerli kadınları da kendilerine eş olarak almışlardı. Fakat bu kadınların birçoğu devlere dayanamayıp ölmüşlerdi.

Cieaza de Leon, 1560 yılında Cuzco’da çok büyük insan kemikleri ihtiva eden bir mezar bulunduğundan söz eder. Buna benzer kemikler Mexico City’de de çok sayıda bulunmuştur. İspanyol misyoneri ve tarihçi Padre Acosta, 1560 yılında Manta, Peru’da dev iskeletler bulunduğundan bahseder. 1928 yılında Ekvator’da bir mağarada dev insan kemikleri bulunmuştu. Mağarada bulunan eski insanların uzunluğu 2,44 metreyi aşıyordu. Buna benzer dev insan iskeletleri modern Mexico’nun Pasifik kıyılarında da bulunmuştur. Peru’nun efsanevi devleri ülkedeki megalitik yapıların ustalarıydı. Tiahuanaco’nun esrarengiz insanlarının bu devler olduğu sanılmaktadır.

Eski Avrupa’nın da devleri vardı. Homer’in Lestrygonlar’ı devlerdi. Bu devlerin eski Norveç’te yerleştikleri sanılmaktadır. Norveç’teki bazı mağaralarda devasa boyutlarda kol ve bacak kemikleri bulunmuştur. Eupolemus’un da doğruladığı gibi, eski Babilli rahipler, eski Babil’i büyük tufandan kaçan devlerin kurduğunu söylüyorlardı. “Tanrının çocukları” denilen bu devler, ünlü Babil Kulesi’ni inşa eden büyük astrologlardı ve Babilli rahipler bütün gizli bilgileri onlardan almışlardı. Bazı iddialara göre, tufandan önce ve sonra ortaya çıkan bu devler, Atlantis’teki aşağı bir kastın liderleri idiler. Bunlar, Titanlar’ın tanrılara, İblis’in Tanrı’ya isyan etmesi gibi, Atlantis’teki hakim olan kasta karşı isyan etmişlerdi. Eski İrlanda’nın Fomorian’larına, eski Britanya’nın dev tanrılarına ait efsaneler, bu halkın hatıralarını taşırlar.

Suriye'de Safita'nın altı kilometre kadar ötesindeki Sasniç'te arkeologlar ortalama 3,8 k lo ağırlığında çakmak taşından araçlar bulmuşlardır. Ayn Fritissa ('Doğu Fas)'da bulunan çakmak taşı araçlar da küçümsenecek gibi d ;ğildir. Uzunlukları 32 santim, genişlikleri 22 santim, ağırlıklarıysa 4 kilo 200 gram kadardır. Normal insan yapısına göre yapılacak bir hesap, bu kaba araçları kullanan varlıkların üç buçuk metre boyunda olmaları gerektiğini gösterir. Bulunan araçların dışın da, bilimsel olarak tanınan en az üç buluntu, geçmişte devlerin varlığını işaretler: 1 - Cava devi 2 - Güney Çin devi 3 - Güney Afrika (Transvaal) devi Bunlar hangi soyun temsilcileriydiler? Sürüden ayrılmış yaratıklar mıydılar? özel biçimde yaratılmış ve gelişmiş teknik bilgileri olan zeki varlıklar mıydılar? Fosil buluntuları sorularıma kesin karşılıklar verememektedir.

Düzenli bir atalar zinciri kurmak için çok zayıf kalmaktalar. Böyle bir aile ağacı bir gün özellikle seçilmiş bir bölgede sistematik olarak incelenecek midir? Zaman zaman önemli buluntu haberleri gelmekte dir, ama bunları hemen hepsi rastlantı sonucu ele geçirilmiştir. Ancak belgelerki eski kaynakları da kabul etmeliyiz- devlerin varlığını açıkça belirtmektedir. Musa Tekvin, VI, 4'te şöyle der: "Allah oğulları insan kızlarına vardıkları ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman, o günlerde, hem de ondan sonra yeryüzünde Nefilim* vardı; bunlar eski zamandan zorbalar, şöhretli adamlardı." Saydar, XIII, 33'te de şöyle bir kayıt vardır: "Ve orada Nefılimden olan Anak oğullarını, Nefılimi gördük; ve kendi gözümüzde biz çekirgeler gibi idik, ve onların gözünde de öyle idik." Tesniye, III, 11 bize bu yaratıkların fiziksel yapısı hakkında tahminlerde bulunmamızı sağlayacak ayrıntılar veriyor: "Çünkü Refalardan arta kalan ancak Basan Kralı Og vardı; işte onun yatağı demir yataktı; o Ammon oğullarının Rabba şehrinde değil midir? İnsan arşınına göre uzunluğu dokuz arşın** ve eni dört arşın idi." Tevrat'ta Deylerden kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıklıkla söz eden yalnız ilk beş kitap değildir. Öteki kitaplar da bu üstün insanları yer yer anlatırlar. Kitapların yazarları değişik zamanlarda, değişik yerlerde yaşamış kişilerdir, bu bakımdan birbirleriyle ilişki kurdukları düşünülemez.

