HZ SÜLEYMAN

Bundan binlerce sene önce yeryüzünün büyülü devirlerinde insan henüz üçüncü gözünü kaybetmemişken efsanevi bir Kral Peygamber yeryüzünün ve gökyüzünün efendisi olmuştu. Cinlere insanlara ve hayvanlara hükmeden bu kral peygamber Hz. Süleyman’dı. Ve yetkesinin kaynağı olduğu sanılan güçlü bir mühür yüzük taşıdığı söyleniyordu. Hazineleri dillere destan olan 3 semavi dinde de ismi haşmetle birlikte anılan biridir Süleyman / Hz. Süleyman / King Soloman / Peygamber Süleyman. Ona bu özelliği veren dünyasal ve ilahi güçlere hakim bir yönetici olduğu düşüncesidir. Asıl olarak Peygamber / Kral Davud’un oğludur. Hem Tevratta hem Kuran-ı Kerim de hikayeleri ve hayatıyla saltanatı anlatılır.

HZ SÜLEYMAN'IN SOYU

Hz. Süleyman (a.s)'m soyu; Süleyman b. Dâvud b. İşâ b. Uveyd. şeklinde olup Hz. Ya'kûb'un oğlu Yehûzâ'nm soyun­dan gelmektedir.
Sonuç olarak ise, soyu, Hz. İbrahim (a.s)'a dayanmaktadır. Ehli kitap, Hz. Süleyman (a.s)'m soyunu uzunca bir şekil­de nakledip onun, "büyük bir hikmet sahibi bir kimse olduğunu" söylerler. İşte bundan dolayıdır ki, ona, "Süleyman Hakîm" derler. Kesinlikle "Peygamber" lakabını takmazlar.

Hazreti Süleyman a.s.’ın mührü bir yüzüktü ki dört köşeli bir kaşı vardı. Bu yüzüğü Cebrail a.s. Cennetten çıkarıp Allah cc.’nin emri ile Davut a.s’a getirdi. Bir köşesinde “El mülkü lillah” (Mülk Allahındır) yazıyordu. Cebrail a.s bu yüzüğü Davut a.s’a verip dedi ki :
-”Ey Davut! Hak Tealadan sana bir yüzük ve on soru getirdim. Allahu Tealanın buyruğu odur ki: Evlatlarını toplayıp bu on soruyu onlara sor. Kim doğru cevap verirse senin yerine o geçsin. Devleri, Perileri, Ademoğullarını, yelleri, kuşları, canavarları, dünyada ne ki varsa hepsini buyruğuna başeğdirsin, itaatli kılsın. Ve bütün dünyaya padişah olsun” dedi.Hz. Davut a.s Ekabirlerden, yüce insanlardan oluşan bir meclis kurup evlatlarını çağırdı ve bu meclis huzurunda tek-tek hepsine bu on soruyu sordu. Hiç biri cevap veremedi.

En son Hz. Süleyman a.s. ayağa kalktı:

-”Eğer izin verirseniz bu sorulara ben cevap vereyim!” Dedi. Davut a.s.’ın gönlü hoş oldu Ve:
-”Ya Süleyman söyle bana” dedi:

1-Dünyanın en kem kötü şeyi nedir ki ondan daha kötüsü yoktur?
2-En güzel, en üstün şey nedir ki ondan daha güzeli, daha üstünü yoktur?
3-Dünyada en acı şey nedir?
4-Dünyada en tatlı şey nedir?
5-O nedir ki ondan daha çirkini yoktur?
6-Nedir o ki ondan daha kabası yoktur?
7-Yine o şey nedir ki ondan daha yakını olmasın?
8-Nedir o şey ki ondan daha ırağı yoktur?
9-Yine nedir o şey ki onda daha gussalı, daha kaygı verici şey olmasın?
10-Nedir o şey ki ondan daha sevinçli şey yoktur?

Süleyman a.s. dedi ki:
–”Ey baba bu sorduğun sorular çok kolay şeylerdir?”
1-Dünyada en kötü şey insanoğlunun nefsidir ki ondan daha kötüsü yoktur.
2-Ondan daha güzel daha üstünü olmayan şey akıldır.
3-En acı şey yoksulluktur
4- Çok tatlı olan şey varlıklı, zengin olmaktır.
5-İnsanoğlu’nda süğmekten, küfürden daha çirkin şey yoktur.
6-Kaba (katı yürekli) kadından daha kabası yoktur.
7-İnsanoğlu’na ahiret’ten yakın şey yoktur. Ve bütün kişiler ona gitmektedir.
8-Sonra dünyadan ırak başka bir şey yoktur ki, insanoğullarından ıraklaşmaktadır.
9-Gayet gussalı, kaygılı şey; ruhun bedenden ayrılmasıdır.
10-Gayet şad, sevinçli olan şey yine ruhtur ki, insanoğlunda bulununca bu sevinci duyar!

Diye cevap verdi. Yalnız her soruya cevap vermeden önce gülümsedi sona cevap verdi O zaman Davut a.s. oğlu Süleyman a.s.’a:

-”Gerçek söyledin, öyledir! Ama Bu yüce insanların huzurunda neden her soruya adaba aykırı olarak gülerek cevap verdin”: Süleyman a.s:
-”Bu soruların cevabını bende bilmiyordum ama siz her soruyu sordukça cevabı bir karınca bana söylüyordu bende size cevap veriyordum” dedi.

O zaman Davut a.s. dedi ki: Amaç Allah’a (cc) ulaşmak olduktan sonra vasıta isterse bir karınca olsun, önemli değilHz. Dâvud (a.s), oğlu Süleyman'a; kendisinin yerine hükümdar olmasını vasiyet etti.Hz. Dâvud (a.s) ölünce, Hz. Süleyman (a.s) 12 yaşında hükümdar oldu.

Hz. Süleyman (a.s)'m Beytü'l-Makdisi Yaptırması: Hz. Süleyman (a.s), babası Hz. Davud'un vasiyetini yerine getirmek için, hükümdarlığının dördüncü yılında Beytü'l-Makdisi inşa etmeye başladı. Bu hususta çok mal harcadı. Binayı yedi yılda bitirdi. Kudüs şehrinin etrafına surlar yaptırdı.
Rivayet edildiğine göre; "Süleyman Peygamber, Beytü'l-Makdis'i inşa etme işini bitirince, Yüce Allah'tan üç şey istedi. Bunların ikisini ona verdi. Bunlar:

1. (Allah'tan,) kendi hükmü gibi doğru ve isabetli) hüküm verebileceği bir güç istedi. Allah'ta, bunu yalnızca ona verdi.
2. (Yine Allah'tan,) kendisinden sonra hiçbir kimseye na­sip olmayacak bir hükümranlık vermesini istedi. Allah'ta, bu­nu yalnızca ona verdi.
3.  Mescidin yapımını tamamladıktan sonra mescidine ge­lip de sadece namaz kılmak için hareket eden bir kulu, anne­sinden yeni doğmuş gibi günahsız olarak oradan çıkarmasını istedi. (Fakat Allah, bunu, ona vermedi.)

" îbn Kesîr, bu rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: "(Peygamber Efendimiz:} 'İşte Cenab-ı Allah'ın, bunu bize vermiş olacağını ümit ederiz' buyurdu."
Hz. Süleyman (a.s) Beytü'l-Makdis'in inşaatını bitirince, "hükümdarlık sarayını" yaptı.
Tarihçiler derki: Hz. Süleyman (a.s), bu hükümdarlık sarayını 13 yılda tamamladı. Ayrıca "kurban kesme yeri" yaptır­dı. Çünkü Hz. Süleyman (a.s), "onarım ve bayındırlık" işlerine çok büyük önem verirdi. (Bunun yanı sıra birde,) "deniz filosuna" sahipti.
Tarihçiler derki: Hz. Süleyman (a.s), Hindistan'dan kendi­sine altın, gümüş ve ticaret eşyası getiren "bir gemiye" sahipti. Savaş için "at" besleyip hazırlamaya da özel bir titizlik göste­riyordu. Onun şeriatında kadınların sayısı ile ilgili bir sınırlama olmadığından ipekli sırmalı çok sayıda hanımı vardı.

Hz. Süleyman (a,s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi: Hz. Süleyman (a.s)'ın ismi, Kur'ân-ı Kerîm'de; Bakara, Nisa, En'âm, Enbiyâ, Nemi, Sebe' ve Sâd Surelerinin 16 yerinde geçmektedir.Hz. Süleyman (a.s), İsrail oğulları peygamberlerindendir. Allah, ona, peygamberlik ve hükümdarlık vermiştir. Bu iki . özellik kendisinde de babası Hz. Dâvud (a.s)'da da bulunuyordu. Hükümranlığı ve ülkesi geniş, saltanatı güçlü idi. Allah, ondan sonra hiç kimseye bu kadar büyük saltanat vermemiştir. Çünkü Allah, Hz. Süleyman (a.s)'in (bununla ilgili yaptığı) duayı kabul edip ondan sonra hiçbir kimseye vermediği bu büyük hükümranlık ve saltanatı Sâdece ona vermiştir. Nitekim Yüce Allah, bu olayı şöyle anlatmaktadır:

"Süleyman: 'Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen, daima bağışta bulunansın ' dedi. Bunun üzerine Biz de, (ona;) istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. 'İşte Bizim bağışımız budur, ister ver, ister tut hesapsızdır' dedik.

 

YÜCE ALLAH'IN HZ SÜLEYMAN'A BAHŞETTİĞİ BAZI NİMETLER


Birincisi:
Yüce Allah, Hz. Süleyman (a.s)'a, peygamber­lik verdiği gibi onu, babasının saltanatına ve hükümdarlığına mirasçı kılması.
Böylece Hz. Süleyman (a.s), hem Peygamber ve hem de hükümdar olup iki şerefi bir arada toplamıştır. Yüce Allah'ta bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Süleyman, Davud'a (hem peygamberlik, hem ilim ve hem de hükümdarlık bakımından) mirasçı oldu. "
İbn Cesîr bu konu ile ilgili olarak ise şöyle der: "Yani Hz. Süleyman, peygamberlik ve hükümdarlık bakımından Hz. Davud'a mirasçı oldu. Buradaki mirasçılıktan kasıt, mal bakımından olan mirasçılık değildir. Çünkü Hz. Davud'un, Hz. Süleyman'dan başka oğullan da vardı. Durum böyle olunca, Hz. Davud'un malı, sadece Hz. Süleyman'a miras olarak kalacak değildi. Ayrıca sahîh hadiste sabit olduğuna göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
'Biz peygamberler topluluğu, miras bırakmayız. Bıraktıklarımız olursa da, o sadakadır.
Doğru konuşan ve.sözü tasdik edilen Peygamber Efendimiz, (burada) peygamberlerin mallarının miras olarak bırakılmayacağını haber vermektedir. "Bilakis onların bıraktıkları mallar, kendilerinden sonra yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine sadaka olarak verilir.

İkincisi: Allah'ın, Hz. Süleyman (a.s)'a, kuş dili ile diğer hayvanların lisanlarını öğretmesi.
Böylece Hz. Süleyman (a.s), kuşların ve hayvanların ko­nuşmalarını, diğer insanların anlamadığı bir şekilde anlardı. Hüdhüd, karınca ve diğer hayvanlarla konuştuğu gibi bazen diğer hayvanlarla da konuşurdu. İbn Asâkir'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Süleyman Peygamber, yoldan geçerken erkek bir serçenin, dişi bir serçenin etrafında dolanmakta olduğunu gördü. Yanında bulunanlara:

-  'Bu erkek serçenin ne dediğini biliyor musunuz?' diye sordu. Etrafındakiler:
-  'Ey Allah'ın peygamberi! Ne diyor?' diye karşılık verdi­ler. Süleyman Peygamber:
-  'Erkek serçe, dişi serçeyi istiyor ve ona: 'Benimle evlenirsen, seni, Şam'da dilediğin eve yerleştiririm' diyor. Çünkü Şam'ın evleri, güzel taşlarla inşa edilmiştir. Oralara herkes giremez. Ancak bir dişi ile evlenmek isteyen her erkek, mutlaka yalan söyler.
Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Süleyman, Davud'a (hem. peygamberlik, hem ilim ve hem de hükümdarlık bakımından) mirasçı oldu. Dedi ki: 'Ey insanlar! Bize, kuşların dili öğretildi. Ve bize, her şeyden (bolca bir pay) verildi. İşte bu, açık bir lüiuftur."

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"(Süleyman 'm cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu) karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca: 'Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler' dedi. (Süleyman,) karıncanın bu sözüne gülümsedi....."

Üçüncüsü: Yüce Allah'ın, Hz. Süleyman (a.s)'a, daha küçük yaşta Adaletle hükmetmeyi vermesi.
Buna; daha önce de naklettiğimiz, Kur'ân-ı Kerîm'in, "(Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman'a Biz bildirdik" (Enbiyâ: 21/79) şeklinde hakkında hüküm verdiğini ikrar ettiği olay ile daha öncede geçtiği üzere bir kurdun iki kadının biri­sinin çocuğunu alıp götürmesi hakkında verdiği hüküm ile ilgili olay delil teşkil etmektedir".

Dördüncüsü: Yüce Allah'ın, rüzgarı Hz. Süleyman (a.s)'m emri altına vermesi.
Rüzgarı, dünyanın hangi tarafına isterse o tarafa estiriyor ve böylece kısa zamanda uzak mesafeleri kat ediyordu. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Süleyman 'a, sabah gidişi bir aylık mesafe ve akşam dönüsü de bir aylık mesafe olan rüzgarı emrine verdik. "
Ayetin anlamı şöyledir: Hz. Süleyman, bu rüzgar ile sabahtan öğleye kadar bir aylık mesafeyi kat ediyor ve öğleden akşama kadar ise bir aylık mesafeyi kat ediyordu. Böylece de bir günde iki aylık mesafe kat ediyordu. Hasan el- Basri derki: "Süleyman Peygamber sabahleyin Şam'dan hareket eder, öğleye doğru İstahr denilen yere konaklar. Orada öğle yemeğini yerdi. Akşama doğru oradan dönerek Kabil'de gecelerdi. Şam ile îstahr arası, bir aylık mesafedir. Yine İstahr ile Kabil arası da bir aylık mesafedir."

İbn Kesîr bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Hz. Süley­man'ın, tahtadan yapılma (çok büyük) bir tahtırevanı ( ya da uçan halısı) vardı. İstediği bütün köşkleri, çadırları, mallan, atlan, develeri, (insanlardan ve cinlerden oluşmuş) Adamları, bunların dışında hayvanları ve kuşları ona yükleyebiliyordu. Bir yolculuğa çıkmak istediğinde, (yukarıda sayılan şeyleri ona yükler ve) rüzgar da onu (alıp istenilen yere) götürürdü."

Derim ki: Bu, o kadar garip ve acayip bir şey olmayıp Al­lah'ın kudretinin yanında çok basit bir şeydir. Kaldı ki bugün insanlar, uzak memleketlere jet uçağıyla gidebilmektedir. Bir beldeden diğer uzak bir beldeye hızlı bir şekilde yol alabil­mektedir. Bunun bir benzeri olarak; Allah'ın, rüzgarı, bir vası­ta olarak peygamberi Hz. Süleyman (a.s)'a vermesi, inkar edilemez. Çünkü rüzgarın Hz. Süleyman'ın emri altına veril­mesi olayı, Hz. Süleyman (a.s)'a mahsus kılman mucizelerden sadece biridir.

Üstad Neccâr, "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı kitabında tahtırevan (uçan halı) olayını kabul etmemektedir. Halbuki Allah'ın kud­reti, nice garip ve acayip şeyleri meydana getirdiğine göre bu­nu inkar etmeye hiç de gerek yoktur. Biz, -Kur'an'mda belirt­tiği- rüzgarın, Hz. Süleyman'ın, emriyle uzak mesafeleri kısa zamanda yol aldığına inanırız. Ama rüzgar, tahtırevanı nasıl alıp götürür? Tahtırevanla köşkleri nasıl taşır? Atları nasıl gö­türür? Bu konuları Allah'a bırakır, Kur'an'in bu konuda anlattıklarını nakletmekle yetiniriz. Zira Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Süleyman'a, fırtınayı (boyun eğdirmiştik. Bu fırtına) Süleyman'ın emriyle, içinde bereketler yarattığımız vere akıp giderdi. 'Biz, her şeyi (yapmasını)' biliriz."