Din bilginlerinin bazen ileri sürdükleri gibi, kötülüğü simgelemek için kitaplara sonradan sokuşturuldukları da gerçek değildir. Bunu ileri sürenler yazılanları biraz yakından incelerlerse, devlerin her zaman savaşmak, ya da teke tek dövüşmek gibi uygulanması mümkün işlerde göründüğünü, ancak manevi kavramlar ve davranışlar tartışma konusu olduğunda ortadan kaybolduklarını göreceklerdir. Öte yandan, devlerin belgelenmesi Tevrat'a özgü değildir. Maya ve İnka mitleri de Tufan'dan önce 'tanrılar' tarafından yaratılan soyun, devler soyu olduğunu kaydeder. Bu mitlerdeki en önemli devler Atlan (Atlas) ve Teitani (Titan)'dır. Tıpkı "uçan tanrılar"ımız gibi devler de destanlar, efsaneler ve kutsal kitaplar dünyasında sık sık boy gösterirler; ancak hiçbir zaman tanrılarla eş düzeyde tutulmazlar. Ciddi bir engel, devleri dünyaya bağlamaktadır: Uçamazlar... Yalnız bir dev kesinlikle bir tanrının dölü olarak tanımlanırsa, göklerdeki yolculuklara katılabilir. Devler çoğunlukla tanrıların alçak gönüllü sadık hizmetkârları olarak karşımıza çıkarlar. Sonunda budala, ahmak yaratıklar olarak tanımlanarak yazılı eserlerden silinip giderler.

Nice'teki Centre International d'Études Françaises'in yöneticisi Profesör Denis Saurat gibi bir bilgin, devlerin ciddi incelemesini yapmıştır. Profesör, devlerin bir zamanlar kesinlikle var olduğunu söylemektedir. Ve bundan kuşku duyan bilginlerin, eninde sonunda, dev mezarlarına, yirmi metreyi aşkın yükseklikte dikilmiş taş bloklar olan menhirlere, dolmenlere, iri taşlardan yapılmış mezar odalarına ve daha birçok kocaman anıta, son ve en önemli olarak da, aşırı büyüklükteki kayaların taşınma ve işlenmesindeki teknik yeteneklere karşı çıkamayacaklarını belirtmektedir. Bugün hâlâ hayranlık duyduğumuz dev ölçüdeki mimari şaheserlerin ve büyük ustalıkla işlenmiş kayaların yapımını ancak devlerin ya da bizce bilinmeyen teknik yetenekleri olan yaratıkların varlığını kabul edersek açıklayabiliriz


(*) Tarih öncesi çağın eski palaelotik devri sanayiine verilen ad. Yontma taş tekniğinin ikinci dönemi.
(*) Nefilim: İri, dev adamlar. (**) 1 Arşın: 0.45 m.'dir.


GALLERİ

 

Sri Lanka 290 milyon yıl
Çin 200 milyon yıl

Bu taşlaşmış dev ayak izi de Hindistan’da

 

Bu taşlaşmış dev ayak izleri Suriye’de bulundu

Gargayan’da (Filipinler) bulunan iskelete ait bir kemik

Amerika İllonis Cahokia Mounds 6000-5000 yıllık

 

Çin

 

 

Robert Pershing 2,72 cm- Amerika

1920 Hindistan

Şultan Kösen 2,47 cm'- Türk

Chang Woo Gow, 19 yaşındayken 2.44 cm- Çin

Anna Haining Bates 2.41 Kanada

Johann Petursson 2.34 cm İzlanda