Biz, Üstad Neccâr'da dahil, mucizeleri ve acayip olaylan kabul ederiz. Fakat biz, bu konuda ölçülü davranmalıyız ve aşırıya kaçmamalıyız. Belki de Üstad Neccâr'in, bu tahtırevan meselesini kabul etmemeye sevk eden şey; bazı hikayecilerin bu tahtırevanı acayip ve garip bir biçimde anlatması veya bazı tefsircilerin de bu tahtırevanın özellikleri hakkında anlatılanla­ra dayanmadaki aşırılıkları olabilir.

Beşincisi: Yüce Allah'ın, cinleri ve şeytanları Hz. Süleyman (a.s)'m emri altına vermesi.
Bunlar, H. Süleyman (a.s)'a, mücevherler ve kıymetli mercanlar çıkarmak için denizlere dalıyorlar ve insanoğlunun gücünün yetemeyeceği; yüksek gökdelenler, büyük saraylar, yerinden oynatılamayan sağlam kazanlar, havuzlara benzer büyük çanaklar vb. işler yapıyorlardı. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Süleyman 'a, sabah gidişi bir aylık mesafe ve akşam dö­nüşü de bir aylık mesafe olan rüzgarı (emrine verdik.) Yine Süleyman için, erimiş bahri da kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, Süleyman 'in önünde çalışırdı. Onlardan kim, emrimizden sapsa, ona, alevli azabı (attırırdık. Onlar, Süleyman 'a; kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, yerinden oynamayan sağlam kazanlardan ne dilerse yaparları. Ey Dâvud ailesi! Şükredin. Çünkü (verdiğim nimetlere karşı) şükreden azdır. "


Yüce Allah, Hz. Süleyman (a.s)'ı, bütün şeytanların üzerine otorite yapması sebebiyle; Hz. Süleyman (a.s.,) onlardan dilediğini zor işlerde çalıştırıyor ve insanlara kötülük yapmalarını engellemek için de onlardan dilediğini zincirlere bağlıyordu. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"(Süleyman için) bina kuran ve (denizlerden mücevherler ile değe.rli süs eşyaları çıkarmak için) dalgıçlık yaparı şeytan­ları ve demir zincirlere bağlı diğerlerini (onun emrine verdik)

Bu özellik, Hz. Süleyman'dan başka hiçbir peygambere verilmemiştir. İşte bu; büyüklüğün zirvesi ve dün ya daki hü­kümdarların otorite ile hükümranlıklarının son noktasıdır. Bu  sebepledir ki, hükümdarlardan hiç birisi Hz. Süleyman'ın elde ettiği mertebeye ulaşamamıştır. (Hz. Süleyman'ın bu özelliği ile ilgili olarak) İmam Buharı, Sahîh'inde Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Geçen gece cinlerden bir ifrit, namazımı bozmak için karşıma çıktı. Allah'ta bana imkan verip onu yakaladım ve hepinizin onu görmesi için caminin direklerinden birine bağlamak istedim. Hemen o anda kardeşim Süleyman (Peygamberin: 'Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver." (Sâd: 38/35) şeklindeki duasını hatırladım. Bu sebeple de onu (orada) köpek kovar gibi bırakıverdim."

Altıncısı: Yüce Allah'ın, Hz. Süleyman için, erimiş bakın, kaynağından sel gibi akıtması.
Bakır, Hz. Süleyman için, suyun fişkırdığı gibi özel bir kaynaktan erimiş olarak fışkırıyordu. Hz. Süleyman ise onu dilediği şekilde kullanıyordu. Nitekim Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Süleyman için, erimiş bakın da kaynağından sel gibi akıttık. "  İşte bu, Hz. Süleyman 'a özgü bir özellikti.

Nitekim Allah, babası Davud'a da demiri yumuşatmıştı. Bu sebeple de demiri, ateşe ve çekice gerek duymadan elinde hamur gibi istediği şekle sokabiliyordu. Bununla ilgili olarak ise Allah şöyle buyurmaktadır:

"Davud'a da demiri yumuşattık."

Abdullah ibn Abbas'ın anlattığına göre; (ayette geçen) "el-Kıtr" (Erimiş bakır) kelimesi, "en-Nuhâs" (Bakır) anlamındadır. Bu erimiş bakır kaynağı, Yemen'dedir. Bu kaynağı, Cenab-ı Allah, Hz. Süleyman için (yerden) fışkırttı. Bunun üzerine Hz. Süleyman, bu erimiş bakırı kaynağından alıp binalar ve başka şeyler yapmada kullanıyordu.Bazı alimler der ki: "Belki de bu erimiş bakır kaynağı, volkanik ülkededir."

Yedincisi: Hz. Süleyman (a.s)'m; insanlardan, cinlerden ve kuşlardan oluşmuş bir ordusunun bulunması.
Hz. Süleyman (a.s), onların yapacağı işleri düzenler ve işlerini ayarlardı. Bir sefere çıkacağı zaman, onlar, toplu bir merasim alayı şeklinde onunla birlikte çıkarlardı. Askerler ve görevliler, her taraftan olacak şekilde Hz. Süleyman'ı bir halka içerisine alıp insanlar ve cinler, onunla birlikte yürürlerdi. Kuşlar ise, kanatlarıyla Hz. Süleyman'ı sıcaktan koruyorlardı. Bu ordu birlikleri içerisinde her gruba ait liderler ve başkanlar vardı. Onlar, ihtişamlı günlerde ve askeri törenlerde orduyu harekete geçirirlerdi. Gözler, bunun bir benzerini daha görmemişti...


Kur'ân-ı Kerîm, bize; Hz. Süleyman'ın, bu ordusuyla bir sefere çıktığı esnada bir karınca vadisinden geçerken bir karıncanın arkadaşlarıyla konuşması ve Hz. Süleyman'ın ise bu karıncanın konuşması ve arkadaşlarını (Süleyman'ın ordusundan korunmak için yuvalarına kaçmaları şeklinde yaptığı) uyarışını anlayıp bu konuşmadan dolayı tebessüm etmesi ve Allah'ın, kendisine bol bir şekilde bu büyük nimeti vermesi sebebiyle O'na şükretmesi ve bu nimete karşı yaptığı teşekkürü yerine getirebilmeyi Rabbinden istemesi ile ilgili olayı bize anlatmıştır. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşmuş orduları, Süleyman 'in hizmetine toplandı. Hepsi bir arada (onun etra­fında) düzenli olarak sevk ediliyorlardı. Nihayet karınca vadi­sine geldikleri vakit, bir karınca: 'Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin. Yoksa Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezme­sin' dedi. (Süleyman) karıncanın bu sözüne gülümseyerek: 'Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni, Salih kulların arasına kat' dedi.

İbn Kesîr derki: "Ayeti kerimenin bağlamından anlaşıldığı üzere; Hz. Süleyman'ın, alay kıtası içerisinde ata binili olduğuna ve bazılarının da iddia ettiği gibi- tahtırevan üzerinde olmadığına, eğer tahtırevan üzerinde olsaydı karıncaya ondan bir zarar gelmeyecekti. Çünkü tahtırevan üzerinde ihtiyaç duyduğu askerler, atlar, develer, yükler, çadırlar, davarlar ve bütün bunların üzerinde kuşlar vardı. Nitekim Allah, izin verirse bu konuyu ileride açıklayacağız.
Özetle; Hz. Süleyman (a.s), ayeti kerimede sözü edilen karıncanın, kendisiyle ve ordusuyla ilgili; ayaklar altında kalıp ezilmemeleri için arkadaşlarına, yuvalarına girmelerini söylemesi ve sonrada "Yoksa Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" (Nemi: 27/17) şeklinde hem Hz. Süleyman'ın şahsma ve hem de iyi ordusuna karşı anlayışlı ve saygılı olduğunu gösterir İşte bu; ayeti kerimede sözü edilen karıncanın, Hz. Süleyman ile ordusuna karşı saygılı olduğuna ve iyi kimseler ile kötü kimseleri ayırt etmesine bir delil değil midir?

Süddi'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Süleyman Peygamber zamanında insanlara kıtlık geldi. Bunun üzerine Süleyman Peygamber, halka, yağmur duasına çıkmaları için emir verdi. Halkta yağmur duasına çıktı. Yolda giderken, bir karıncanın, ayaklan üzerine dikilip ellerini açarak:
-  'Allahım! Ben, Senin yaratıklarından biriyim. Biz, Senin lütfuna muhtacız" şeklinde dua ettiğini gördüler. Bunun üzerine Süleyman Peygamber, (etrafinda bulunanlara):
-  'Haydi geri dönün. Şu karıncanın yüzü suyu hürmetine üzerinize yağmur yağacak' dedi.

 

(Kral Süleyman’ın devletinin sınırları çok büyüktü, kuzeyde Hititleri dize getirmişti ama doğudaki Babilleri, Bugün Irak sınırları arasında kalan bölgeyi neden ele geçiremediği de ayrı bir merak konusudur )

(Günümüzde birçok Süleyman Tapınağı varyasyonu mevcuttur. Sarayın iç kısmının sıvı görünümlü bir madde ile kaplı olduğu ve bahçesinde cinler tarafından yapılmış çeşitli süs eşyalarının olduğu sanılmaktadır.)

      Kaç  yıl  ömür  sürdüğü  kesin olarak  bilinmeyen Hz. Süleyman’ın  700 yıl 6 ay  hükümdarlık  yaptığı  bildirilmekle  birlikte  bu  gerçeklere  aykırı  bir  rakamdır.Bazı  kaynaklarda  ise 52  yaşadı, hatta İbn İshak’a  göre 40 yıl  hükümdarlık  yaptı.Ölümü garip  bir  şekilde  gerçekleşti. O’nun vefatını  insanlar ve  cinler  sonradan  anladırlar. Şöyle ki:  Hz. Süleyman, kimi zaman bir yıl, iki yıl, kimi zaman bir ay, iki ay, bazen daha az, bazen daha çok olmak üzere ibadet etmek için Beytü'1-Mak-dis'e çekilirdi. Yiyeceğini, içeceğini de yanma alırdı. Vefat ettiği sefer de yanma yiyecek ve içeceğini almıştı. Hz. Süleyman değneğine yastanmış bir şekilde namaz kılarken eceli geldi ve vefat etti. Fakat ne şeytanlar, ne de cinler onun vefatından haberdar olmadılar. Ondan korkularından iş­lerine kesintisiz olarak devam ettiler. Bir kurt değneğini kemirdi, değneği kırılınca da o yere düştü. Böylece onlar Hz. Süleyman'ın öldüğünü öğren­diler. Bu arada halk da cinlerin gaybı bilmediklerini öğrenmiş oldular. Eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, horlayıcı azap içinde kalmazlardı.Hz. Süleyman Beytü’l-Makdis’e  defnedildi.

 

HZ SÜLEYMAN VE SABA MELİKESİ BELKİS

Efsaneler şöyle der Hz. Süleyman / Kral Süleyman Tanrı’nın seçip güçlendirdiği bir ailenin adaletle hükmeden oğludur. İsrail soyunun güçlü bir Kralıdır. Temelde Tanrısal bir görevi vardır. Bu görev nedeniyle daha önce ve daha sonra kimseye verilmemiş/verilmeyecek bir saltanat diler Tanrı’dan. Böylece kendisine rüzgar, cinler, akarsu gibi akan metaller, kuşlar ve insanlardan oluşan ordular tahsis edilir. Rüzgara binip günler sürecek yollara hızla varır. Kuşları görevlendirerek düşman sahasına keşfe gönderir. Cinlerin esrarengiz görünmez ve anlaşılmaz yetileriyle devasa saraylar, kaldırılması imkansız dev sanat eserleri, binalar ve dalgıçların çıkardığı malzemelerden takılar akla gelecek binbir güzel şey yaptırır. Dünyayı imar ederken güzelliğ ve adaleti kurar.Hz. Süleyman (a.s.) cinlerden ve insanlardan oluşan ordusu ile kurduğu hakimiyeti, muhteşem bir saraydan yönetiyordu. Ve bu saray döneminin en ileri tekniği kullanılarak üstün bir estetik anlayışı ile inşa edilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar, benzersiz bir estetik anlayışı ile yerleştirilmişti. Elbette Hz. Süleyman’ın bu mekâni, görenlerde büyük hayranlık uyandırıyordu.

İnsanların bu saraydan bu kadar etkilenmelerinin nedeni ise, insan fıtratına en uygun olan estetik anlayışını ve ortamı birden karşılarında görmeleri olmuştur. Zira Hz. Süleyman, yaptırdığı bu görkemli sarayı, imanın nuru ve onun getirdiği üstün bir akıl ile yaptırmıştı. Ve bir Müslümanın hangi çağda veya hangi şartlarda yaşarsa yaşasın Allah’ın kendisine verdiği imkânları en güzel şekilde kullanarak eşsiz bir mekân oluşturabileceğinin en güzel örneğini sergilemişti.Nitekim Kur’ân-ı Kerim’in Neml Sûresi’nin bir çok ayeti, onunla aynı dönemde yaşayan bir kavmin yöneticisi olan Sebe Melikesi’nin Hz. Süleyman’ın ihtişamlı sarayını gördükten sonra ona biat ettiğinden bahseder.orduya su arayıp bulma gibi önemli bir görevi olan Çavuş Kuşu, uzun süredir ortalıkta görünmüyordu. Diğer kuşlarda onun nerede oldugundan haberdar değildi. Hz. Süleyman ise bu duruma oldukça kızmıştı.

Çok geçmediki Çavuş Kuşu göründü. Telaş içinde Hz. Süleyman'ın huzuruna çıktı. ve dedi ki

“Ben Senin bilmediğin şeyi, ben öğrendim ve sana Saba’dan kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.” (Neml Sûresi 22-24)

Bu bilginin üzerine Hz. Süleyman: “Bakalım. Doğrumu  söylüyorsun  yoksa  yalancının  teki  misin? Anlayacağız. Sen  şimdi  bu   mektubu  götür, yanlarına bırak, sonra  oradan uzaklaş. Bakalım  ne  diyecekler.” dedi. Allah’ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi kabul eden Sebe halkını, imana davet etmek için onlara “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlayan bir mektup göndermişti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya çağırmıştı.

“Gerçek şu ki, bu, Süleyman’dandır ve ‘şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah’in Adıyla’ (başlamakta)dır. (İçinde de:) “Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olarak gelin” diye (yazılmaktadır). (Neml Sûresi 30-31)

Mektubu alan  kraliçe: “Değerli danışmanlarım  bana  önemli bir  mektup  gönderildi.” dedi. “Mektup Süleyman’dandır. ‘Rahman ve Rahim  olan Allah’ın adıyla’ diye  başlayıp,  ‘bana  karşı  kibirlenmeyin ve teslimiyet  gösterip  yanıma  gelin.’ diye  devam  etmektedir.” Diye Hz. Süleyman’ın  mektubunu  danışmanlarına  bildirdi.  Danışmanları: “Biz güçlü ve kuvvetliyiz, savaşçı  bir  milletiz. Ama  yetki  sizindir, değerlendirip münasip  gördüğünüz  emri  verin.” dediler. Belkıs bir  durum  değerlendirmesi  yaptıktan  sonra: “Hükümdarlar  bir  ülkeye  girdikleri  zaman oranın  düzenini  alt  üst  ederler,  halkın eşrafını da zelil  ederler. Evet  istilacılar  hep  böyle  yaparlar.Bunun içindir  ki ben  elçilerimle  hediye  gönderip elçilerimin  ne gibi bir  cevap  getireceklerini   bekleyeceğim” dedi.

Sebe Melikesi o ana kadar hiç karşılaşmadığı kadar kesin bir üslupla tüm hükümdarlığını kendisine katmasını isteyen Hz. Süleyman’ın, bu mektubu karşısında çok şaşırmıştı. Ve kendisini kesin olarak bozguna ugratacağından emin olduğu bu hükümdarı, kararından vazgeçirmek için ona yüklü hediyeler göndermek yolunu seçmişti.

Ne var ki Allah’ın rızasını ve rahmetini hiç bir zaman maddî bir menfaate tercih etmeyen tüm peygamberler gibi Hz. Süleyman da, Sebe Melikesi Belkıs’ın hediyelerini geri çevirmiş ve elçileri vasıtasıyla ona ne kadar kararlı, onurlu ve Allah’a bağlı olduğunu gösteren şöyle bir haber göndermişti:

(Elçi hediyelerle) Süleyman’a geldiği zaman: “Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz” dedi. Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları oradan horlanmış aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız.” (Neml Sûresi 36-37)

Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs’a Allah’ın adı ile başladığı mektubunda kendi gücünün Yüce Rabbinden geldiğini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip olduğunu hissettirmişti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan oluşan, ona büyük bir teslimiyetle ve şevkle bağlı bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her üyesi Süleyman Aleyhisselam ın bütün sözlerini büyük bir hoşnutlukla ve tam bir itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman’ın ordusunun tüm gücü Allah’tan gelmekteydi ve Allah’ın ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün gelecekti.

Hz. Süleyman’ın  mektubunun  mahiyetini  elçi  vasıtasıyla  anlayan Belkıs  O’na  intisab  etmek  üzere  yola  çıkacağını  bildirdi. Kendilerine  itaat  etmek  üzere  Belkıs  ve  yakınlarının  yola  çıktığı  öğrenen  Hz. Süleyman danışmanlarına: Değerli  danışmanlarım  onlar itaat  için  huzurumuza  gelmeden  kim  onun  tahtını  bana getirebilir?” dedi. Cinlerden  mağrur ve iddiacı  ifrit: “Ben dedi. Sen  makamından  kalmadan onu sana  getiririm. Buna gücüm  yeter…” dedi. Ama  yanındaki  ilim  ehli  birisi: “ Ben  size  onu  göz  açıp  kapanıncaya  kadar getiririm.”  der demez  taht  Hz. Süleyman’ın  yanında  belirdi. Kitap  ehli bu  kişi  kimdi? Hızır (as)’dı, Cebrail (as)’dı  gibi  pek  çok  yorum  yapılmakla  birlikte  kesin  bir  kanaat  bulunmaktadır. Tahtı  yanı  başında  gören  Hz. Süleyman: “Şimdi  tahtın  şeklini  değiştirin,  bakalım  kraliçe  onu  tanıyacak  mı?” dedi. Kraliçe  huzura  gelince: “Senin  tahtında  böyle  midir?” diye  sorulunca: “Sanki  O dur.”Zaten  bize  önceden  ilim  gösterildi, biz  teslimiyet  gösterenlerden olduk.” dedi. İman’ı  izar eden kraliçe  saraya  buyur  edilince: “ Ya Rabbi! Ben senden  başkasına ibadet  etmekle kendime  zulmetmişim,  şimdi  ise Süleyman ile  birlikte alemlerin Rabbine  teslim oluyorum.” dedi  ve  teslimiyetini  tastik  etti.

Sebe Melikesi Belkıs, onun (Hz. Süleyman’ın) sarayına gittiğinde o güne kadar hiç görmediği büyük bir mülk ve zenginlikle karşılaşmıştı: Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkıs, Hz. Süleyman’ın sarayına girince o güne kadar gördüğünden çok farklı bir estetik ve bir zenginlikle karşılaşmış ve ruhuna hitap eden büyük bir akla şahit olmuştur. Aslında Sebe Melikesi Belkıs’ın duyduğu hayranlık ve şaşkınlık içine girdiği saraya değil, Hz. Süleyman’ın aklınadır. Çünkü Belkıs’ın karşılaştığı manzara, o dönemin şartlarında yapılabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en güzel yerdir.

“Ona: “Köşke gir” denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: “Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk zemindir.” Dedi ki: “Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (Neml Sûresi 44)


Âyette de ifade edildiği gibi camdan olan köşk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe Melikesi Belkıs, ıslanmaması için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektiğini düşünmüştü.

Sarayın muhteşemliği ve görkemi, Müslümanların ruhlarında yaşadığı zenginliği yansıtıyordu.
Belkısın başka bir ülkenin hükümdarı olmasına ve bu ülkenin en büyük servetine sahip olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın yaşadığı mekândan ve onun zenginliğinden etkilenme sebebi de budur. Teknik anlamda büyük servetler harcanan mekânlarda yaşamasına rağmen, pek çok kişi insan fitratının hoşlanacağı estetiği sağlayamayabilir. Oysa Hz. Süleyman’ın sarayının her köşesinde görülen zevk, akıl ve mükemmellik sadece servetle elde edilebilecek bir görünüm değildir. İşte aradaki bu farkı daha sarayın girişini görür görmez anlayan Belkıs, böyle bir yeri meydana getiren akla ve o aklın üstünlüğüne hemen teslim olmuştur. Sebe melikesi Süleyman Âleyhisselamın aklının sahibi olan Cenâb-ı Allah’a iman ettiğini söylemiş ve müslümanlardan olmayı kabul etmiştir.Yüce Allah'ın Hz. Süleyman (a.s)'a Verdiği Nimetler: Cenab-ı Allah, Hz. Süleyman (a.s)'a, büyük nimetler ve meziyetler sundu. Bunu da, onu, büyüklüğe ve şerefliliğe bir ad olması için ve yüce bir hükümdar görüntüsü vermek için yapmıştı. Çünkü Yüce Allah, ona, büyük imkanlar bahşetmek suretiyle ona dünya ve ahiret üstünlükleri sağlamıştır.

 

Hz. Süleyman, Tapınağın yapımında cinleri kullanıyordu, bu cinler Hiram Usta’nın emrinde çalışıyorlardı ve tapınağın duvarını örüyorlardı, yeteneklileri heykeller, süs eşyaları yapıyor bazıları ise denizin altından inciler çıkarıyorlardı. Tapınağı yapan duvar ustası cinlere Mason deniyordu. Günümüz masonluğunda ileri derece masonların bazı ileri seviye cinlerden emir aldıkları anlatılmaktadır. Acaba Hz. Süleyman döneminde insanlara hizmet eden Mason cinlerle, şu anki insanlar yer mi değiştirdi? Veya şu an cinler masonları kullanarak insanlardan intikam mı alıyorlar? İşte bu yazımızda bu konuyu irdelemeye çalışacağız.
Tarih boyunca Orta doğudaki semavi(tek tanrılı) dinlerin peygamberlerine baktığımızda büyük zorluklarla dini yaymaya çalıştıklarını görürüz. Seçilen peygamberlerin çoğu fakirdi ve halkın avam tabakasına hitap ediyorlardı. Güç ve iktidar sahibi olan zenginler ise onlara karşı çıkıyorlardı. İşte bu duruma istisna olarak bilinen tek peygamber Hz. Süleyman’dır.

(Hz. Süleyman’a ilahi bir güç bahşedilmişti)

Hz. Süleyman babası Davut’tan, krallığı devraldığında, sınırlar Fırat nehrinden, Sina çölüne kadar uzanıyordu. Hz. Süleyman’ın diğer peygamberlerden farklı olarak doğa üstü güçlere hakim olduğu biliniyordu. Neydi bu doğa üstü güçler, cinlere hakim olma, rüzgarı kullanma, hayvanları kullanma ve konuşabilme , görkemli binalar inşa etme vb. Süleyman Tapınağını duymayan yoktur, büyük bir mimari estetikle inşa edilmiş saray, o günlerde tebliğ amacı ile kullanılıyordu. Süleyman peygamber zamanında bölgede barış, huzur ve bolluk yaşanmıştır.
Her peygamberin karşılaştığı gibi Hz. Süleyman’da bazı zorluklarla karşılaştı. Bunlardan ilki onun büyü yolu ile bu güce eriştiği idi. İsrail oğulları her zaman olduğu gibi onun büyücü olduğuna dair söylentiler çıkarttılar. Bunun üzerine Süleyman’ın yaptığının büyü olmadığını ispatlamak amacı ile Babil’e Harut ve Marut adında iki melek indirildi, bunlar insanlara kara büyü öğretmeye başladılar. Fakat bu bilgileri öğretmeden önce insanları uyarıyorlardı. Harut ve Marut’un dünyaya indirilme sebebi muhtemelen Süleyman a.s verilen mucizelerle, büyünün farkını ortaya koymaktı. Daha sonra bu iki meleğin öğrettiği büyüler günümüzün modern masonluğunda ve Kabalasında da yerini alacaktı.

(Hz. Süleyman cinleri kendi emrinde çalıştırıyordu)

Süleyman peygamber’in bir süre iktidarı cinlere kaptırdığı da yine anlatılanlar arasındadır. Konu Tarih-i Taberi de söyle anlatılmaktadır;
Süleyman a.s’ın bir yüzüğü vardı. Bütün insanlar, cinler, yırtıcı hayvanlar, kuşlar ona boyun eğerlerdi. O mührün üstünde İsm-i Azam yazılmıştı. Süleyman a.s ne zaman ayak yoluna çıksa, o yüzüğü Cerrade adındaki hatuna verirdi. O en ulu karısıydı. Ona güveni vardı. Bir gündü: Yüzüğü yine ona vermişti. Kendisi su yoluna gitti. Devlerden bir Dev vardı. Kaya adında biri, o yüzüğü her zaman hile ile almak kastındaydı. Süleyman a.s ayak yoluna gittiğini görünce kendisini Süleyman a.s’ın şekline benzetti. O yüzüğü ulu hatundan aldı. Parmağına taktı. Ve Süleyman a.s’ın kürsüsüne geçti, oturdu. Bütün halk, devler, periler, kuşlar onu görünce, Süleyman Nebi sandılar. Süleyman a.s ayak yolundan çıktı. Karısı Carade’den yüzüğü istedi. Carade kadın:

-“Sen Devsin!” dedi. Süleyman a.s’ın bu sözle gönlü kırıldı, çok kızdı. Karılarının odalarına girmek istedi. Fakat kendisini hücrelere sokmadılar. Ona:
-“Sen Hz. Süleyman Nebimizin şekline giren bir devsin!” dediler. Her nereye gittiyse:
-“Süleyman a.s işte kendi tahtında oturuyor. Sen devden başka bir şey değilsin!” dediler. Süleyman a.s şaşkınlık içinde, başı dönmüş olarak sarayda çıktı. Anladı ki, Allhü Teala’dan kendisine bir bela erişmişti. Oradan tahtına geldi:
-“Ben Davut oğlu Süleyman’ım. Halkım benim kalbimi kırdı!” dedi ise de, onlar da:
-“Sen cini kavmindensin. Kendini Süleyman a.s şeklinde göstermektesin.” dediler. Bundan sonra Süleyman a.s sokaklara düştü, yürümeğe başladı. Halkın bütün inancı şuydu: Bu kişi bir cinidir, Süleyman Nebi değildir. O da kollarını açtı ve şöyle yakarmaya başladı:

-“Ya ilahi! Nebilerden çok kimseyi belalara uğrattın, Ama kendi rızkını kendisine haram kılmadın. İşte ben tevbe ettim ve günahımı biliyorum. Artık onun gibi bir günah işlemeyeceğim.” Şimdi yolda yürürken yerde bir parça kuru ekmek buldu. Yemek istedi kuruluğundan yiyemedi. İlerleyip yürüdü deniz kıyısına geldi. O ekmeği ıslatıp yemek diledi. Elini ekmekle suya uzatmış ve suya sokmuştu ki ansızın bir dalga geldi. Ekmeği elinden aldı götürdü. Yine yakarmaya başladı:

-“Ya İlahi rızık veren sensin. Kaç gündür ki aç açına dolaşıyorum. Bir parça kuru ekmek elime geçmiş oldu, onu da deniz dalgası aldı!” dedi. Yeniden yürümeye başladı. İleride bir insan kalabalığı gördü. Balık avlamaktaydılar. Yürüdü, onların yanına vardı. O avcılardan balık diledi. Balıkçılar ona bir şey vermediler ve onu yanlarından kovdular. Süleyman a.s onlara:

-“ Ey Kavm! Allah inandırsın ki ben Süleyman’ım. Ama bir günah işledim. O günahtan ötürü bu belaya uğradım!” dedi. Bu kavim ona inanmayıp gülüştü. Bu kişilerden biri bu kişinin:

-“Ben Süleyman’ım!” demesine kızıp onu azarladı. Bu azar Süleyman a.s’a çok ağır geldi. O kadar ağladı ki bu kişiler onun ağlamasına acıdılar. Ona her gün iki balık verdiler. Süleyman a.s o balıkları alır, şehre gelirdi. Birisini ekmek almak için verirdi, birisini de kendisi yerdi. Kırk gün ve kırk gece bu hal ile geçti. Kırk gün tamam olunca o bütün dertlilere yetişen, çaresiz kalanlara erişen,zevali olmayan, ebedi ve ezeli olan Allahu Teala hazretleri yine Süleyman a.s’dan hoşnut kaldı. Onun suçunu bağışladı. Yurdunu sarayını ona layık gördü.

Yine suçunun bağışlanacağı o gündü. Kaya cini Süleyman a.s’ın tahtına geçmiş, bağdaş kurmuştu. Hükümler veriyor yalancı hükümetler ediyordu. Ama yaptığı işler hiçte gökten inen Tevrat’a uygun değildi. Bütün din bilginleri de çevresinde oturuyordu. Hiç birisi Süleyman a.s’ın heybetinden söz açmazlardı ve tahtta oturanın yalancı bir dev olduğunu bilmezlerdi. Hatta Süleyman a.s’ın hatunları , cariyeleri bile bunu anlayamamışlardı. Ama Sahte Kaya Dev bunu söyleyemezdi. O da Şundan ötürüydü ki, ansızın tüm gerçeğin ortaya çıkmasından korkardı. Bundan dolayı da Süleyman a.s’ın ne malına ne de eşlerine zara vermemişti. Öteki Devler onun bir cin, bir dev olduğunu bilip anlayınca çok sevindiler, aralarında bayram ettiler. Ama yirmi gün geçince Kaya Dev’in arkadaşları ona:
-“Ey kaya cin! Bu mülk sana kalmaz. Ebedi değildir. Bari elin ermişken iyi bir iş işle de yarın ondan bize bir padişahlık ele geçsin!” dediler. Hemen bütün cinlerin hepsi bir yere toplandılar. Ne kadar Tevrat kitapları varsa sakladılar. İçine büyüler, cadılıklar yazdılar. Süleyman a.s’ın tahtının ayakları ki altındandı, o cadılıklarını orada gizlediler. Tevrat’ı yine önceki gibi düzdüler. Bunu da hiç kimse bilip anlayamadı. Hatta Süleyman a.s’da anlamadı. Süleyman a.s vefat edinceye kadar orada kaldı. Dünya aleminden, ahiret alemine gidince devler o tahtın ayaklarını yardılar. O büyüleri çıkardılar.

Ve halka: -“Süleyman’a bu kitaplar gökten inmiştir!” dediler. İsrail halkı da bu kitaplardan o cadılıkları öğrendiler. Çok kişi de bu yolda devlere uydular. Fakat Hüdayı Teala cc bu kıssayı kuranı kerim’de zikrederek şöyle buyurdu:

“Halk Süleyman’ın saltanatı aleyhine şeytanların büyüsüne uydular. Süleyman o sihirlere uymadı ve kafir olmadı. Lakin şeytanlar, insanlara sihir ettikleri için kafir oldular” (Bakara 120)

İsrail oğullarının önünde ve elinde bu sihirden öğrendikleri kadarının aslı işte bu uydurma Tevrat’tandır.
Böylece kırk günden sonra halk kaya Dev’in işlerinden bıktı. Vezir Asaf’a vardılar. Olanları bildirdiler. Asaf kalktı Süleyman a.s’ın hanımlarının yanına gitti. Onlara sordu.
Onlar da

-“Şimdi kırk gün oluyor ki Süleyman a.s. bize uğramıyor!” dediler.Vezir Asaf o zaman o hükümleri verenin devlerden biri olduğunu anladı, devleri öldürmek diledi. Asaf Tevrat’ı okuyanları çağırdı. 4.000 kişi ile yalancı hükümdar kaya’nın yanına gitti. Tevrat’ı okudular. Kaya Dev orada durmadı, kaçtı. Halk Süleyman a.s’ı istiyordu. Kaya dev çaldığı yüzüğü gitti denize attı. Yüzüğü bir balık yuttu. Allah cc o balığı bir balıkçının ağına düşürdü. Balıkçılar o balığı çıkardılar. Akşama yakın, onlar Süleyman a.s’a iki balık verdiler. O da birini sattı. Birini de kızartmak için içini yardığına içinde yüzüğü buldu. Onu eline aldı, öptü, parmağına geçirdi. Kalktı şehre girdi. Halk ona koşuştu. Kendisini tahtına oturttular. O da Devlere:

-“O Kaya Dev’i bana getirin!” emrini verdi. Kendisine:
-“O denizin dibine girdi. Artık elimize geçmez!” dediler. Bir bölük peri de:
-Eğer bize biraz ihsanda bulunursan, bize bir şey demezsen, onu sana getiririz!” dediler. Süleyman a.s’da:
-“Demem!” diye söz verdi. “Çalışın, onu bana getirin!” dedi. Bunlar deniz kıyısında yüksek sesle ağlayıp hıçkırmaya başladılar. Kaya Dev denizin dibinden:
-“Size ne oldu?” diye seslendi. Devlerde:
-“Süleyman öldü!” Kaya dev bu habere sevindi. Denizden dışarı çıktı. Onların arasına girdi. Onu hemen yakaladılar. Süleyman a.s.’a getirdiler. O da bir kayayı oydurdu. Kaya Dev’i bağladılar. O kayanın içine koydular. O kayayı o bakır ırmağının içine attılar.
(Kaynak:Tarihi Taberi)

Tarihi Taberi’den anladığımız kadarıyla, Kaya devi ve diğer cinler bazı büyü kitaplarını iktidarı ellerinde bulundururlarken ilerisi için bir plan yapmışlar ve çeşitli büyü kitaplarını Süleyman’ın tahtının altına veya sarayın altına saklamışlar. Hz. Süleyman öldüğünde ise, Süleyman’ın gücü bu büyü kitaplarına bağlıydı deyip halkın, tapınağı yıkmasını sağlamışlardır. Yahudiler Süleyman’ın kafir olduğunu savunmalarının temel sebebi de budur. Kuran’da bu durum şöyle açıklanıyor;

“Halk Süleyman’ın saltanatı aleyhine şeytanların büyüsüne uydular. Süleyman o sihirlere uymadı ve kafir olmadı. Lakin şeytanlar, insanlara sihir ettikleri için kafir oldular” (Bakara 120)

Tapınağın yıkılmasından sonra İsrail oğulları asla Süleyman peygamber zamanındaki güce erişemediler. Babilliler ve Romalılardan çok eziyet çektiler. Hz. Süleyman’ın kuranda peygamber olarak anılmasından zamanın bazı Yahudileri rahatsız oldular ve Peygamber efendimizi ve İslamiyeti buna dayanarak heretic(sapkın, kafir) bir din olarak kabul ederler. Şeytan’ın emrine girdiğini zannettikleri Süleyman’ın, İslamiyet’te peygamber kabul edilmesi Yahudilerin en büyük dayanağıdır.
Süleyman peygamberden sonra tapınak defalarca yağmalanmış ve kazılmıştır. Bunu kazanların amacı diğer büyü kitaplarına ulaşmak ve Süleyman a.s. ‘ın hazinelerini bulmak olmuştur. Başta Yahudilerin kendileri olmak üzere, Babilliler, Romalılar, Yunanlılar, Persler tarafından tapınağın bulunduğu Sion tepesi defalarca kazılmıştır. Müslümanlar burayı işgal ettiğinde özellikle Tahtın bulunduğu noktaya Hz. Ömer bir mescit yaptırmıştır, bu mescit günümüzde Hz. Ömer mescidi yada Mescidi aksa olarak anılmaktadır. Mescidin buraya yapılma amacı kazıları durdurmaktadır. Daha sonra haçlılar burayı işgal ettiklerinde kurulan “Tapınak Şövalyelerinin” merkez komutanlığı da Mescidi Aksa’dır. Tapınak Şövalyelerinin tam ismi; (Latince: Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa’nın Fakir Askerleri). Sizce bu isim bir tesadüf mü? Kendilerini Süleyman Tapınağının askerleri olarak tanıtan bir askeri tarikat. Tarikat zamanın Şia mezhebinin bir kolu olan İsmaili’lerden çok etkilenmiştir. Çünkü aynı düşüncelerle ezoterik(içsel) ve gizli bilgilere ulaşmak istiyorlardı, bu bilgilerinde Süleyman tapınağının altında bulunduğuna inanıyorlardı. Şu an İsrail ile İran arasındaki çatışma acaba tapınağı kimin kazacağı meselesi olabilir mi?

İsrailliler daha sonra Babile esir düştüler ve oraya sürüldüler. Orada esir hayatı yaşayan Yahudiler, Harut ve Marut’tan Babil toplumuna kalan büyü sanatlarını öğrendiler. Hz. Musa ve Davut peygamberlerin kitabına ilave kitaplar eklediler. Talmud ve Mişna adlı iki sapık din kitabı bu esaret zamanında gelişti. Kabala ise sözlü gelenek olarak bu zamanlarda başladı. Hz. Süleyman’ın m.ö. 900 lü yıllarda varsayılırsa, günümüz egemen gücü olan illuminati ve mason teşkilatlarının felsefi altyapısını oluşturan düşünce tarzının bu tarihten sonra geliştiğini görebiliriz.
Tabiki Hz. Süleyman devrini bu kadar kısa bir yazıya sığdırmak çok zordur. Kuranda birde ışınlanmaya benzer bir olaydan bahsetmektedir. Sebe melikesi Belkıs’ın Tapınağa taşınması adeta ışınlanma gibi yapılmıştır, konu İslamiyet.gen.tr adresindeki sitede şöyle anlatılmıştır;

 

SÜLEYMAN'NIN MÜHRÜ BEŞ KÖŞELİMİ ALTI KÖŞELİMİ


Bu konuda çeşitli görüşler yüzyıllardır kutsal dinler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Kabala kültürüne inanan Yahudiler onun simgesinin ters dönmüş 5 köşeli yıldız olduğunu savunuyorlar fakat genel görüş Süleyman’ın babasının arması olan 6 köşeli yıldızı kullandığını varsaymaktadır.

(Ters 5 köşeli yıldız olan bir Müslüman mezarı)

(Altı köşeli yıldız kullanılmış bir Müslüman mezarı)

 

TAPINAĞIN ALTI YÜZYILDIR KAZILMASINA RAĞMEN BİR ŞEY BULUNDUMU


Tahminen Süleyman’dan sonraki erken dönemde bulunabilecek bütün sırlar bulundu, Tapınak şövalyelerinin son kalan eserleri ve hazineleri bularak Avrupa’ya taşıdıkları zannedilmektedir. Bu gün İsrail devleti hala tapınağın altını kazmaktadır. Tapınağın kilit noktası Mescidi Aksa’dır, buranın altında havada asılı kaldığı öne sürülen bir kayanın olduğu rivayetler arasındadır. Bugün gerçek Mescidi Aksa ve Kubbetus Sahra birbirine karıştırılarak, dünya Müslümanlarına dezenfermasyon yapılmaktadır.

 

(Kubbetus Sahra, Mescidi Aksaymış gibi, tüm dünya basını tarafından, Müslümanlara yutturulmaktadır. Gerçek mescidi aksa tapınağın Taht tarafının üstündedir)

 

 

 

SÜLEYMAN TAPINAĞINI CİNLER Mİ İNŞA ETTİ

 


Bir dul kadının oğlu olarak anlatılan Hiram Usta’nın önderliğinde cinler tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Bugün mason localarının üyelerini de “Dul kadının oğulları” diye hitap edilmektedir. Tapınağın alt kısmındaki taşlar çok büyük boyuttadır o günün şartlarında o bölgeye nasıl taşındıkları hala muammadır. Eski çağlarda sihir ve büyü yoluyla cinlerin inşaatlarda kullanıldığını savunan tarihçilerden biri de Zachariah Sitchin’dir. Ona göre Lübnanda bulunan Baalbek tapınağının tarihi çok daha eskidir ve temelde bulunan taşların boyutu inanılmaz büyüklüktedir.

(Tapınak duvarının alt kısmındaki ve toprağın altında kalan taşlar devasa boyutlardadır. Nasıl taşındıkları bir bilmecedir. Taşların nasıl bu kadar düzgün kesildikleri de ayrı bir bilinmeyendir)

 

 

(Lübnan da bulunan Baalbek Tapınağının alt kısmında bulunan taşların tarihi Süleyman Tapınağına göre çok daha eski tarihlere uzandığı bilinmektedir. Sorun ise bu kadar büyük taşların bu bölgeye nereden ve nasıl taşındığıdır. Tahminen eski medeniyetlerin teknoloji anlayışları büyü ve sihre dayalıydı ve inşaat işlerinde cinleri kullanıyorlardı)

HZ SULEYMAN'IN YÜZÜĞÜ

Süleyman efsanesini doruğa çıkaran yüzüktür. Her ne kadar dini kaynaklar bunu bu şekilde aktarmasa da gizem perdesi altında Tanrı’nın kendisine bir yüzük hediye ettiği söylenir.

Bu öyle bir yüzüktür ki sayılı kişi ve meleklerin bildiği Tanrı’nın gizli ismini (İsmi Azam duası) saklar. Tanrının bilinmeyen adı yaratma ve hükmetme özellikleri içerir. Elbette bu tür bir efsane güç düşkünü insanların başını döndürmeye yeter de artar bile. Kimi bilgilere göre Adem’in taşıdığı bir yüzüktür ve cennetten çıkarılırken onu Arşta bırakmıştır. Cebrail daha sonra bu yüzüğü Tanrı’nın isteğiyle Hz. Süleyman’a getirmiştir. Terim aslen Mühr-i Süleyman’dır. Ancak Türkçe’deki ses uyumuna göre dile geçerken değişmiştir. Diğer bir deyişi de Hatem-i Süleyman’dır. İngilizce ‘Seal of David’, ‘Star of David’, ‘Davis’s Sheald’ ‘Magen David’ isimleriyle anılır. Çünkü Batı dünyasında bildiğimiz çift üçgenin kesişimi olan Mühr-ü Süleyman aslında 5 kollu bir yıldızdır. 6 kollu yıldız babası olan Davud peygamberin kullandığı semboldür.”

Kelime manasıyla Süleyman’ın mührü anlamına gelen mührün şekli aslında kesin değildir. Belli bir tarihten sonra kabul edilmiş olan ve şimdi İsrail bayrağında yer alan sembol İslam dünyasında da yüzlerce yıl kutsal olarak kabul edilmiş cami medrese ve geçitlerde mezarlıklarda yüzüklerde padişahların gömleklerinde tılsım olarak yerini almıştır. Daha sonraları ise farklılık yaratmak için sembol bazen doksan derece çevrilerek kullanılmıştır.Batı dünyası bazen büyü kitaplarında bazen noterlik işareti olarak, basımevi markası sonraları bir çok akımın sembolü olmuştur.

 

YÜZÜK KİMDEYSE SÜLEYMAN ODUR

Süleyman’ın Tapınağı’nın daha sonra Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’te arandığı, Templer Şövalyelerinin yerini bulduğu ve kutsal bazı emanetlerle Avrupa’ya döndükleri iddia edilmiştir. Kimileri kutsal kadeh Graal’ı, kimileri Felsefe Taşı’nı, kimileri ise Mühr-ü Süleyman’ı bulduklarını düşünmüşlerdir. Tapınak Kral Süleyman’dan sonra yağmalanacaktır ancak o zamana kadar Musa peygamberden beri nesilden nesile saklanan Hz. Musa’nın emaneti olan Ahid Sandığı’nı (orijinal Tevratın levhalar halinde içinde bulunduğu Tabut-i Sekine) muhafaza edecektir.

Günümüzde kabul gören sembol göğün ve yerin birleşimini gösterir. İki üçgenin biri göğe biri yere dönüktür. Sembol bir yönüyle insan varlığının maddi bedenini ve ruhunu, bundan oluşan bütünü, bir yandansa dişil ve eril prensipleri, maddi ve manevi değerlerin bütünlüğünü gösterir. Doğunun Yin ve Yang’ına benzer bir semboldür. Dünyaya giriş ve çıkış noktalarını temsil eder. Kimi farklı bakışlar ise şekilde iki piramit görür.

Özellikle Selçuklu dönemi paralarında ve eserlerinde sıkça kullanılan sembol artık günümüzün gerilimli zaman ve dünyasında İslam ve Hıristiyan toplumlarınca terkedilmiş hatta anlamı bilinmediğinden bir çok tarihi eserde de tahrip edilmiştir.

Süleyman (a.s.) peygamberlerin en zenginlerinden ve kendisine krallık verilen bütün cinni ve hayvanları yönetip onlarla konuşabilen bir peygamberdi. Süleyman (a.s.)’ın parmağındaki yüzük bütün cinleri toplayabilme ve egemenliği altına alabilme özelliğine sahipti. Fakat Süleyman (a.s.) vefat ettikten sonra yüzüğü kayboldu. Çünkü bu yüzüğe kim sahipse bütün cinn ve hayvanları yönetebilecekti. Bu yüzük Allah tarafından arşa kaldırılmış ve orada bir kale içinde korunuyordu. Fakat cinnilerden bir tanesi yüzüğü kalenin içinde gördü ve almak istedi. Tam kalenin içine girecekken yüzüğü koruyan başı ve dişleri kızgın demirden, gözleri kırmızı yakuttan, vücudu cehennem ateşinden yaratılmış büyüklüğünü sadece Allah’ın bildiği bir ejderha gördü ve hemen endişeye kapılarak yeryüzüne indi. Yeryüzünde üç parça çamur aldı ve bunları okuyup başka bir cinni arkadaşına verdi. İki cinni arşa çıkarken yüzüğü almak isteyen cinni diğerine “ben içerideyken bana birşey olduğu zaman bu çamuru benim üzerime at” dedi. Diğer cinni de “tamam” dedi.

İkisi kalenin önüne geldiler ve yüzüğü almak isteyen cinni içeriye girdi. Ejderha ona hemen orayı terk etmesini buranın Allah tarafından korunduğunu ve hiçbir zaman o yüzüğün alınamayacağını söyledi. Cinni yüzüğün üzerine doğru harekete geçince ejderha ağzını açarak ona cehennem ateşi püskürttü ve cinni kül oldu .Diğer arkadaşı külleri toplayıp üzerine çamuru koydu. Cinni hiçbir şey olmamış gibi tekrar ayağa kalktı ve içeriye girdi. Bu sefer ejderha cehennem demirinden olan tırnaklarıyla cinniyi paramparça yaptı. Arkadaşı parçalarını topladı ve üzerine diğer çamuru koydu. Cinni tekrar hiçbirşey olmamış gibi ayağa kalktı ve içeriye girdi. Bunun üzerine ejderha onu öldüremeyeceğini zannetti ve Allah’a sığındı. Allah ejderhaya ona kuyruğuyla vurmasını ve artık arkadaşının ona yardım edemeyeceğini nida etti. Bunun üzerine ejderha cinniye kuyruğuyla vurdu ve cinni bir anda yok oldu .Diğer cinni Allah’ın azametinden korkup yeryüzüne indi ve Allah’a sığındı. Fakat diğer cinninin ne olduğunu hiçbiri öğrenemedi. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter….

HZ SÜLEYMAN'IN TAHTI

* Süleyman´ın tahtı bir acayipti. Uzunluğu üç mildi. (4.82803 km )Sağ ve sol yanlarında 12.000´er kürsü vardı, buralardaki kızıl altın ve gümüş sandalyelere bilginler otururdu. Süleyman´ın bulunduğu kürsü, dört arşın (2.72 m.) büyüklüğündeydi. Kürsüde altından ve gümüşten yapılmış kutsal kitaplardan dersler veren oniki hoca vardı. Seslerini Süleyman´ın kulağına rüzgar götürürdü. Tahtı da rüzgar götürürdü. Rüzgar dört tarafından eser, tahtı ağır ağır kaldırırdı. Tahtın üzerinde sırçadan bir ev vardı ve daha onun üzerinde iki altın aslan duruyordu. Süleyman ne zaman ayağını tahta bassa, taht çevrilirdi. Aslanlar ayağa kalkar, pençelerini açarlar, kuyruklarını yere vururlardı. Süleyman ne zaman kürsüye binse, güneş yüzlüler inciler ve ateşler saçarlardı.